Bu sitede bulunan yazılar memnuniyetsizliğiniz halınde olursa bizimle iletişime geçiniz ve o yazıyı biz siliriz. saygılarımızla

    1. balkan savaşı sonunda imzalanan londra antlaşması ile trakya ve edirne hangi devlete bırakılmıştır

    1 ziyaretçi

    1. balkan savaşı sonunda imzalanan londra antlaşması ile trakya ve edirne hangi devlete bırakılmıştır Ne90'dan bulabilirsiniz

    Londra Antlaşması (1913)

    Birinci Balkan Savaşı

    Birinci Balkan Savaşı

    Birinci Balkan Savaşı, 7 Ekim 1912-30 Mayıs 1913'te Bulgaristan Krallığı, Sırbistan Krallığı, Yunanistan Krallığı ve Karadağ Krallığı'ndan oluşan Balkan Birliği'nin Osmanlı Devleti'ne karşı başlattığı savaş. Bu savaş ile Balkan devletleri, Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki topraklarının büyük bir bölümünü ele geçirmiştir. Bu savaş sonucunda Osmanlı Devleti Edirne ve Kırklareli'ye kadar olan Midye-Enez Hattı'nın batısındaki tüm topraklarını Balkan devletlerine bırakmak zorunda kaldı.

    Savaş Öncesi[değiştir | kaynağı değiştir]

    1878 tarihli Berlin Antlaşması'nda umduğunu bulamayan Bulgaristan, bağımsızlığını kazandıktan sonra Balkanlar'da etkin bir politika izlemeye başlamıştı. Bosna-Hersek'in ilhakı ise Sırbistan'ı aynı yönde bir politika izlemeye itti.

    1912 yılında bu iki devletin çıkarlarının çatışmaması için Rusya, Bulgaristan ve Sırbistan arasında arabuluculuk ve düzenleyicilik yapmaya başladı. Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan ittifaka Yunanistan ve Karadağ da katıldı.

    Uzun zamandır beklenen bu savaş 18 Ekim 1912 tarihinde başladı. Balkan Devletleri, özellikle Makedonya'yı paylaşmak için fırsat arıyorlardı. Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizlerden yararlanmak isteyen Balkan devletleri, bu tarihte savaş ilan ettiler.

    Savaş Düzeni ve Planları[değiştir | kaynağı değiştir]

    Savaş başladığında Balkanlardaki Osmanlı orduları, toplamda 12.024 subay, 324.718 asker, 47.960 yük, binek hayvanı ve savaş atı, 2.318 top ve 388 makineli tüfekten oluşmaktadır. Bunlardan 920 subay ve 42.607 asker de geri hizmetteydi. Böylece üç orduya dağılmış 293.206 subay ve asker kalıyordu, bunlar da dört orduya bölünmüştü.[1] Bunun karşısında ise üç Slav ittifak gücü (Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ) genişleme planları içinde ordularını konuşlandırmıştı. Sırplar ve Karadağlılar, Sancak eyaletinde; Bulgar ve yine Sırplar Makedonya'da ve Trakya'daydı. 346.182 askerden oluşan Bulgar ordusu, Trakya'yı hedeflemişti. Karşısında 96.273 asker ve 26.000 garnizon askerinden oluşan Osmanlı Trakya ordusu (Doğu Ordusu) bulunmaktaydı.[2] Bu sayı Hall ve Erickson'un 1993 basımı "the Turkish Gen. Staff's study" adlı eserinde ise toplamda 115.000 olarak gösterilmektedir. Kalan Osmanlı ordusu ise 200.000 kişiydi ve Makedonya'da konuşluydu.[3] Karşısında ise 234.000 Sırp ve 48.000 Bulgar'dan oluşan Sırp komutanlığının emrinde bir ordu ve 115.000 kişilik Yunan ordusu bulunmaktaydı. Bağımsız statik muhafız güçlerinden oluşan tahkim edilmiş Yanya ve İşkodra şehirlerine doğru Osmanlı Makedonya ve Vardar ordularında karşı (Batı Ordusu) dağılmış vaziyetteydi. Yunanlar Epir ve İşkodra'ya doğru mevzilenmiş iken kuzey Arnavutluk'ta Karadağlılar da Osmanlı'ya karşı mevzilenmişti.

    Bulgaristan[değiştir | kaynağı değiştir]

    Bulgaristan, askerî açıdan bağımsızlığını kazandıktan kısa süre sonra Balkan Devletleri içindeki en güçlü orduya sahip devletlerden biri oldu. 4 devletin en güçlüsüydü. Rus ve yabancı yardımları sayesinde oluşturulmuş iyi donanımlı, iyi eğitimli ve güçlü bir orduya sahipti.[4] Bulgaristan'da 4,3 milyon nüfusa karşılık 599.878 askerden oluşan bir ordu bulunmaktaydı.[5] Dokuz piyade tümeni, bir süvari tümeni ve 1.116 topu bulunmaktaydı.[4] Ülkeyi yöneten Çar Ferdinand ordunun görünen komutanıydı ama fiilî komutan General Michail Savov'du. Ama Bulgaristan donanma yönünden ise küçük bir güce sahipti, donanma sadece altı torpido bottan ibaretti. En fazla Karadeniz'de harekât yapabilecek kapasitedeydi.[6]

    Bulgaristan bu durumda savaş için Trakya ve Makedonya'yı hedeflemişti. Ana kuvvetler Trakya'da üç ordu şeklinde teşkilatlanmıştı. 1. Bulgar Ordusu 79.370 askerle general Vasil Kutinçev komutasında üç piyade tümeni ile Yanbolu'nun güneyinde konuşlanmıştı ve Tunca nehri boyunca harekât yapacaktı. 2. Bulgar Ordusu ise 122.748 asker ile general Nikola İvanov emrinde iki piyade tümeni ve bir piyade tugayından ibaretti. İlk ordunun hemen batısında ana hedef olarak Edirne'yi ve güçlü istihkâmlarını almayı hedefleyecekti. Plana göre üç piyade tümeninden oluşan Radko Dimitriev komutasındaki 94.884 asker mevcuduna sahip 3. Bulgar Ordusu ise önce 1. Bulgar Ordusu'nun arkasına gizlenip, yayılan süvari kuvvetleri ile Osmanlı odaklarından gizlenecek; ardından sürpriz şekilde Istranca Dağları'nı aşıp, saldırıya geçip doğruca (Kırk Kilise) adıyla da bilinen Kırklareli ve mevzilerine saldıracaktı. 49.180 kişilik 2. Piyade Tümeni ve 48.523 kişilik 7. Piyade Tümeni ise bağımsız bir rol üstlenecek ve Batı Trakya ile Doğu Makedonya'da harekât düzenleyip müttefik ülkelerin ordularıyla birlikte buraları ele geçirecekti.

    Sırbistan[değiştir | kaynağı değiştir]

    Sırbistan 2.912.000 kişilik nüfusa karşılık 255.000 kişilik bir orduya ve 228 topa sahipti. Ordu; on piyade tümeni, iki bağımsız tugay ve bir süvari tümeni şeklinde Eski Savaş Bakanı General Radomir Putnik emrinde teşkilatlanmıştı.[5] Sırp Yüksek Komuta Konseyi savaş öncesi tatbikatlarında Üsküp'ten hemen önce Ovče Pole platosunda nihai bir meydan savaşı ile Osmanlı'nın Vardar ordusunu kesin bir yenilgiye uğratmayı hedeflemişti. Ana kuvvetler 3 ordu ile Üsküp'e ve ötesine ilerlerken, bir tümen ve bir bağımsız tugay Yeni Pazar sancağındaki Karadağlılar ile birleşip birlikte harekât düzenleyecekti.

