denizin üzerinde beliren şey tüm hayatlarını değiştirmek üzere film
denizin üzerinde beliren şey tüm hayatlarını değiştirmek üzere film Ne90'dan bulabilirsiniz
İzlediğinizde hayatınızı kökten değiştirecek 10 film!
1. FORREST GUMP
BaşrolleriniTom Hanks ve Gary Sinise’in paylaştığı Forrest Gump, unutamadığımız ve üzerinden yıllar geçse de en depresif zamanlarımızda sarılmak isteyeceğimiz filmlerden bir tanesi… Forrest Gump’ın çocukluğundan, yetişkin hayatına kadar yaşadığı mucizeleri ve yaşamda elde edilen başarıları aslında kişinin kendisinin mümkün kıldığını bizlere anlatıyor Forrest Gump… İzlemeyen varsa ve kendisine umut aşılayacak bir şeyler izlemek istiyorsa mutlaka bu kült filmin play tuşuna basmalı!
2. FIGHT CLUB (DÖVÜŞ KULÜBÜ)
Dövüş Kulübü’nün birinci kuralı: Asla Dövüş Kulübü hakkında konuşma! Tom Hanks, Edward Norton ve Helena Bonham Carter’ın harikalar yarattığı Fight Club’ı, izlememiş olsa da, bilmeyen yoktur. Monoton hayatına bir isyan olarak Dövüş Kulübü’ne katılan Jack’in yeni hayatını ve yeni kararlarını izlediğimiz Fight Club’ın sonunda da bizi tatlı sürprizler bekliyor. Hayatın monotonluğundan kaçmak istediğinde Fight Club’ı açıp kendini tüm dünyadan soyutladığında hayatında hiç olmazsa duygularının iyiye gideceği garantisini veriyoruz.
3. REQUIEM FOR A DREAM (BİR RÜYA İÇİN AĞIT)
Hafızalardan silinmeyen müzikleri ve unutulmaz performanslarıyla sinema tarihinde önemli bir yeri olan Requiem For A Dream, ağır bir dram filmi… Kimi masum, kimi hatalı seçimlerinin bedelini en ağır şekilde ödemek zorunda kalan bir grup insanın hayatını sunuyor bizlere Requiem For A Dream… İlk bakışta sizi umutsuzluğa sürükleyecek gibi görünse de, aslında hayatınızın bir armağan olduğunu sizlere bir kez daha gösterecek, çok değerli bir hikaye izlemiş olacaksınız.
4. NEVER LET ME GO (BENİ ASLA BIRAKMA)
Keira Knightley, Carey Mulligan ve Andrew Garfield’ın başrollerini paylaştığı, üzerinden yıllar geçmesine rağmen etkisini asla kaybetmeyen, unutulmaz filmlerden bir tanesi Never Let Me Go… Hayatları daha ilk andan beri planlanmış ve yaşamları kısıtlı olan üç gencin, aşklarının ve dostluklarının peşinden koşmasını bizlere anlatan Never Let Me Go’yu izlediğinizde hayallerinize daha sıkı tutunacaksınız. Çünkü kendi hayatını, kendi verdiğin kararlarla ve kendi istediğin şekilde yaşayabilmenin bile ne kadar kıymetli bir hediye olduğunu göreceksiniz.
5. MY OWN PRIVATE IDAHO (BENİM GÜZEL IDAHO’M)
Sadece River Phoenix ve Keanu Reeves’in eşsiz performansları ile dahi unutulmazlar arasına girebilecek olan My Own Private Idaho, hiç bitmeyecek bir yola çıkan iki genç adamın hayatını konu ediniyor. Hayattan küçük beklentileri olan ve geçmişindeki zenginliği elinin tersiyle iten iki genç adam… Sizi temin ederiz; bu filmi bir kere izlediğinizde, bir daha unutamayacaksınız.
6. SILVER LININGS PLAYBOOK (UMUT IŞIĞIM)
Çevresinkeriler tarafından “sorunlu” olarak hayatın en kuytu kenarında tutulan iki insanın, birbirlerinin hayatını keşfetmesini anlatan Silver Linings Playbook o ezberlediğimiz klasik romantik hikayelerden değil… Her şeyiyle gerçek ve her anıyla size kendinizi olduğunuz gibi kabul etmenizi, çevrenizdekilerin de sizi olduğunuz gibi kabul etmek zorunda olduğunu anlatıyor. Bu filmi izlediğiniz an, aşka ve hayata bakışınız değişecek.
