dilin doğuşu ve oluşumu ile ilgili felsefi görüşler
dilin doğuşu ve oluşumu ile ilgili felsefi görüşler Ne90'dan bulabilirsiniz
Dillerin Doğuşuna İlişkin Görüşler & Teoriler - Esat BEŞER
Dilbilimciler, dillerin doğuşuna ilişkin farklı görüşlerde bulunmuşlardır.
Ki; bu dilbilimciler içinde, yeryüzündeki bütün dillerin tek bir kaynaktan yani tek bir dilden doğmuş olduğunu düşünenler vardır.
Ki; bu görüşe göre, dil, ilahi bir kaynaktan gelmektedir ve bu kaynak, tektir.
Yani, Yaratıcı, insana dili armağan etmiştir ve onu üstün kılmıştır.
Dolayısıyla, tüm diller, tek bir dilden doğmuş olmalıdır.
Keza, birçok dilbilimci ve hatta, filozofun görüşleri, bu yöndedir.
Diğer bir görüşe göre, diller, ayrı ayrı kaynaklardan doğup gelişmişlerdir.
Ki; bu ikinci görüş, ilahi kaynağı dikkate almadan ortaya atılan tasarı ve teorilerden oluşmaktadır.
Bu görüşte olanlara göre, önce, jest ve mimiklerle; daha sonra, el kol işaretleriyle, anlaşma sağlanmıştır.
Ardından, taklit ve yansıma sesler, dille çıkarılarak, anlaşma zinciri genişletilmiştir.
Ve nihayetinde, kelimeler, ortaya çıkmıştır.
Böylece, dil dediğimiz anlaşmalar sistemi, gelişip genişlemiştir.
Dillerin Doğuşuna İlişkin Teoriler
Dilbilimcilerin ilk kelimenin doğuşuna ilişkin farklı teorileri vardır.
Dillerin ve Kelimenin Doğuşu
Dillerin ister tek bir kaynaktan, ister ayrı ayrı kaynaklardan doğdukları ileri sürülsün, dillerin doğuşu demek, eninde sonunda, kelimenin doğuşu demektir.
En Küçük Birlik
Çünkü; her dilin en küçük birliği, kelimedir.
Dilbilimciler, ilk dilin yani ilk kelimenin doğuşuna ilişkin çeşitli teoriler ileri sürmüşlerdir.
Yansıma Teorisi
Yansıma Teorisi’ne göre, dil, insanların, ses çıkaran varlıkların seslerini yansımasıyla kurulmuştur.
Yani, doğadaki sesler taklit edilerek, kelimeler oluşmuştur.
Dolayısıyla, konuşma başlamıştır.
Başta kuş olmak üzere, hayvanların sesi, gök gürlemesi ve su sesi gibi sesler, kelimelerin doğuşu için bir örnek ve model teşkil etmiştir.
Yansıma Teorisi’ne göre, dillerin akrabalığı da yansıma seslerle yakından ilgilidir.
Zaten, ona dayanmaktadır.
Bu teori, ayrıca, çocuk dilinde yer alan yansımalı kelime veya sesleri, komut olarak göstermektedir.
Ünlem Teorisi
Ünlem Teorisi’ne göre, ilk kelimeler, ünlemlerdir.
İnsanlar, ilk tepkilerini, ani olaylar karşısındaki şaşkınlık ve öfke gibi duygularını ifade eden ünlemlerle ortaya koymuşlardır.
Böylelikle, ünlemler, tekrar edilmiştir ve diğer kelimeler de ünlemlerden ortaya çıkmıştır.
İş Teorisi
İş Teorisi’ne göre, ilk kelime, insanın iş yaparken çıkardığı seslerden doğmuştur.
Yani, dilin kaynağı, iştir.
Kazmak, kesmek, vurmak gibi fiiller arasında, insanın duyduğu sesler, kendisine anlamlı kelimeleri çağrıştırmıştır.
Ki; bu durumda, önce, fiiller ortaya çıkmış olmalıdır.
Daha sonra, fiillerden isimler doğmuştur.
Psikolojik Teori
Psikolojik Teori, dilin temelini ses, mimik ve jestlerin oluşturduğunu savunmaktadır.