    132.000 askerden oluşan 1. Sırp Ordusu, General Petar Bojović emrindeydi ve güç olarak diğer Sırp Orduları içinde en güçlüsüydü. Üsküp yakınlarında merkezdeydi. 2. Sırp Ordusu, 74.000 askerle General Stepa Stepanović'in komutasındaydı. 1. Sırp Tümeni yanında müttefik Bulgaristan'ın 7. Rila Tümeni'nde birlikte hareket etmekteydi. Ordunun sol kanadını oluşturup Makedonya'nın Stracin şehri ve ötesine doğru ilerlemekle görevliydi. Bulgar tümeni her ne kadar harekât öncesi Sırp ve Bulgar ordusunun anlaşmalarına uygun şekilde hareket etmesi yönündeki anlaşmaya karşın; savaşın başlamasında sonra General Stepanoviç'in emirlerine uymayı bırakıp sadece Bulgaristan Yüksek Komuta Merkezi'nin emirlerini uygulamaya başladı. 3. Sırp Ordusu, General Božidar Janković komutasında 76.000 askerden oluşmaktaydı ve Kosova'yı ele geçirip ardından diğer ordularla Ovče Polje platosunda, Osmanlı Vardar Ordusu ile yapılacak nihai savaşa katılacaktı. Bunun yanında 2 önemli askerî yığınak da Kuzeybatı Sırbistan ve karşısındaki Sırp-Avusturya Macaristan sınırına yapılmıştı. Bu ordulardan biri 25.000 kişilik General Mihail Zhivkovich emrindeki Ibar Ordusu diğeri ise Yarbay Milovoje Anđelković emrinde 12.000 kişilik Javor Tugayı'ydı.

    Yunanistan[değiştir | kaynağı değiştir]

    Yunanistan, bu sırada 2.666.000 nüfusa [7] sahipti ve üç müttefik içinde en zayıfıydı. On altı yıl önce 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı esnasında Osmanlı'ya yenilmişti. Yunanistan'daki İngiliz Konsolosu 1910 yılında Yunan Ordusu'nun kapasitesi hakkında şu tasvirde bulunuyordu: "Eğer savaş varsa Yunan subaylarının konuşma yanında tek bir şey yaptığını görürsünüz, kaçmak" [8] Ancak kara ordusunun bu zayıflığına karşın Yunanistan güçlü, kayda değer deniz gücüne sahip tek balkan ülkesiydi ve bu diğer iki müttefik için önemliydi. Çünkü Anadolu'da bulunan Osmanlı Birlikleri bu sayede Asya kıtasından Avrupa'ya kolayca nakledilemeyeceklerdi. Bu durum Sırp ve Bulgarların gözünden kaçmadı ve özellikle bu nedenle Yunanlar bu iki ülke tarafından ittifaka alındı ve teşvik edildi.[9] Sofya'da süre gelen ittifak görüşmelerinde Yunan Büyükelçisi, ittifakta Yunanistan'ın girişinin başı çekeceğini şu sözlerle belirtmişti: "Yunanistan savaş desteği olarak 600.000 asker sağlayacaktır. 200.000 asker muharebe alanında ve donanma ile 400.000 askerin Türkiye'de Selanik ve Çanakkale arasında durdurulmasını sağlayarak..."[6]

    Savaş başlamadan önce Yunan Kara Ordusu, 1911'de çağrılan Fransız uzmanların gözetiminde yeniden yapılandırılmaktaydı. Bu uzmanların gözetiminde Yunanlar kendi ana formasyonlarının yanında üçgen piyade sistemini benimsediler ama bundan önemlisi oluşturdukları seferberlik sistemi 1897'de silahlandırdıklarından çok daha fazla kişinin silahlanmasına imkân veriyordu; yabancı uzmanlar yaklaşık 50.000 kişiyi silahlandırabileceklerini öngörürken Yunanlar 125.000 kişiyi silahlandırarak Osmanlı Devleti üzerine sürdüler. Bir de bunun üstüne ulusal muhafızlardan, yedeklerden 140.000 kişi daha seferber edilip savaşa sokuldu.[7][8] 1897'de olduğu gibi 2 grup ordu oluşturuldu ve coğrafi ayrıma göre ad verilip bu ordular mevzilendi. Epir ve Teselya orduları.

    Teselya Ordusu (Στρατιά Θεσσαλίας), Veliaht Prens Konstantin komutasında ve Korgeneral Panagiotis Danglis'in Kurmay başkanlığındaydı. 7 Piyade Taburu, 1 Süvari Tümeni, 4 Bağımsız Evzon Taburu ve toplamda 100.000 askerden oluşuyordu. Ana hedefi ve görevi, Güney ve Merkez Makedonya'ya ilerlemek, burada tahkim edilmiş Osmanlı mevzilerini ele geçirmek, Selanik ve Manastır'ı almaktı. Buna karşılık toplamda 10-15.000 askerden oluşan Epir Ordusu (Στρατιά Ηπείρου), ise Korgeneral Konstantinos Sapountzakis komutasında, zayıf bir konumda olup iyi şekilde tahkim edilmişti. Epir eyaletinin başkenti Yanya şehrini alabileceğine dair bir ümidi yoktu ama ana görevi, Teselya ordusunun takviyeleri gelene kadar Osmanlı kuvvetlerini olduğu yerde oyalayıp ilerlemesini engellemekti.

    Yunan donanması ise nispeten modern ve İngiliz donanma subaylarının gözetiminde alınmış yeni gemilerle ve yapılan reformlarla güçlendirilmişti. İngiliz heyeti, Başbakan Venizelos tarafından 1910 yılında davet edilmiş ve Mayıs 1911'de Yunanistan'a gelmişti ve Koramiral Lionel Grand Tufnell'in enerjik ve olağanüstü başkanlığı ile silah ve donanma manevralarında aşırı derecede bir iyileştirme oldu, donanma bakanlığı tekrar organize edildi.[10] 1912'de donanmanın en modern ve temel hızlı zırhlı kruvazörü Averof, (1910'da tamamlandı) ve en modern hızlı savaş gemisiydi.[11] Savaş sürerken Averof ve üç muhripten oluşan bir filo, Osmanlı'nın Karaburun'daki istihkâmlarını bombalamıştı.[12] Bunun yanında modası geçmiş Hydra sınıfı üç savaş gemisi vardı. Ayrıca 1906-1907 arası 7 destroyer inşa edilmişti ve 6 yeni destroyer de savaş tehlikesi belirince 1912 yazında satın alındı.[10]

    Buna karşın savaş başladığında Yunan donanması hala planların gerisindeydi. Osmanlı Donanması, sayı ve ana yüzey gemileri ve özellikle uzun kalibreli toplara sahip gemi yönünden üstün konumdaydı.[13] Sonuçta savaş donanmayı genişleme ve yeniden organize olma aşamasında yakalamıştı ve donanmasının üçte biri (altı yeni destroyer ve bir Delfin sınıfı denizaltı) savaş başladıktan sonra ve personel eğitimi yapılamadan bu konuda yeterli süre ayrılamadan, görev değişimi yapılamadan Yunanistan'a ulaştı. Kömür ve diğer donanma gemileri için gerekli stoklarda ise sıkıntı yaşanmaktaydı ve Averof'ta ise gerekli mühimmat yoktu Kasım sonuna kadar da bu durum değişmeyecekti.[14]

    Osmanlı İmparatorluğu[değiştir | kaynağı değiştir]

    Osmanlı Devletinde ise sorunlar çok fazlaydı. 1908 yılındaki II. Meşrutiyet'in ilanı sonrası siyasi çalkantılar devam etmekteydi ve I. Balkan Savaşı öncesi İttihat ve Terakki Partisi ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasında çekişme yaşanmaktaydı. Diğer taraftan Osmanlı Ordusu, Trablusgarp'ta İtalyanlar ile savaşırken, Yemen'de çıkan isyan sonrası büyük bir hata içine düşerek, Rumeli'deki taburların bir kısmını bu isyanı bastırmak için Yemen'e gönderdi. Bunun yanında bir diğer sorun da nüfustu. Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfusu 1912 yılında 26 milyon olsa da bunun sadece 6,1 milyonu Balkanlar'da yaşıyordu. Dahası bu nüfustan hiç askerlik yapmayan Hristiyan ahaliyi düşünce geriye sadece 2,3 milyonluk bir Müslüman Türk nüfus çıkıyordu ki, Anadolu'dan takviye almadan Rumeli'deki halktan bir ordu oluşturulmak istense sadece bu 2,3 milyonluk kesimden çıkartılmak zorundaydı.