7. KADER
Zeki Demirkubuz imzalı Kader filmini, oyuncu performanslarından hikayesine kadar akıllara nasıl kazındığını izleyen herkes bilir. Bir kere kendinizi bu girdaba kaptırdığınızda, bir daha Kader karşınıza çıktığında gözlerinizi alamayacaksınız. Çünkü izleyeceğiniz her şey çok gerçek gelecek… Sadece kafamızı çevirdiğimiz, geçmekten korktuğumuz arka sokakların hikayesi…
8. DEAD POETS SOCIETY (ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ)
Hepimizin mutlaka bir dizesini okuduğumuz bir şiir, Dead Poets Society… Bir grup gencin, hayat dersini izlediğimiz filmin oyuncu kadrosu da en az hikayesi kadar güçlü… Robin Williams’ın adeta bir resital verdiği, oyunculuk kariyerinin en önemli işlerinden bir tanesi olan Dead Poets Society, izlediğinizde hayatınızın merkezine oturacak ve alacağınız kararlarda aklınızdan çıkmayacak hikayelerden bir tanesi…
9. THE PIANIST (PİYANİST)
Hayattaki tek tutkusu müzik olan bir adamın ve ailesinin, İkinci Dünya Savaşı sırasında hayatlarının altüst oluşunu izlediğimiz, Yahudi Soykırımı’nı konu edinen The Pianist, şüphesiz ki sinema tarihinin en çarpıcı filmlerinden bir tanesi… Bir kere izlediğinizde, etkisini üzerinden atamadığınız gibi içindeki küçük düşmanlıklara da veda etmek isteyeceksiniz.
10. THE GREEN MILE (YEŞİL YOL)
Stephen King’in unutulmaz romanlarından biri olan The Green Mile, sinema tarihinin başyapıtlarından bir tanesi! İzlememiş olsa da, bilmeyen yoktur. Filmin play tuşuna bastığınızda, bambaşka bir dünyaya yolculuk edeceksiniz. Bildiğiniz dünyalara ise pek benzemeyecek… John Coffey’in trajik hikayesini izlediğimiz film aklınızda olduğu kadar kalbinizde de yer edecek.
noluyotv.com Tarafından hazırlanmıştır.
Yazı kaynağı : www.hurriyet.com.tr
Denizin Ortasında
IMDB: 6.9
Tür: Aksiyon, Tarih, Gerilim, Macera, Dram,
Yapım: 2015
Yönetmen: Ron Howard,
Yazı kaynağı : www.filmmodu10.com
Hayaletler: Tuhaf Zamanları Anlatmak
Geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümünde Büyük Ödül’ü kazanan Hayaletler günümüz Türkiye’sine karamsar bir bakış atıyor. Azra Deniz Okyay’ın bu ilk uzun metrajı, içinden geçtiğimiz tuhaf zamanların hikâyesinin nasıl anlatılacağı sorusuna verilmiş sert, tavizsiz, enerjik bir yanıt niteliğinde.
Tuhaf zamanlardan geçtiğimizin fazlasıyla farkındayız. Malum, sadece son bir yılımızı tahakküm altına alan salgın gündemiyle alakalı bir mesele değil bu. Biz Türkiyeliler, 2010’lu yılların başında açılan toplumsal bir yarığın anaforunda dönmeye maalesef ki alışmış durumdayız. 2020’lerin başında Türkiye, sosyo-politik kamplar arası nefretin hiç görülmediği kadar keskinleştiği, toplumsal alanın tamamının bir tür savaş meydanına döndüğü, muhalefet lideri, gazetecileri, sanatçıları, avukatları tutsak edilmiş, kent alanları tahrip edilmiş, birçok kesimin gelecekten ümidini kestiği, tasalı bir yer. Hayatları değiştiren çok büyük gelişmelerin yaşamımıza alelade şeylermişçesine girmelerine, bunları umursamamaya ve anlamlarını hızla yitirmelerine alışmış hâldeyiz. Bu idrak etmesi zor büyüklükte tahribatın, birden fazla kuşağın varoluşunda kaçınılmaz bir yer edinen vaziyetin hikâyesinin nasıl anlatılacağı ise belirsizliğini koruyor. Fakat bu belirsizlik aynı zamanda geleceğe dair ümidi yeşerten merak ve isyan tohumlarının da serpildiği yer aslında. Öyle ummaya hakkımız var en azından.