Bu teoriyi savunanlar, çocukları örnek gösterirler ve şöyle derler:
“Çocuklar, isteklerini önce, mimiklerle ve jestlerle ifade ederler. Daha sonra, yavaş yavaş kelimeleri kullanmaya yönelirler.”
İnsan, dili ilk olarak, bir çocuğun keşfettiği gibi bulmuştur.
Öncesinde, her sese paralel bir mimik vardı.
O halde, kelimeler, mimik ve jestlerden doğmuştur.
Açlık veya sevinç gibi değişik duygular, önce, mimik ve ona bağlı olarak, bağırma veya mırıldanmayla, kendini gösterir.
Sonra, tek heceli seslenmeler ve el işaretleri ortaya çıkar.
Son aşamada ise, istekler, sembollerle yani kelimelerle ifade edilir.
Daha sonra, resim veya yazıyla ifade etme ortaya çıkar.
Ki; bu teori yani Psikolojik Teori, diğer teorilere kıyasla, akla daha yatkın görünmektedir.
Peki ya, siz, ne dersiniz, bu hususta?
Güneş-Dil Teorisi
Türkçe’nin dünya tarihindeki ilk dillerden biri olduğunu savunan dilbilim teorisidir.
Teori, 1930'lu yıllarda, Mustafa Kemal Atatürk tarafından desteklendi ve geliştirildi.
Ne var ki; Güneş-Dil Teorisi, dilbilimciler tarafından kabul görmedi ve kısa sürede önemini yitirdi.
Atatürk'ün ölümünün ardından, İbrahim Necmi Dilmen, Ankara Üniversitesi’ndeki Güneş-Dil Teorisi ile ilgili derslerine son verdi.
Öğrencileri, bunun sebebini sorduklarında,
"Güneş, öldükten sonra, onun teorisi, nasıl hayatta kalabilirdi?" diye cevap vermişti.
1990'lı yıllarda, bazı yazarlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkeleri, ilk yıllarındaki icraatları ve Atatürk İlkeleri hakkında, Güneş-Dil Teorisi çalışmalarını örnek vererek, resmi devlet ideolojisi ve etnik kökenin inkâr edilmesi gibi tanımlama ve yorumlar getirmişlerdir.
Bu amaçla, Atatürk'ün desteklediği Güneş-Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi hakkında akıl dışı rivayetler uydurulduğu ve Atatürk'ün "safsatalara inanan biri" olarak gösterilmek istendiği yazılmıştır.
Ki; bunların, Atatürk Devrimleri’ni ve onların etkilerini eleştirme maksadı taşıdığı ve postmodernist dalganın etkisiyle yapılan maksatlı yayınlar olduğu savunulmaktadır.
Ulus Gazetesi’nde, 1935 yılında, Dillerin Kökeni sorunu ile ilgili “Notlarımızı Anlatan İzah” başlığıyla, imzasız makaleler yayınlandı.
14 Kasım 1935 tarihinde, Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımından Türk Dili adıyla, makaleler kitap haline getirildi.
TDK Genel Sekreteri İbrahim Necmi Dilmen, Tahsin Mayatepek ile yazışmasında, bu notların ve açıklamaların Atatürk'e ait olduğunu; ancak, "Kendileri, isimlerinin ilanını arzu buyurmadıklarından" imzasız yayınlandığını açıklamıştır.
Ki; bu notların hazırlanmasında, Rus dilbilimci Pekarski, Fransız Hilarie de Barenton ve B. Carra de Vaux'un eserlerinden faydalanılmıştır.
Necmi Dilmen'in mektubunda, Atatürk'ün yazdığı anlaşılan Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımdan Türk Dili isimli kitapta, Sırp asıllı Avusturyalı dilbilimci Dr. Phil. Hermann Kvergić'in Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi isimli 41 sayfalık basılmamış Fransızca eserinden de faydalandığı açıklanmıştır.
Bu tez, yazarı tarafından 1935 yılında, Viyana’dan önce, Türk Dil Kurumu'ndan Ahmet Cevat Emre'ye gönderilmiştir.
Emre'nin önemsiz bulduğu mektubuna cevap alamayan Kvergić, bu kez eserini doğrudan Atatürk’e göndermiştir.