    Bunun yanında İmparatorluk bir de Trablusgarp'ta İtalyanlar ile savaş içindeydi ve Donanma'nın bir kısmı, On İki Adalara saldıran ve işgal eden İtalyan donanması ile uğraşmakta veya Trablusgarp'a askeri destek sağlamaktaydı. Dahası İtalyan donanması Beyrut Deniz Muharebesi gibi deniz savaşları ile Osmanlı donanmasının savaş ve taşıma yapan bir kısım gemilerini yok etmişti. Yine Trablusgarp Savaşı için bir kısım subay ve asker Libya'daydı. İtalyanlarla olan Trablusgarp Savaşı, ancak I. Balkan Savaşı'nın çıkmasından birkaç gün sonra 15 Ekim 1912'de sonra erdirilebildi. Trablusgarp'ın Osmanlı'nın elinden çıkması, Rodos'u da içine alan On Adaların ise İtalya'dan antlaşma masasında geri alınabilecek iken; Balkan savaşında Yunanlar tarafından işgal edilmesini engellemek için geçici olarak İtalyanların eline bırakılması ile sonuçlandı (1. Dünya Savaşında Osmanlı ve İtalya ayrı taraflarda savaşa girince zaten fiilen işgal altındaki On İki Adalar, resmen İtalyanlarca işgal edilip İtalyan toprağı oldu.). Ayrıca Osmanlıların bir kısım kuvvetlerini de Balkanlara geç aktarmasına veya hiç aktaramamasına sebep oldu. Osmanlı, I. Balkan Savaşı öncesi Balkanlarda ordularının yerini sağlamlaştırabilecek bir hamle yapamadı.[15]

    Yine oluşan siyasal çekişmeli ortamda ordu reformları ihmal edilmişti. Almanların yardımıyla orduda bir kısım modernizasyonlar yapılmışsa da bunlar yetersizdi, Osmanlı İmparatorluğu hala askeri reformlarına ve orduya bir şekil verememişti. İşin daha da kötüsü ordunun siyasetin içine düşmesi yanında Rumeli'de ikmal yollarında yaşanan sorunlardı. Rumeli'deki Osmanlı Demiryolu ağı, Rumeli'ye ulaşmak için, korumak için zayıf ve asker taşımak için yetersiz bir durumdaydı. Anadolu ile bağlantıda sorunlar yaşanmaktaydı. Deniz yolunda ise Yunanlar donanmalarını geliştirmişler ve Osmanlılardan denizde üstün bir konuma erişmişlerdi. Bu da sorunlara yol açabilecekti.[16] Dahası I. Balkan Savaşı'nın hemen öncesi Osmanlı Yüksek Komutası Balkanlardaki 70.000 askerin ve bunların bulunduğu mobil askeri birliklerin tasarruf ve yaş haddi gerekçeleriyle terhis edilmesine karar vererek ölümcül bir hata yaptı; tecrübeli askerlerden yoksunluk ve böyle büyük çapta bir askeri terhis Balkan Savaşı'nda Osmanlının felaketini hazırlayan en büyük nedenlerden biri oldu.[5][17] Yine Osmanlı Ordusu iki tür birlikten oluşmaktaydı Nizam denen birlikler düzenli ve iyi donanımlı askerlerden oluşmaktaydı buna karşın Redif denen takviye (yedek) askeri kuvvetler ise disiplinsiz ve tecrübesiz, eğitimsiz askerlerden oluşmaktaydı en önemlisi topçu başta olmak üzere yetersiz ekipmanlara sahipti. Bir de bunun yanında Yunanlar, Bulgarlar veya Sırpların aksine Osmanlı seferberlik sistemi eski ve hantal bir pozisyondaydı. Öyle ki I. Balkan Savaşı boyunca savaşan ordular, hiçbir zaman hedeflediği sayıya ulaşamadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş öncesi Rumeli'de 3 ordusu vardı. Bunlardan biri Makedonya Ordusu, diğeri Vardar ordusu (ikisinin birleşimi batı ordusunu oluşturmaktadır) ve sonuncusu Trakya Ordusu (doğu Ordusu) idi, bu orduların toplamda 1.203 hareketli ve korumalı bölgelerde 1.115 sabit topu vardı.

    Teşkilatlanan Osmanlı ordusuna bir göz atılırsa;

    Yunanistan'a karşı 7'den biraz fazla tümen konumlanmıştır.

    Bulgaristan'a karşı güneydoğu Makedonya'da 1 kolordu 2 tümen konumlanmıştır.

    Karadağ'a karşı 4 den biraz fazla tümen konumlanmıştır.

    Organizasyon planına göre Osmanlı'nın batı ordusu (Vardar ve Makedonya orduları) savaş durumunda 598.000 askere ulaşacak ve bu şekilde düşmana karşı koyacaktı. Fakat demir yollarındaki yetersizlik bunun yanında Osmanlı'nın seferberlik sisteminde de hatalar vardı. Zira askere alınacak kişiler askere alındıkları ordunun yakınındaki bölgelerden alınırdı, bu seferberlik açısından silah altına alma ve askerlerin bölgeyi tanıması, zorlanmaması gibi belli bir kolaylık sağlasa da dezavantajları çoktu zira savaşılan bölgeye yakın ordunun olduğu yerde silah altına alınan bu kişiler, eğer silah altına alındıkları yerler cephe hattı ve düşman işgali tehlikesi olan yerlerdeyse bu bölge yakınında köylerinin, şehirlerinin başına gelenlerden derhal haberdar olduklarından bu durum onları demoralize edip dikkat dağınıklığı ve ailelerini korumak için firarlara sebep oluyordu. Örneğin Priştine ve Üsküp şehirlerinin ileride Sırpların eline geçtiğini veya buraya Sırplarının yürüdüğünü öğrenen, cephede savaşan tümenlerdeki Üsküplü Arnavut ve Türk redif askerlerin pek çoğu ailelerinin durumundan endişelenerek kurtarmak için panik içinde bulundukları yerleri terk edip bu yerlere gitmişlerdir. Sonuçta da Osmanlı ordusunda bu firarlar ağır sorunlara neden olmuştur. Ancak I. Dünya Savaşı'ndaki seferberlik programında imparatorluk bu sistemden dönebilmiştir. Balkan Savaşı'ndaki firar sorununun temel nedenlerinden biri de budur. Bu durum bazı kimselerce haksız şekilde "Balkanlarda Arnavutlar Osmanlılara ihanet etti" şeklinde düşünülmüştür. Bunu ihanet iddialarını destekleyecek öne sürdükleri bir dayanak da 1911'de Arnavutluk'ta ve 1912'de Kosova'da çıkan Arnavutluk isyanlarıdır. Oysaki durum hiç de öyle değildi zira 1911 yılındaki ve 1912 yılındaki isyanlara karşın Arnavutların çoğu Sırp, Karadağ, Yunan egemenliğinden çok Osmanlı yönetimi taraftarıydı ve özellikle Sırplarla çekişmeli durumdaydılar. Aynı eleştirilen Arnavutlar bu savaşta, Osmanlının "İşkodra Savunması" esnasında gönüllü birlikler kurup Osmanlı yanında Karadağ-Sırp birleşik ordusuna karşı savaşmışlardır. İşkodra'daki direniş ancak Nisan 1913'te savaşın sonuna yakın sert ve acımasız çatışmalardan, ablukadan sonra aç, susuz kalan şehir ile ilgili yapılan müzakerelerle teslim olması ile kırılmıştır. Ancak sonradan Esat Paşa Toptani gibi Arnavutlardan az sayıda kişiler sonradan Sırplarca etkilenerek Osmanlı aleyhine dönmüştür ancak bu kişiler de pek fazla Arnavutlardan taraftar bulmamıştır. Kaldı ki sadece Arnavutlardan değil Türklerden de Osmanlı aleyhine Balkan savaşında çalışan kişilere rastlanmaktadır. Büyük Sırbistan hayali Arnavutlar dışında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu da tedirgin etmekteydi. Bu imparatorlukta bölgede Slav veya Rus egemenliği yerine Osmanlıların bölgede olmasına taraftardı. Zira Sırbistan ve Rusya'nın kendi içindeki Slav azınlığı kışkırtacağı korkusu içindeydi, diğer taraftan Sırbistan'da bu imparatorluktan toprak koparma peşindeydi. Avusturya-Macaristan savaşta Osmanlı ordularının çöktüğünü fark ettiğinde ve Sırbistan'ın genişlemesinin kaçınılmaz olduğunu anladığında, bölgede bir Arnavutluk devleti kurulmasını ve bu şekilde Sırp egemenliğinin kırılmasını sağlamaya çalışmış, onlara hamilik etmiştir. Arnavutluk'un bağımsızlığın ilanı da apar topar yapılmıştır. Zira Osmanlı'nın artık kendilerine yardım imkânı kalmayıp; yaşadığı topraklarının Sırp, Karadağ ve Yunanlarca parçalanacağı ve katliama uğrayacakları korkusu ile yapılmış bir bağımsızlık ilanıdır.