Küçük Kara Balıklar (2013) adlı kısa kurmacası ve Sulukule Mon Amour (2016) belgeseliyle tanıdığımız Azra Deniz Okyay’ın Venedik’ten ödüllü ilk uzun metrajı Hayaletler, bu safhanın ilk ciddi örneklerinden belki de. Okyay’ın filmi, ne idüğü belirsiz bir tanımın ürünü olan ‘Yeni Türkiye’ üzerine yapılmış –ve muhtemelen yapılacak– filmlerin ilklerinden. O artık umursamamaya alıştığımız büyük gelişmelerden birisinin, ülke çapında yaşanan bir elektrik kesintisinin etkisi altında geçen bir güne odaklanıyor. Yarı kurmaca bir kentsel dönüşüm mahallesinin dört sakini üzerinden bu karanlık günü takip ediyoruz. Filmin Venedik’te gerçekleştirdiği dünya prömiyerinden yaklaşık bir ay sonrasında, 26 Ekim 2020 tarihinde, yani çok yakın bir gelecekteyiz (ya da geçmişte). Benzer mekânlarda dolanan, bazen temas eden, çoğunlukla birbirinden bağımsız karakterlerin hayatları arasında serbest vezin dolaşıyoruz.
Azra Deniz Okyay, Hayaletler’de Türkiye’nin içinde bulunduğu karmaşayı, dağınıklığı film evrenine aktarmanın bir denemesini yapıyor. Anlatısal olarak ülkenin geçirdiği dönüşümün sarih ifade alanlarından birini sunan, artık tipikleşmiş bir kentsel dönüşüm mahallesinden ülkenin içinden geçtiği toplumsal yarılmanın ve keskin dönüşümün bir portresini çıkarmaya girişiyor. Bunu yaparken de karmaşanın, kaosun kendisini mesken tutup hem içeriksel hem de biçimsel olarak çoğulcu, kalabalık bir yapı ortaya koymayı seçiyor. Dört ana karakter etrafında konuşlanan anlatısal yapı, hiçbir karakteri tam olarak merkezine almazken bunları bir mahallenin (ve bir adım alegorik mesafede, ülkenin) temsilî unsurları olarak yerleştirip birbirine yaslanan bir yapının ana elementleri olarak ele almaya uğraşıyor.
Hayaletler’in senaryo kurgusu, filmin takip ettiği çoğulcu, kalabalık, karmaşayı sahiplenen yapının önemli bir parçası niteliğinde. Birbirinden farklı dört karakterin bir gün içinde hayatlarının kesişmesini konu edinen anlatı, hikâyesel alanları bölerek, parçalayarak, tekrar yapıştırarak, çarpıştırarak ilerliyor. Filmin akışı boyunca hem anlatısal hem de biçimsel olarak (davetsiz bir helikopter sesiyle, kesik bir narayla ya da iç bunaltıcı bir replikle) işaretlenerek kesintiye uğratılan hikâye sık sık geri sarıyor, yolunu farklı bir karakterden geçirerek eski işarete geri dönüyor. Sonunda da böyle bir filmden bekleyeceğimiz gibi tüm bunları birleştirip tek bir sonuçta kavuşturmanın sağaltıcı bir yolunu arıyor. Bu karmaşanın kendisinden dört başı mamur bir hikâyenin, nihai bir kavrayışın çıkıp çıkmadığı tartışmalı fakat filmin böyle bir derdi varmış gibi de görünmüyor. Aslında 2000’ler sinemasının çok sevilen temaları arasında yer alan ‘kesişen hayatlar’ formülünün farklı bir yorumu sayılabilir Hayaletler. Ancak bununla yetinmemesi, biraz da içeriksel tutumundan sızdırdığı biçimsel kavrayıştan kaynaklanıyor.