Teorideki esas fikir, Atatürk tarafından geliştirilmiş ve sunulmuştur.
Güneş-Dil Teorisi, 1930'lu yıllarda, Atatürk tarafından desteklenmiş, Türk Dilini Tetkik Cemiyeti'nin düzenlediği 3. Dil Kurultayı’nda katılımcılar tarafından tartışılmış ve hatta, Kurultay Raporu’nda, katılımcı dilbilimciler tarafından araştırılması teşvik edilmiştir.
Kvergić'in teorisinin ana fikri; Türk dilinin dünyada esas bir dil olduğu ve dünya dillerindeki birçok kelimenin Türkçe’den türediğiydi.
Güneş-Dil Teorisi’nin tarih içerisinde oynadığı rol, Atatürk Devrimleri'ni anlamak açısından önemlidir.
Ümmetten millete geçme aşamasında olan ve Batı karşısında kendisini aşağılanmış hisseden Türk milletine özgüven aşılamak, teorinin amaçları arasında görülmüştür.
Teori, Atatürk Devrimleri'nin yıktığı düzenle ve Avrupa merkezci tarih teorileriyle hesaplaşma çabası olarak değerlendirilmektedir.
Atatürk, Türk Tarih Tezi'ni desteklemek için Kvergić'in hipotezinin geliştirilmesini istemiştir.
Çünkü; kendisine güvenen ve saygı duyan bir millet bilincinin uyanmasını istemiştir.
Keza, Avrupalı tarihçilerin Türkleri aşağılamasına yanıt olarak, "Türk dili, Taş ve Maden Devri’nde, kültür kelimelerini göç yolu ile yeryüzündeki dillere yayan kadim büyük bir kültür dilidir." mesajı verilecekti.
Kaynak: Güneş – Dil Teorisi - Esat BEŞER
Yazı kaynağı : www.marasgundem.com.tr
Dil felsefesi
Dil felsefesi, dil ile felsefe arasındaki ilişki temelde felsefecilerin dili kullanarak felsefe yapmalarından kaynaklanmaktadır. Özelde ise, dil felsefesi başlığı altında dilin özü, anlamı, kökeni ve yapısı felsefî açıdan sorgulanmaktadır.
Bir araştırma konusu olarak, analitik filozoflar, dil felsefesinin dört temel merkezi sorunu olduğunu varsayar: anlamın doğası, dil kullanımı, dil bilişselliği, dil ve gerçek arasındaki ilişki. Avrupa Anakarası filozofları için dil felsefesi, aynı zamanda mantık, tarih ve siyasetin bir parçasıdır.
Dil felsefe Tarihi[değiştir | kaynağı değiştir]
Yüz yıllık bir geçmişi vardır ama dil eski çağlardan beri filozofların ilgisinin çeken bir konu olmuştur. Yunan dünyasında adlarla adlandırılan nesneler arasındaki ilişki önemli tartışma konularında biridir[1]. Felsefe tarihinin dille ilgili en eski tartışması olan bu tartışmada bir taraf, bu ikisi arasındaki ilişkinin doğal olduğunu, adların adlandırdıkları şeylerin özünü yansıttıklarını, bunu da adlandırdıkları şeyleri sesler aracılığıyla taklit ederek yaptıklarını ileri sürer. Felsefe tarihinde Pythagoras'a kadar geri götürülen bu doğalcı görüşe karşılık, Demokristos'a kadar götürülen karşı görüş uylaşımcılık, bu ilişkinin uylaşımsal olduğunu, adların nesnelere rastgele verdiklerini ileri sürer. Platon'un Kratylos[2] diyaloğunda ayrıntılı bir biçimde işlediği bu tartışmanın arkasında, aslında, Eskiçağlardan bugüne sürekli sorulan bir soru vardır: Dil ile dünya arasındaki ilişki nedir? Aristoteles ile Ortaçağ filozoflarının düşünmenin yapısını, Aydınlanma dönemi filozoflarının bilginin kaynağını ve bilme yetisinin sınırlarını araştırırken değişik biçimlerde sordukları soru bundan başka bir soru değildir aslında.[3]
Ne var ki, Eskiçağdan 20. yüzyılın başlarına dek, Frege ile Russell'ınkiler içinde olmak üzere, yapılan bütün araştırmalar, doğrudan doğruya dilin yapısını anlamak için yapılmış araştırmalar değildir. Dolayısıyla onları dil felsefesi araştırmaları görmek yanlış olur. Doğrudan doğruya dilin kendisinin bir sorun olarak görülmesi Gottlob Frege ile Russel'ın çalışmalarının, felsefenin dili konu edinen ayrı bir alanı olarak dil felfesinin doğuşu ise Ludwig Wittgenstein'ın ilk dönem çalışmalarının bir sonucudur.