    Bununla birlikte ihanet iddialarına bir başka dayanak da özellikle Kumanova Muharebesi'nde görülen orduya alınan Hristiyan askerlerin firarı sorunudur ki bu yönden bu iddialara hak verilebilir. Zira NY Times gibi gazetelerde belirtildiği üzere özellikle redif tümenlerine Balkan Savaşı'nda gerekli adaptasyon yapılmadan alınan kimi yerlerde ordunun %15-20'sini oluşturan Osmanlı yönetimindeki bölgelerdeki Sırp, Yunan ve Bulgar azınlıklardan bir kısmı karşılarında kendi milletlerinden olan orduları görünce cepheden firar etmişlerdir. Ancak ihanet dışında burada Osmanlı seferberlik hizmetlerini eleştirmek gerekir. Zira seferberlik sırasında asker adaptasyonları bu kişilere eğitim verilmeden apar topar silahlandırılarak ön cepheye sürülmüşlerdir, dahası I. Dünya Savaşı'nda da Hristiyan ve diğer azınlıklardan silah altına alınan kişiler vardır. Ancak bunlar için Osmanlı ordusu, I. Balkan Savaşı'ndaki gibi firar sorunu ile karşılaşmamıştır. Zira bu azınlık askerleri özel olarak seçilerek, adaptasyon süreçleri tamamlanarak ve kritik pozisyonlardan çok geri hizmetlerde görevlendirilerek kullanılmışlardır. Bu da I. Balkan Savaşı'nın kaybedilmesindeki temel nedenlerden birinin de Osmanlı'nın o dönemdeki seferberlik sistemi olduğunun açık göstergesidir. Seferberlik sistemi çok dramatik şekilde savaşı ve orduda mevcut asker sayısını etkiledi. Savaş başlangıcında Batı Ordusu'nda yalnızca 200.000 asker mevcuttu.[3] Takviye olarak daha fazla insan savaş boyunca gelse de savaştaki ağır kayıplar nedeniyle Batı Ordusu hiçbir zaman istenen sayının yakınına dahi ulaşamadı. Savaş sırasında Osmanlılar Suriye'den gerek Nizam (Nizamiye) ve gerekse Redif askerleri getirmeyi planlamıştı. Ancak bu da hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmedi; çünkü Yunanlar Ege'de deniz hakimiyetini ele geçirip takviyelerin denizden gelmesine engel oldular. Askerler de kara yolundan sevk edilmek zorunda kaldılar ve sonuçta bu takviyeler ya hiç Balkanlara gelmedi ya da istenen vakitte gelemedi.[18] Osmanlı Komuta Konseyi, Alman Askerî Danışmanlığı misyonunda düşmanlarının durumuna göre 12 farklı savaş planı hazırlamıştı. Özellikle 5 no.lu Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ'a karşı hazırlanan savaş planı iyi geliştirilmiş bir plandı ve ordunun çeşitli kademelerine kendi yerel savaş planlarında kullanılmak ve geliştirilmek üzere gönderildi.[19][20] Osmanlı Hükûmeti 16 Ekim 1912'de harp ilan etmekte ancak ordusunun son tertip 120 taburunu terhis etmiş, 35 taburunu başında Genelkurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa olmak üzere Yemen'e göndermiş, İtalyanların İzmir'e çıkarma ihtimaline karşı Balkanlardaki kuvvetlerinin bir kısmını İzmir'e intikal ettirmiş, seferberliğini tamamlayamamış, silahlı kuvvetlerini bir salgın hastalık gibi saran "mektepli", "alaylı", "redif", "zâdegân", "kurmay" subay çekişmelerini giderememiş, ordunun silah ve teçhizattaki eksikliklerini tamamlayamamış, yeterli eğitim ve tatbikat yaptırılamamıştı.[21] Bunun yanında Alman askeri danışmanlığının hazırladığı savunma planı Osmanlı Ordusu kurmaylarınca göz ardı edildi; zira o sırada yeni Harbiye Nazırı olan Nazım Paşa; daha önce Ahmet İzzet Paşa'nın da onayıyla yapılan bu savunma planlarının ve görüşünün aksine kitaplarını olduğu Fransız General Ferdinand Foch'un Fransız saldırı doktrinini benimsemiş biriydi.[22] Nazım Paşa'nın bu hatası bütün savaşı Osmanlı aleyhine etkileyecek nedenlerden biri olmuştur. Savaşın kaybedilmesinden hemen sonra Nazım Paşa, bu önemli hatalarından dolayı İttihatçı fedailer tarafından öldürüldü.[23][24]

    Osmanlı Donanmasının özellikle 1897 Türk-Yunan Savaşındaki kötü performansı nedeniyle, Osmanlı hükûmeti donanmada reformlara başlamak zorunda kaldı. Eski gemiler emekliye ayrıldı; yerine Fransa ve Almanya'dan yeni gemiler alındı. Buna ilave olarak Osmanlı Devleti 1907 yılında İngiliz donanma misyonundan eğitim ve taktik konusunda yardım istedi.[25] Amiral Bu yardım İngiltere tarafından kabul edildi. Sir Douglas Gamble başkanlığında bir heyet İstanbul'a geldi. Bununla birlikte bu misyon, görevi başarıya ulaşmasını neredeyse imkânsız görüyordu. Zira Jön Türkler İhtilali sonucu II. Abdülhamid tahtan indirilmiş ve Osmanlı Devleti politik açıdan karışık bir hale bürünmüştü. Dahası 1908 ile 1911 yılları arasındaki dönemde Osmanlı Donanma Bakanlığı tam 9 kere el değiştirdi. Bunun üzerine genç subaylarla, donanmanın çoğu kadrosunu elinde tutan ama hiç aktif görevlere katılmayan yaşlı eski subaylar arasında donanma içinde iç mücadeleler yaşanmakta idi ve yaşlı eski subaylar bu reformları engellemeye çalışıyordu. Bir de bunun üzerine Osmanlı gemi inşa programı üzerinde İngiliz kontrolü Osmanlı Bakanlarının şüpheleri ile karşılaştı ve Gamble'ın yeni gemiler alımı ve yapımı konusundaki planları için gerekli fonlar hiç hazır olmadı.