Berke Göl’ün Azra Deniz Okyay’la Hayaletler üzerine gerçekleştirdiği söyleşiyi okumak için tıklayın.
Hayaletler, henüz ilk planından itibaren biçimsel olarak farkını ortaya koyma isteği gösteren, enerjik bir film. Arabanın içinde açılan bir prolog sahnesinin ardından sosyal medya estetiğiyle kurgulanmış, dikey bir görüntüye kesiyor yönetmen. Dans eden bir grup genci yakalayan, alışıldık bir Instagram story’si bu. Bu dikey sosyal medya görüntüleri film boyunca, anlatının durdurulduğu anları işaretlemek, filmi bölgelendirmek için kullanılıyor. Bunun yanında sık sık omuz kamerasına başvuran, karakterlerini aşırı yakın plan göstermek konusunda ekonomik davranmaya çalışmayan, bazen ânı âdeta şairane biçimde durduran, bazen enerjisini boca eden, bol bol müzik kullanan, alışılmadık sesleri akıllıca birbirine eşleyiveren dinamik, cüretkâr, özgür ve isyankâr bir biçimsel üslubu var Azra Deniz Okyay’ın. Kısa filmlerinde nüvelerini gördüğümüz itaatsiz, içten ve çiğ tavır Hayaletler’in de ana malzemesini oluşturuyor. Ancak Hayaletler’i tartışmalı hâle getiren bundan bir adım sonrası.
Kısa filmlerinde odaklandığı küçük, kişisel ve doğal ifade gücü yüksek hikâyelerin yerine ilk uzun metrajında büyük bir anlatıyı, deyim yerindeyse her şeyi anlatmaya girişiyor yönetmen. Filmde sözel olarak da sık sık belirtildiği üzere inşa edilen ‘Yeni Türkiye’nin parçası olan çok fazla meseleyi, birbirinden bağımsız biçimde arka arkaya sıralanırken görüyoruz. Kentsel dönüşüm, kadın cinayetleri, feminist mücadele, toplumsal sınıflar arası uçurum, ‘bu ülkeden gitmek’ isteyenler, yeni nesil AKP’li muhafazakârlar, Suriyeli sığınmacılar, günlük dile yerleşen ırkçılık… Bunların hepsi arka arkaya dile getiriliyor ve hikâyenin bir unsuru yapılmaya uğraşılıyor Hayaletler’de. Ya da verili biçimde öyle oldukları varsayılıyor. Tüm bunların ülke gerçeklerinin kaçınılmaz parçaları olduğu çok açık ancak -aynı burada arka arkaya sıralandığında olduğu gibi- böylesine her biri ayrı karmaşıklıktaki birçok meselenin tek bir bütünün parçaları olarak kısıtlı bir hikâye evreninde hızla sıralandığında içinde yer aldıkları dünyayı aktarmaya ne kadar yetkin oldukları ciddi bir soru işareti oluşturuyor.
Filmde takip edilen dört ana karakterin temsilî konumlanışlarıyla da çetrefilli hâle gelen bir mevzu bu. Senaryoda temsiliyet saikleriyle konumlandırıldıkları, o niyetle yazıldıkları biraz fazla açık olan karakterlerin birbirine dramatik olmaktan ziyade retorik bir zeminde bağlanmaları bu karakterlerin ve genel olarak anlatının bazı sembolik yüzeylerde asılı kalmasına neden oluyor. Dahası bu sıkıştırılma hissi filmin derinleşmesini, seyirciye ve seyir deneyimine alan açmasını kısıtlayan bir engele dönüşmeye başlıyor. Film, kaotik, kalabalık içeriğinden devşirdiği enerjisini içeriğe geri döndürmeye çalıştığı noktada kendi enerjisini, özgürlüğünü, isyankârlığını bir çırpıda izahati zor büyük meselelerin yüzeyinde yitirmeye başlıyor. Zira susku alanlarına başvurmaktan kaçınan böyle dinamik ve konuşkan bir filmde bu temel dertlere hızla uğrayıp seyircinin kafasındaki bazı ezberleri tetikleyip geçmek bu meseleleri gündeme getirmek, farklı meselelerle ilişkilendirmek yerine onları malum ezberlere mahkûm etme, özgürleşme ihtimallerini karamsar bir küskünlüğe heba etme riskini almak anlamına geliyor. Zira karakterlerin ve olayların film evreninde bazı meseleleri sembolize etme işlevi görmesi diyalogları, anlatı yapısını, hattâ filmin ana malzemesini bilgi verici olma isteğiyle sınırlamış oluyor ve tüm bu unsurları statikleştiriyor. Bu da seyir deneyimi açısından kendini yoruma kapatma, belirsizlik alanlarını sınırlama ve dolayısıyla anlam dünyasını tek bir ihtimale indirgeme etkisi yaratabilecek bir şey. Türkiyeli bir izleyici olarak Hayaletler’i izlerken, kanıksadığınız bu meseleleri ve unsurları ilk akla gelen biçimleriyle gördükçe o unsurların birbiriyle etkişelim kuracakları belirsizlik alanlarını arar hâle geliyorsunuz. Ancak film bunun yerine –biçimsel yapısına tezat şekilde– hikâyesel olarak statik ve hantal olanı tercih ediyor.