Dil felfesinin yüz yıllık kısa tarihinde yanıtı aranan iki ana soru vardır. Bu iki ana soru filozofların dil felsefesi tarihi içinde ele aldıkları iki ana soru olma ötesinde, dil felsefesinin iki ana sorusudur. Bryran Magee'nin bakışıyla[4], dil kullanıldığında karşımıza çıkan iki uçtan, yani üzerine konuşulan dünyayı gösteren 'özne' ucundan çıkan iki ana sorudur bunlar. Tarihsel olarak bakıldığında başlangıçta[5] ele alınıp yanıtı verilmeye çalışılan soru 'nesne' ucundan çıkar ve felsefe tarihinin o eski bildik sorusunu sorar: Dil ile dünya arasındaki ilişiki nedir? Ancak bu sorunun yanıtını arayanlar bununla yetinmezler, bir de ikisi arasında kurdukları (ya da götürdükleri) ilişkiden bir anlam kuramı türetirler. Frege ile Russel, ilk dönem çalışmalarıyla Wittgenstein, başta Rudolph Carnap olmak üzere mantıkçı pozitivistler, günümüzde Willard van Orman Quine ile Donald Davidson bu çizgide ürün veren kişilerdir.[6]
Dil kullanımında 'özne ' ucundan soruya gelince, bu 50'li yıllarda sorulmaya başlayan, dilsel davranışın nasıl bir davranış olduğu sorusudur.[7] Dilin kullanım yönüne dikkat çekmesi ve dili bir insan davranışı olarak incelemenin öneminin vurgulaması bakımından ikinci dönemindeki Wittgenstein ile de ilişkilendirilebilecek bu çizgi, dil ile dünta arasındaki ilşkinin ne olduğu sorusunun yanıtını aradıkları bu sorunun bir parçası olarak görür ve dilin dünyasıyla ilişkisini, dilse davranışı yöneten kurallarının belirlediğini ileri sürer. Bu çizginin önemli bir özelliği de dilsel davranışı yöneten kuralları ortaya çıkarmaya yönelik araştırmayı, anlam sorunun çözümüm olarak görmesidir. John L. Austin ile John R. Searle bu çizgide yer alan kişilerdir. Dil felsefesiyle ortak konuları olan diğer felsefe dalı Zihin Felsefesi!dir.
Dil felsefesi[değiştir | kaynağı değiştir]
Dil felsefesi, felsefenin dil ile uğraşan bir dalıdır. Örneğin dil, bilinç ve gerçeklik arasındaki bağlamları ele alan bir felsefe dalıdır. Bu noktadan iki araştırma alanı ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki dil ve gerçeklik arasındaki ilişki, ikincisi de dil ve bilinç arasındaki ilişkidir. Bundan dolayı dil felsefesi bilgi kuramsal felsefenin (epistemoloji) birbirine komşu alanlarının ve akıl odaklı felsefenin yakın bağlamında yer almaktadır.
Dil felsefesi dil analizi ile aynı değildir. Kavram analizi olarak da bilinen dil analizi Sokrates’ten bu yana bilinen bir felsefi yöntemdir ve bu içerisinde felsefi uygulamanın farklı alanlarının bulunduğu felsefi bir yöntemdir (bkz. ayrıca Diyalektik yöntem).
Dil felsefesi içerisinde bu yöntem özellikle dili tanımlamakta kullanılan kavramların analizi için kullanılmaktadır. Örnek olarak "anlam, anlayış" gibi kavramların analizi için kullanılmaktadır.