    Yunanların Averof atağına karşı Osmanlılar yeni zırhlı Alman kruvazörü SMS Blücher veya savaş kruvazörü SMS Moltke tipinde bir gemi almaya çalıştıysa da büyük maliyetler nedeniyle bu plan rafa kaldırıldı. Osmanlılar bunun yerine iki tane eski Brandenburg sınıfı ön dretnot gemiyi Alman donanmasından satın aldı. Bu gemilerden biri Barbaros Hayrettin diğeri ise Turgut Reis zırhlısıydı.[26] Bu zırhlılar Hamidiye ve Mecidiye kruvazörleri ile birlikte Osmanlı Donanmasının çekirdeğini oluşturuyordu.[27] Ancak 1912 yazında, bu 4 gemi de yoksul bir devlette kronik bir ihmalin kurbanıydı; telefonları çalışmıyor, mühimmat asansörleri ve mesafe ölçerler yerinden sökülmüş, pompalar korozyona uğramış, su geçirmez kapılarının çoğu artık kapanmaz durumdaydı.[28]

    Harekatlar[değiştir | kaynağı değiştir]

    Bulgar cephesi[değiştir | kaynağı değiştir]

    Karadağ, 8 Ekim 1912'de Osmanlı'ya savaş ilan ederek I. Balkan Savaşı'nı başlattı. Savaşın ilerleyişi ve Osmanlı'nın pes ettirilmesi için Bulgarların Osmanlı ile savaştığı Trakya cephesi; Arnavutluk, Kosova ve Makedonya cepheleri de dahil olmak üzere Balkanlar'ın batı kısmındaki cephelerden daha önemliydi. Coğrafik olarak Trakya'nın Osmanlı ile olan savaştaki en büyük cephe olması beklenirken bölgedeki Osmanlı[29] ordusunun Balkan Birliği'nin savaş düzenini ve askeri konumlarını yanlış tahmin etmesi üzerine Trakya'daki Osmanlı varlığı tehlikeye girdi. Düşmanın savaş stratejisinden bihaber olan Osmanlı güçleri Makedonya üzerinde yoğunlaştı. Osmanlı başkentindeki en etkili kişilerden biri olan Alman Büyükelçi Hans Freiherr von Wangenheim, 21 Ekim'de Berlin'e Osmanlı kuvvetlerinin savaş halinde Sırp ve Bulgar ordusunun büyük bölümünün Makedonya'ya yoğunlaşacağına inandığını rapor etmişti. Kölemen Abdullah Paşa'nın komutasındaki Osmanlı karargahı, Edirne'nin doğusunda yalnızca üç Bulgar piyade tümeni ile bulunacağına inanıyordu.[30] Tarihçi E. J. Erickson'a göre Osmanlı'nın Balkan Paktı'nın hedeflerini yanlış tahmini, Trakya'da Bulgarlara karşı gerekli direnişi gösterememeye neden oldu.[31] Osmanlı'nın bu yanlış tahmini aynı zaman da savaşın başında Trakya cephesindeki oldukça saldırgan Osmanlı stratejisinin de sebebiydi.

    Neticede Osmanlı Kırcaali Müfrezesi Kırcaali Muharebesi, kaybedilen Paşmaklı ve Kırcaali'yi geri almaya yönelik karşı saldırı olan Alamidere Muharebesini kaybetti akabinde müfrezeye Bulgar kıskaç harekatı başladı, Mestanlı'dan ordu Batı Trakya'ya çekildi. Kıskacı önleme ve çıkmaya yönelik olarak Balkan Töresi Muharebesi ve Merhamlı Muharebesi kaybedildi. Sıkıştırılan müfrezeye bağlı kuvvetler ve müfreze komutanı 27 kasımda Meriç nehrinde Bulgarlara emrindeki askerlerle birlikte teslim oldu. Dedeağaç ve Gümülcine'yi içine alan Batı Trakya Toprakları ve Şarkı Rumeli vilayetine bağlı topraklar,Doğu ve Batı Trakya'daki kilit öneme sahip demiryolu ağları Bulgarların eline geçti.

    Doğu Trakya'da Osmanlı ordusu Bulgar ordusuna karşı Kırklareli Muharebesi ve Lüleburgaz Muharebesi'ni kaybetti. Edirne kuşatma altına alındı, ordu Çatalca önlerine kadar çekildi Bulgar Ordusu Birinci Çatalca Muharebesi'nde ancak durdurulabildi.

    Bulgarlar Gelibolu ve Bolayır'a saldırarak Bolayır Muharebesi ile Çanakkale Boğazının Trakya kısmını ele geçirdiler. Kaybedilen Doğu Trakya topraklarını geri alma ve aynı zamanda kuşatılan Edirne'yi kurtarma İstanbul üzerindeki Bulgar tehlikesini bertarafa yönelik İkinci Çatalca Muharebesi'nden İstanbul'un Bulgarlarca işgalinin engellenmesi dışında tam netice alınamadı, Şarköy Harekatı başarısızlıkla sonuçlandı. Savaş sonuna kadar İstanbul üzerindeki Bulgar tehdidi bertaraf edilemedi. Bolayır ve Gelibolu 1913 ortalarına kadar Bulgarlardan geri alınamadı.

    Bulgarları deniz ablukasına almaya yönelik Varna Deniz Muharebesi'de kaybedildi. 26 Mart 1913'te aylarca Bulgarlar ve Sırplarca kuşatılan Edirne Bulgarların eline geçti Bulgarlar 60.000'den fazla Osmanlı askerini esir aldı.

    Yunan Cephesi[değiştir | kaynağı değiştir]

    Epir cephesinde Yunan ordusu başlangıçta sayıca oldukça üstün değildi ancak Osmanlı Yanya kolordusunda da disiplinsizlik Arnavutların firari had safadaydı.Buna rağmen Yunanlar saldiriya geçtiler.Esad Paşa komitasındaki Osmanlı Yanya Kolordusu Komçiadis Muharebesi'nde General Sabuncakis komutasındaki Yunan Epir ordusunu yenmesine karşın hemen ardından Gribova Muharebesi Osmanlı yenilgisi ile sonuçlandı. Sonrasında Osmanlıların bazı başarılarına karşın Yunanlar ilerlemeye devam ettiler, bu arada Osmanlıların pasif tutumundan dolayı Yunanlar, 21 Ekim 1912'de Preveze'yi ele geçirdi; burayı geri almaya Epir ordusu'nun ilerlemesini durdurmaya yönelik Beşpınar Muharebesi'nden Osmanlılar bir sonuç alamadı. Sonrasında Driskos Muharebesi'nde Osmanlılar savunma hatlarına saldırıya geçen Epir Ordusu ile ona bağlı Yunan Kızıl gömleklileri'ni ve Garibaldin olarak bilinen İtalyan gönüllüleri bozguna uğratsa da Yunan ordusu saldırılarını Kuzey Yanya'ya doğru ilerlemesini sürdürdü. Epir ordusunun üstünlüğü ile sonuçlanan Pista Muharebesi akabinde Yanya kolordusu Yanya müstahkem mevkiine kadar gerileyip tümden savunma konumuna geçmek zorunda kaldı. Öte yandan 5 Kasım'da Binbaşı Spyros Spyromilios, Himara'nın kıyı bölgesinde bir isyana öncülük etti ve Osmanlı garnizonunu önemli bir direniş görmeden şehirden çıkardı.[32][33]. 20 Kasım'da Batı Makedonya'da Yunan birlikleri Osmanlı Vardar ordusuna bağlı birliklerce korunan Görice'yi Görice Muharebesi ile ele geçirdi. Yanya kolordusunun kuzeyden takviye ve lojistik desteklerini zora düşürdü. Bu ilerlemelerine rağmen Yunan kuvvetleri, Yanya'yı koruyan Bizani'deki Alman tasarımlı savunma pozisyonlarına karşı saldırmak için gerekli olan sayıdan yoksundu. Bu yüzden Makedon cephesinden takviye beklemek zorunda kaldılar.[34]

    Makedonya'daki askeri hareketlilik sona erdikten sonra ordunun büyük bir kısmı daha sonradan Konstantin'inin kendisinin komutasına girecek şekilde Epir'e yerleştirildi. Bununla birlikte Birinci Yanya Muharebeleri ve İkinci Yanya Muharebesi Osmanlı zaferi ile sonuçlandı. Fakat 2.Yanya Muharebesi sonrası kullanılan top mermileri yerine ısrarlı talebe karşın yenileri yollanmayan artık yeni takviye alamayan, Arnavut firarları ile bunalmış muharip asker sayısı iyice azalmış Yanya kolordusunun sürekli takviye alıp asker ve topçu sayısını iyice artıran Epir ordusundan gelecek yeni bir saldırıyı kaldıracak hali kalmamıştı.Nitekim Sabuncakis'in 1. Ve 2.Yanya Muharebelerindeki başarısızlıkları sebebiyle Epir kolordusu komutanlığı görevinden alınıp yerine Veliaht Ķonstantin'in getirilmesi akabinde Epir Ordusunca Bizani Muharebesi'nde (Üçüncü Yanya Muharebesi) Osmanlı hatları yarıldı ve 6 Mart 1913'te Yanya alındı Yanya kolordusunun pek çok askeri ve komutanı Esad Paşa Yunanlara teslim olmak zorunda kaldı. Kuşatma sırasında 8 Şubat 1913'te, Yunanistan pilotu Rus kökenli N. de Sackoff, Bizani Kalesi'ne bomba attıktan sonra yerden gelen ateş sonucu düştü. Böylece kendisi savaşta vurulan ilk pilot oldu. İyonya Adaları'ndan Lefkas'ın kuzeyindeki küçük bir kasaba olan Preveze yakınlarına indi ve yerli Yunanların yardımı ile uçağını tamir edip üsse geri döndü.[35] Yanya düştükten sonra Yunan ordusu Arnavutluk'un güneyindeki Kuzey Epir'e ilerledi. Sırp kontrol hattına çok yakın bir mevkide ilerlemelerini durdurdular.