Öte yandan filmin bu ikilemi, sahiplendiği ve içinde barındırmayı seçtiği bir ikilem. Hayaletler’e distopik tonunu veren de, filmin zaman zaman belgeselvari bir havaya bürünmesine imkân tanıyan da, ikilemini de parçası yaptığı ifade arayışı. Nevin Yıldırım’a, Korospular’a, Türkiye’deki feminist mücadeleye yer vermesini mümkün kılan ferahlatıcı zemin de bu. Tüm bunların tek bir bütünün parçaları olmasından hareketle tek bir ifade alanında hepsini ağırlamayı, kapsamlı biçimde yer vermeye gerek olmadan bir kaleydoskopun yansımaları olarak dağıtmayı seçiyor Azra Deniz Okyay. Filmin bittiği, perdenin karardığı yerde “Dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa!” sloganını seyircinin önüne bırakarak sahneden ayrılması da bu tuhaf zamanları anlatmanın yollarına dair somut bir öneri niteliği taşıyor. Distopik karamsarlığında isyanı arayan, bir aradalığı çağıran, karanlıkta özgürce dans eden bir film Hayaletler. Azra Deniz Okyay ise geleceğe dair büyük merak uyandıran özgün bir sese, yalnızca kendisine benzeyen heyecan verici bir üsluba sahip.
Başa dönecek olursak, içinden geçtiğimiz çağın hikâyesini anlatmaya girişen her yazarın, her anlatıcının karşılaşmak zorunda kalacağı meselelerle açıkça yüzleşen bir film Hayaletler. Buna sert ve doğrudan bir ifade yolu bulmayı seçen bir örnek olma özelliğine sahip. Ülkenin içinde bulunduğu kaosu isyana ses vererek, özgür bir yol tutturarak yansıtma arzusu taşıyor. Son bir yılda Türkiye sinemasında üretilen Çatlak, Nasipse Adayız, Okul Tıraşı, Suçlular gibi Yeni Romanya Sineması esintilerini açıkça gözleyebileceğimiz, kara mizaha, trajikomik ve nüanslı damara yaslanan kanalın belki de tam karşısına yerleşiyor bir yandan da. Tüm bu karmaşayı dolayımlaştırmaktan çok ortalığa saçan dışavurumcu, eklektik bir cüretkârlığı seçiyor. Hayaletler’in ‘dağınık’lığında, temsiliyet ve hikâye kurgusu bakımından kasti ihmalkârlığında böyle bir yıkma, dağıtma arzusu var. Filmin seyirciyi bir aradalığa davet eden kapsayıcı enerjisinin de, günlük hayatımızın ciddi ve derin meselelerini hızla önümüzden geçirip götürmesindeki aceleciliğinin de altında bu refleksif tutum alış var. Film ikilemini, seyircinin ikilemi hâline getiriyor bir bakıma. Belki de bu yüzden tartışması, hakkında kavga etmesi keyifli bir film Hayaletler.
Hayaletler, 17 Nisan 2021 tarihinden itibaren MUBI Türkiye’de izlenebiliyor.
Yazı kaynağı : altyazi.net
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.