Dil felsefesi aynı zamanda da dilbiliminin bir alt alanıdır. Dil felsefesi hem yöntemleri büyük ölçüde deneysel olan genel dilbiliminin, hem de gösterge ve gösterge sisteminin kuramı olan gösterge bilimin (semiyotik) bir dalıdır.
Dille bağlantıları[değiştir | kaynağı değiştir]
Dil felsefesinde dil için temel olarak iki farklı bağlantıdan söz edilebilir: Bunlar ideal dil felsefesi (Ideal Language Philosophy) ve normal dil felsefesi (Ordinary Language Philosophy) olarak adlandırılmaktadır. Her ne kadar bunlar tarihsel açıdan çelişkili olarak görülseler de, her iki bağlantı ve her ikisinin de bilgileri birine ve diğerine birlikte bağlıdırlar.
Anlam[değiştir | kaynağı değiştir]
Geleneksel anlam kuramları bir nesnenin anlamıyla birlikte tanımlandığından yola çıkar; ama bu kuramların, bazı anlatımların bir cümlede hiçbir şey ifade etmediğine ilişkin bir sorunu vardır. Örneğin; “Pegasus kanatlı bir attır” cümlesinin bu kuramlara göre hiçbir anlamı yoktur. Bunun gibi, hiçbir şey ifade etmeyen bağlaç ve ilgeçlerin olduğu anlatımlarda da durum böyledir. Bu örnekteki Pegasus da tamamen tasavvur edilen kurgusal bir figürdür.
Normal dil felsefesinin modern anlam kuramları, bir göstergenin anlamının nasıl meydana geldiğini sorgular. Böylece şu sonuca varır: Bir ifadenin anlamı nesne değildir, göstergelerin kullanımıyla oluşur. Buna ilişkin geliştirilen farklı anlam kuramları şunlardır:
1.Ludwig Wittgenstein’ın yaklaşımı, herhangi bir açıklama olmaksızın sadece dilin tanımını ortaya koyar. Bu tanımda dil oyunu, dilbilgisi ve kural kavramları önemli rol oynar.
2.Willard Van Orman Quine’nin geliştirdiği yaklaşım, anlam kavramı yerine doğrulama kavramını benimser: Bir cümlenin ne anlama geldiği bu cümlenin nasıl doğrulandığı ile belirtilir. Quine aslında anlaşma durumundan yola çıkar: Dili tamamen yabancı olan bir konuşmacının anlatımı nasıl anlaşılır? Quine, bu durumda ifadenin anlamının belirsiz kaldığı yerde köklü bir çeviri yapılması gerektiğini vurgular.
3.Donald Davidson’ın yaklaşımı, bir dil konuşmacısının yeni bir cümleyi bir çırpıda anlayabilmesinin nasıl mümkün olduğunu cevaplamaya çalışır. Cevabı ise bir dilin bütüncül olması ve bir cümlenin anlamının bu cümlenin öğelerinin ve tamlamalarının anlamıyla belirlenmesidir. Davidson, bütüncül anlam kuramını Alfred Tarski’nin gerçeklik kuramı olarak ortaya koymaya çalışır. Davidson’ın anlam kuramı aslında yorumlama kuramıdır. O da hocası Quine gibi anlaşma durumundan yola çıkar ve köklü bir çeviri yerine köklü bir açıklama yapılması gerektiğini söyler. Bu kuramın oluşumu “iyi niyetli yorumlama” ilkesine dayanır. Michael Dummett, konuşmacının yeteneği kadar anlama ilişkin doğruluk şartlarının da önemli olduğunu söyleyerek Davidson’ın kuramına karşı çıkar.
4.Paul Grice geliştirdiği yaklaşım ile anlam kavramını çözümlemeye çalışır. Bir göstergenin ne anlama geldiği, konuşmacının onunla ne demek istediğidir; yani, konuşmacının maksadının ne olduğu ile ilgilidir
Kaynak 26 Nisan 2014 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
İdeal dil felsefesi[değiştir | kaynağı değiştir]
İdeal dil felsefesi normal dilleri eksik olarak incelemektedir; çünkü bu felsefe farklı yanlışlıklar yüzünden mantığın kati talepleri karşısında yeterli olmamaktadır. Bu girişin hedefi, bilimlerin amacı için ideal ve biçimsel diller sayesinde doğal dillerin kontrol edilmesi veya tamamıyla değiştirilmesidir.