    I. Balkan Savaşı ve Londra Konferansı[değiştir | kaynağı değiştir]

    Bu devletlerin savaş ilanında, Balkanları koruyacak büyük bir Osmanlı ordusu bulunmuyordu. Böylece güçsüz ve küçük ordulara karşı birçok zafer kazandılar. Bulgarlar, yönünü doğuya yöneltti ve Trakya'nın önemli kısmını işgal etti. Sırplar; Priştine, Üsküp ve Manastır'ı; Yunanlar ise Serfice, Selânik, Bozcaada, Limni, Sakız ve Midilli adalarını kolayca işgal etti. Sırplar ve Karadağlılar ise Arnavutluk'u paylaştılar. Osmanlı ordusu, bu yenilgilere karşı önemli bir harekâtta bulunamıyordu.

    Uğranılan bu ağır yenilgiler üzerine Bâb-ı Âli barış istedi ve Londra Konferansı düzenlendi. Bu konferans ile Osmanlı Devleti büyük bir kayba uğruyordu.

    Toprak Kaybı[değiştir | kaynağı değiştir]

    Yapılan bu konferans ile, Osmanlı Devleti büyük bir kayba uğradı. Bu kayıp şöyledir:

    Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş sonrası Avrupa'da kalan toprağı 26.000 km² idi. Avrupa'daki toprakların %83'ü ve nüfusun %69'u kaybedildi.[36] Ayrıca On İki Ada, Ege Adaları ve Girit kaybedildi.[36] Balkan Devletlerinin, bu toprak kazancı ile nüfusları, önemli oranda arttı. Bu devletlerden, Bulgaristan, en çok toprak kazanan devlet olurken, en az toprak kazanan devlet ise Karadağ oldu. Bu savaş sonucunda, Kırklareli'ye kadar olan tüm topraklar kaybedildi. Ancak, bu toprak dağıtımında birçok devlet birbirine düştü. Nedeni ise; toprak paylaşımının adaletsizliği bahane edildi. Bu nedenle, II. Balkan Savaşı başladı.

    Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

    Yazı kaynağı : tr.wikipedia.org

    Batı Trakya Sorunu - Atatürk Ansiklopedisi

    Osmanlı Devleti 1912-13 Balkan Savaşı’nda yenilmiş, Edirne Kalesi de, 161 günlük kahramanca bir savunmadan sonra 16 Mart 1913 günü Bulgarların eline geçmişti. 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Barış Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Edirne dâhil Midye-Enez hattının ötesinde kalan Trakya’yı ve bütün Rumeli’yi Balkanlı müttefiklere bırakmayı kabul etmişti. Bu antlaşma ile bütün Batı Trakya da kaybedilmişti. Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak hâlinde hareket etmiş ve Balkan Savaşı’nı kazanmış olan Balkan Devletleri, Osmanlı Devleti’nin terk ettiği geniş Rumeli topraklarının paylaşılmasında birbirlerine düştüler ve savaşa tutuştular. İkinci Balkan Savaşı başladı. Sırp ve Yunan kuvvetleri bir olup Bulgarlara saldırdılar ve Bulgar kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Bu arada Türk ordusu da Midye-Enez hattını aşarak Edirne’yi Bulgarların elinden kurtardı (23 Temmuz 1913). 10 Ağustos 1913’te Balkan Devletleri arasında imzalanan Bükreş Barış Antlaşması ile Batı Trakya Bulgaristan’da kaldı. Yunan-Bulgar sınırı Kavala şehrinin 30 kilometre kadar doğusunda, Mesta Karasu’nun ağzından Ege’ye çıkmakta idi. Batı Trakya buradan başlıyor; Meriç Nehri’ne Kadar uzanıyordu. Yani Meriç ile Mesta Karasu ve Rodoplar ile Ege Denizi arasında kalan toprakları kapsıyordu. Batı Trakya nüfusunun yüzde 85’i Türk’tü. Bükreş Barış Antlaşması’ndan hemen sonra, Ağustos 1913’te Batı Trakya, Türk çeteleri veya milis kuvvetleri tarafından kurtarıldı; Batı Trakya’nın merkezi sayılan Gümülcine de 1 Eylül 1913’te Türklerin eline geçti. Batı Trakya’nın Türk çeteleri tarafından kurtarılması üzerine burada “Garbi Trakya Hükümeti Muvakkatası” adıyla geçici bir hükümet kuruldu. Başkanlığa Müderris Salih Hoca seçildi, bazı beyler ve eski memurlardan bir de Garbi Trakya Muvakkat Hükümet Heyeti oluşturuldu. Bu geçici hükümetin üstünde Garbi Trakya Hükümeti İcraiyesi vardı ki bunun başında da, aynı zamanda Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi olan Süleyman Askeri Bey bulunuyordu. Batı Trakya’da böyle bir hükümet kurulması hem Bulgar Hükümeti’ni, hem de Osmanlı Hükümeti’ni telaşlandırdı. İki hükümet delegeleri buluşup 29 Eylül 1913’te İstanbul’da Türk-Bulgar Barış Antlaşması imzaladılar. Bu antlaşma ile Batı Trakya tamamıyla Bulgaristan’a bırakıldı. Yani Türk sınırı Meriç’e kadar geriledi, bugünkü sınıra yakın bir yerden geçti. Mustafa Paşa (Svilengrad) Bulgaristan’da; Karaağaç, Dimetoka Osmanlı Devleti’nde kaldı. Batı Trakya’daki geçici hükümetinin ömrü de sadece iki buçuk ay sürmüş oldu. (15 Ağustos—30 Ekim 1913). 6 Eylül 1915 günü Sofya’da bir Osmanlı-Bulgar Hudut Düzeltme Antlaşması imzalandı. Bulgaristan’ı Almanya ve Osmanlı Devleti safında Birinci Dünya Savaşı’na sokmak amacıyla yapılan bu antlaşma ile Bulgaristan’a Doğu Trakya’dan Türk toprağı verildi. Yurt savunmasını felce uğratacak biçimde Karaağaç-Kuleli Burgaz demiryolu da Bulgaristan’a terk edildi… Mütareke dönemimde Trakya ve Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Yunan ve Bulgar tehdidine karşı Batı ve Doğu Trakya’yı korumak için çalışmalar yaptıysa da Yunan yayılması önlenemedi. Batı Trakya 27 Mayıs 1920’de, Doğu Trakya da 25 Temmuz 1920’de Yunan işgaline girdi. Bu, sözde geçici bir işgaldi, Trakya’nın kaderi Türkiye ile yapılacak barış konferansında kesinleşecekti. 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı Hükümeti’ne imzalatılan Sevr Antlaşması, Batı Trakya’nın şartlı olarak Yunanistan’a bırakılmasını öngördü. Şart, Batı Trakya’da yaşayan ve Elen aslından olmayan azınlıkların korunmasıydı. Yani, Miletler Cemiyeti sisteminde Batı Trakya Türklerinin azınlık hakları güvence altına alınıyordu. 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı tarafından kabul edilen Misak-ı Milli ise Batı Trakya’nın kaderinin plebisit ile belirlenmesini öngördü: “Türkiye ile yapılacak barışa kadar ertelenen Batı Trakya’nın hukuksal durumunun belirlenmesi de, halkın serbestçe açıklayacağı oya göre olmalıdır” dedi. (Md. 3). Lozan Konferansı’na giderken İsmet Paşa’ya verilen 14 maddelik hükümet talimatının Trakya’ya ilişkin maddeleri şunlardı: “5. Trakya garb hududu: 1914 hududunun istihsaline çalışılacaktır.  6. Garbi Trakya: Misak-ı Milli maddesi (yani plebisit istenecek)” Lozan Barış Konferansı 20 Kasım 1922’de açıldı. Açıldıktan iki gün sonra Trakya sınırı konularını ele aldı. Bu konuda Lozan’da İsmet Paşa ile Ankara’da Başbakanlık arasında geçen bazı şifre telgraf yazışmaları özetle aşağıdadır (Lozan Telgrafları kitabından aktarıldı): 22 Kasım 1922: İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 15: “Konferans Komisyon halinde toplandı. Doğu Trakya için 1913 sınırını ve Batı Trakya için plebisit istedim. Venizelos, kabul etmeyeceğini söyledi. Bulgarlar, Ege Denizi’ne çıkış istediler. Ben, önerilerin hepsine gelecek toplantıda cevap vereceğimi bildirdim. Curzon ile tartıştık. Kendi görüşlerini açıkladı. Meriç’e kadar bir sınır ve bir de tarafsız bölge öngörüyorlar. Curzon, devletlerin birlik olduklarını yineledi. Fransız ve İtalyanlar onu doğruladılar. Karaağaç’ın kurtarılabileceğini umuyorum. Ama 1913 sınırını kurtarmak ve Batı Trakya’da plebisit yaptırmak zor. Bu yüzden konferansın kesilmesine meydan vermeyeceğim.” 23 Kasım 1922: İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 18, 19, 20, 21 “Arazi Komisyonu toplandı. Hepsine uzun bir cevap verdim. Yunanlılar saldırgan ve sorumludur, dedim. Batı Trakya’nın kendi kaderini belirlemesini ve Doğu Trakya için 1913 sınırını savundum. Bulgarlara Ege’de çıkış verilmesine Türkiye’nin taraftar olduğunu belirttim. Tarafsız bölge işi alt komisyona yollandı. Venizelos cevap verdi. Konuşmam Yunanlıları biraz güç durumda bıraktı. Alt komisyon öğleden sonra toplandı. Sınırda Karadeniz’den Ege Denizi’ne kadar 30 kilometre genişliğinde askerden arındırılmış bir bölge öngörülüyor.” 25 Kasım 1922: İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 27 “Alt komisyon toplandı ve askerden arındırılmış sınır bölgesini hazırladı. Tartışmalar uzadı. İş ertelendi. Bulgarlar Dedeağaç’tan koridor istediler. Venizelos saldırdı. Bulgarlar bizim aleyhimizde davranıyorlar.” 26 Kasım 1922: İsmet Paşa’dan Başbakanlığa tel. No. 29, 30 “Komisyonda Trakya sınırı görüşüldü. Curzon Karaağaç istasyonunu veremeyeceklerini söyledi. Batı Trakya’da plebisiti reddettiler. Sonra adalar işine geçildi…” 26/27 Kasım 1922: Başbakan Hüseyin Rauf Bey’den İsmet Paşa’ya tel. No. 19. “Karaağaç’ın kurtarılabileceği, ama Batı Trakya’da plebisitin güç olduğu yolundaki görüşünüz uygundur…” Kısacası, Batı Trakya’da plebisit yapılması önerisi Lozan’da kabul ettirilemedi. Edirne’nin demiryolu istasyonu olan Karaağaç ise Lozan Konferansı’nda büyük güçlükle kurtarılabildi. Lord Curzon, Karaağaç Kasabası’nın Meriç Nehri’nin batısında kaldığı için Türkiye’ye katılamayacağını, Türklerin Meriç’i aşamayacaklarını ileri sürdü. Müttefikler ve Balkan ülkeleri tarafından da desteklendi. Balkan ülkeleri, Türkiye’nin Meriç’i aşmasından endişe duymuşlardı. Karaağaç, ancak uzun tartışmalar sonunda kurtarılabildi. Batı Trakya’da plebisit konusunda ise; Türkiye, yalnız kaldı. Plebisit yapılsaydı, Batı Trakya Yunanistan’da kalamayacak, ya bağımsız bir devlet olacak, ya da Türkiye’ye katılacaktı. Bu ihtimal Balkan Devletleri’ni ürküttü ve konferansta onları Batılıların yanına itti. Sonunda Batı Trakya, Yunanistan sınırları içinde bırakıldı. Burada yaşayan Türk-Müslüman azınlığına, Devletler Hukukunca öngörülen azınlık hakları tanındı. Lozan Barış Antlaşması’nda, mübadele dışında bırakılan İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri için “Azınlıkların Korunması” başlığı altında ayrı bir kesim yer aldı (Madde 37-45). Antlaşmanın Batı Trakya Türklerinin azınlık haklarıyla ilgili hükümleri, “temel yasa” niteliğindedir; yani hiçbir Yunan yasası, hiçbir Yunan yönetmeliği bu temel hükümlere aykırı olamaz. Yunan Hükümeti, Türk azınlığına karşı doğum, milliyet, dil, soy ya da din ayrımı gözetmeyecektir. Türk azınlığı, yasalar önünde eşit, dolaşım ve göç özgürlüğüne sahip olacak; basın ve yayında Türkçeyi serbestçe kullanacak; kullanması kısıtlanmayacaktır. Azınlığın kendi dini, sosyal, kültürel kurumları olacak, okullarında Türkçe eğitim verilecek vs. Lozan’da, Barış Antlaşmasının yanı sıra bir de Trakya Sınırına İlişkin Sözleşme imzalandı. Bununla Türk-Bulgar ve Türk-Yunan sınırının her iki tarafında yaklaşık 30 km genişliğinde askerlikten arındırılmış bir bölge oluşturuldu. Bu sınırlama 13 yıl sürdükten sonra 1936 yılında kaldırıldı ve Türk askeri tekrar Edirne’ye ve Trakya sınırına yerleşti. Lozan Antlaşması’yla Yunanistan’a bırakılan Batı Trakya, Yunan yönetimi altında üç vilâyet olarak örgütlendi. Türk sınırına bitişik bölgede “Evros İli” kuruldu, buranın merkezi Dedeağaç (Alaksandropolis)’tır. Orta bölgede “Rodop İli” yer almaktadır, buranın merkezi Gümülcine (Komotini) şehridir. Batı Trakya’nın en batısında “Ksanti İli” bulunmaktadır, buranın merkezi de İaskeçe (Ksanti) şehridir. Batı Trakya’nın bir bölgesi de “Yasak bölge” ilân edilmiş ve buraya giriş çıkışlar sınırlandırılmıştır. Türkiye, Cumhuriyet Döneminde Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’dan çok göçmen almıştır; fakat mübadele dışında tutulmuş olan Batı Trakya’dan resmen göçmen almamıştır. Batı Trakya Türklerinin “etabli” olarak yerlerinde kalmaları öngörülmüştür. İstisnai olarak zaman zaman Batı Trakya’dan Türkiye’ye sığınmalar olmuş, İkinci Dünya Savaşı yıllarında bu sığınmacıların veya “mültecilerin” sayısında epeyce artış da görülmüştür. Fakat bunlar dışında Batı Trakya’dan “göçmen” alınmamıştır. Yunan Hükümeti ise Batı Trakya Türklerinin sayısını yıldan yıla azaltmak ve zaman içinde bu soydaşlarımızı bitirmek politikasını izlemiştir. Bu politikada çok yol alınmıştır. 1997 tarihli bir araştırmada: Etabli belgeleriyle Türk azınlığı olduğu tespit edilen Batı Trakya Türklerinin normal nüfus artışıyla bugünkü nüfusu 600 bin olması gerekirken Yunan yönetimlerince uygulanan politikalar sonucu 150 bin’de kalmıştır” denilmektedir. Türkiye’ye göç edemeyen Batı Trakya Türkleri, başka ülkelere gönderilerek sayıca azaltılmıştır. Bu soydaşlarımızın Avrupa’ya, Avustralya’ya göçleri teşvik edilmiş; fakat onlara verilen özel pasaportlarla geri dönüşleri yasaklanmıştır. Ülkelerinden çıktıktan sonra bu kardeşlerimiz bir daha ziyaret için dahi Batı Trakya’ya dönememişlerdir. Bir süre sonra bu soydaşlarımız Yunan vatandaşlığından da çıkarılarak, kapılar onlara tamamen kapanmış ve onların Batı Trakya ile ilişkileri kesilmiştir. Yunan Hükümetleri, Lozan Antlaşması’na yeteri kadar uymamayı sürdürmektedir. Batı Trakya Türk azınlığına baskılar uygulanmış ve uygulanmaktadır. Azınlığın “Türk” adını kullanması yasaklanmış, azınlık cemaatinin kendi müftülerini seçmeleri engellenmiştir. Türklerin toprak ve taşınmaz mal satın almalarının yasaklanması, Türk okullarında Türk öğretmenlerin görev yapmalarına sınırlamalar getirilmesi, Türk azınlığının Türkiye’den kitap getirtmelerinin önüne engeller oluşturulması gibi tutumlar sergilenmiştir. Radyo, TV, hoparlör yayınlarını yasaklanmış,  % 85’i tarımla geçinen Batı Trakya Türklerine traktör ehliyeti verilmemiş, ehliyetsiz traktör kullanmaya kalkışanlar ağır para cezalarına çarptırılmışlardır. Devam eden çeşitli yaptırım ve baskılarla birlikte Batı Trakya sorunu kanayan bir yaradır. Anavatan Türkiye, diplomatik kanalla Türk azınlığının haklarını korumaya çalışmaktadır.

    Bilâl N. ŞİMŞİR

    KAYNAKÇA

    AYDINLI, Ahmet, Batı Trakya Faciası’nın İçyüzü, Arın Yayınları, İstanbul 1971.

    BIYIKLIOĞLU, Tevfik, Trakya’da Millî Mücadele, Cilt 1-2, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1955.

    EREN, Halit, Batı Trakya Türkleri, İstanbul 1997.

    GÜNER, Zekâi, Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri (1 Aralık 1918-13 Mayıs 1920), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998.

    Nevrekoplu Celal Bey, Batı Trakya’nın Bitmeyen Çilesi, Arma Yayınları, İstanbul 2000.

    ORAN, Baskın, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayını, Ankara 1986.

    ŞİMŞİR, Bilâl N., Lozan Telgrafları I (1922-1923), II (Şubat – Ağustos 1923), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1990-1994.


    Yazı kaynağı : ataturkansiklopedisi.gov.tr

    Londra Antlaşması Nedir? Londra Antlaşması Tarihi, Maddeleri, Önemi Ve Sonuçları Kısaca Özeti

    Londra Antlaşması Nedir? Londra Antlaşması Tarihi, Maddeleri, Önemi Ve Sonuçları Kısaca Özeti

    Londra antlaşması Osmanlı imparatorluğunun imzaladığı son antlaşmalar arasında yer almaktadır. İngiltere'nin Londra şehrinde imzalanmış olan bir antlaşmadır. 

     Londra Antlaşması Nedir? 

     Balkan savaşlarından sonra imzalanan bir antlaşmadır. Osmanlı imparatorluğunun yenilgisi sonucunda imzalanmış bir antlaşmadır. Bu antlaşma ile birlikte Osmanlı imparatorluğu toprak kaybetmeye devam etmiştir. Bu antlaşmadan ise en karlı çıkan ülkelerden bir tanesi olan bugünkü Bulgaristan olmuştur. Bulgaristan bu antlaşmadan istediği sonucu almıştır. Bulgaristan bu antlaşma ile birlikte Trakya bölgesinde hakimiyeti iyice kurmaya başlamıştır. 

     Londra Antlaşması Kimler Arasında Gerçekleşmiştir? 

     Londra antlaşması İngiltere'nin başkenti olan Londra'da Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan krallığı, Karadağ, Sırbistan, Avusturya - Macaristan, İtalya, Almanya, Yunanistan ve Rusya arasında imzalanmış olan çok devletten oluşan bir antlaşmadır. 

     Londra Antlaşması Tarihi ve Özeti 

     Londra antlaşması 1913 yılında 30 Mayısta imzalanmış olan bir antlaşmadır. Bu antlaşmanın maddeleri genellikle Bulgaristan krallığına yöneliktir. Barış antlaşması olsa dahi Londra antlaşması Osmanlı imparatorluğu açısından çok ağır şartları içeren bir antlaşmadır. Her şarta rağmen Osmanlı imparatorluğu bu antlaşmayı istemese dahi kabul etmek zorunda kalacaktır. Osmanlı imparatorluğunun mağlubiyeti sonucunda 1913 yılında bir konferans düzenlenmesine karar verilmiştir. Düzenlenen konferansa Osmanlı imparatorluğu da davet edilmiştir. Bu konferans önemli konuları ele alan bir konferans olmuştur. 

     Özellikle 1913 yılında ki Londra konferansı boğazlar konusunu da ele alan bir antlaşmadır. Pek çok devlet boğazlar hakkında farklı fikirler yürütmüştür. Yapılan görüşmeler sonucunda Londra antlaşmasında toplam da 3 madde belirlenmiştir. Osmanlı imparatorluğu da istememesine rağmen bu antlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştır. 

     Londra Antlaşması Maddeleri 

     - Selanik, Makedonya ve Girit bu tarihten itibaren tamamen Yunanistan devletine ait olacaktır.

     - Makedonya'nın kuzey tarafı aynı zamanda orta tarafı da Sırbistan devletine verilecektir. Buranın yönetimi de yine Sırbistan devletine ait olacaktır.

     - Osmanlı imparatorluğunun Balkanlar'da yer alan devlet sınırları tamamen değişecektir. Bu sınırlar ise Enez sınırına kadar geri çekilecektir. 

     Londra Antlaşması Önemi 

     Londra antlaşması uzun süredir devam eden Mısır sorununu tamamen çözüme kavuşturulmasına neden olmuştur. Bu antlaşma Osmanlı imparatorluğunun otoritesini Balkanlar'da önemli ölçüde sarsmıştır. Bundan dolayı antlaşma bittikten sonra Osmanlı imparatorluğu Tanzimat fermanı ilan etmek zorunda kalmıştır. Bu antlaşma Osmanlı imparatorluğunun otoritesini sarstığı gibi Osmanlı imparatorluğunun büyük güç kaybetmesine de sebep olmuştur. Bu bağlamda Osmanlı imparatorluğu açısından ağır şartlar içeren bir antlaşma olmuştur. 

     Osmanlı imparatorluğunun gerileme döneminde imzaladığı ve ağır şartlar içeren bir antlaşmadır. 

     Londra Antlaşması Sonuçları 

     - Osmanlı imparatorluğu bu antlaşma sonucunda sınırlarını Enez bölgesine kadar çekti.

     - Bulgaristan bu antlaşma sonucunda Trakya'da önemli bir söz sahibi oldu. Dedeağaç ve Kavala Bulgaristan'a geri verildi.

     - Kuzey Makedonya ve orta Makedonya bu antlaşma ile Sırbistan'ın yönetimine bırakıldı.

     - Yunanistan Girit ve Selanik'i bu antlaşma sonucunda ele geçirdi.

     - Bulgaristan artık Ege denizinde de hakimiyetini kurmaya başladı.

     - Bu antlaşma sonucunda Bab-ı ali baskını gerçekleşerek İttihat ve Terakki'nin iktidar olduğu bir dönem resmen başlamış oldu.

     - II. Balkan savaşı başlayınca Londra antlaşması maddeleri ve hükümleri tamamen geçersiz sayıldı.

    Yazı kaynağı : www.hurriyet.com.tr

    Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında

    Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.

    Yazının devamını okumak istermisiniz?
    Yorum yap