Bu proje uygulamada zor olarak kanıtlanmıştır. Temelde bulunan sebep şu şekilde açıklanabilmektedir: Biçimsel bir dil de dâhil olmak üzere her dil yorumlanabilir olmak zorundadır ve bu yorumlamanın dili prensip olarak bizim normal dilimizdir. Bununla beraber bu giriş, biçimi oldukça başarılı şekilde kanıtlanmıştır; çünkü mantıksal ve kavramsal bağlamların araştırılması sayesinde biçimsel bir dilin oluşumu hakkındaki önemli bilgiler ortaya çıkarılmıştır.
İdeal dil felsefesinin kurucusu olarak matematikçi, mantıkçı ve dil filozofu olan ve bu projeyi kendi kavram yazısında gerçekleştirmek isteyen Gottlob Frege kabul edilmektedir. İdeal dil felsefesinin diğer önemli temsilcileri: Alfred North Whitehead ile “Matematiğin Önceliklerini” (Principia Mathematica) yazan Bertrand Russell’dir. Ayrıca ilk yıllarındaki haliyle, yani “Tractatus Logico-Philosophicus” eserinin yazarı olarak Ludwig Wittgenstein diğer bir önemli isimdir. Diğer önemli temsilciler de Rudolf Carnap ve yapısalcılığın kurucuları olan Wilhelm Kamlah ve Paul Lorenzen’dır.
Gündelik dil felsefesi[değiştir | kaynağı değiştir]
Ayrıca bakınız Gündelik dil felsefesi
Gündelik dilin felsefesi, doğal dilleri (Türkçe, İngilizce vb.) eksik olarak incelememekte, aksine kullanılma amacı için tamamıyla ihtiyaç duyulan bir dil olarak ele almaktadır, yani sosyal çevrede anlaşmanın sağlanması için ihtiyaç duyulmaktadır. Dil felsefesinin görevi, normal dilleri değiştirmek veya normal dillerin yerine geçmek değildir, örneğin; aksine kavramsal veya düzenleyici bağlamların ispat edilmesi şeklinde normal dilleri tanımlamaktır. Diğer bir deyişle bazı temsilcilerin yaptığı gibi normal dilleri açıklamaktır. Olağan dilin felsefesinin kurucusu olarak sonraki dönemlerindeki, yani “Felsefî Araştırmalar”ın yazarı olan Ludwig Wittgenstein kabul edilmektedir. Diğer önemli temsilciler de Gilbert Ryle, John Langshaw Austin ve Peter Strawson’dur. Bu yaklaşım dilbilimsel edimbilimin önemli bir parçası olan söz eylem kuramının gelişimine katkıda bulunmuştur. Çok sayıda filozof da farklı sorunlarda normal dilsel yöntem bilgisinin verimliliğine işaret etmişlerdir. Buna madde ve ruh arasındaki ilişkinin tartışmaları da dâhildir.
Bu tutucu eğilim ve var olan dil kullanımının da alıkonulması bazı eleştirmenlere farklı güdülerden problemli olarak görünmektedir. Örneğin; belirgin kuramsal dillerin kullanımı vurgulanmalıdır. Normal dilsel yaklaşımlar çerçevesinde açıklamalar ve savunmalar dairesel ya da sadece belirli dil sistemi içerisindeki kapsamlarda geçerli olmalıdır. Bazen normatif problemlerde normal dil felsefesinin natüralist safsatalara sebep olduğu iddia edilmektedir. Kısmen de olsa normal dil felsefesi davranışçılığa benzemektedir ve bilimsel açıklama modeline karşı ilkesel olan savlar açıklanmalıdır.
Gönderge[değiştir | kaynağı değiştir]
Sözü edilen, yani ele alınan ifadeler şüphesiz gibi görünmektedir: “Sokrates” ismi Yunan felsefeciyi tanımlamaktadır. Eğer göndergesel anlam kuramından söz edilirse, yani eğer bir ifadenin anlamının göndergesinde bulunduğu iddia edilirse şu problemler ortaya çıkar: Aynı göndergeye sahip olan, yani “koşutlu genişleme ve yayılma” özellikli (koextensional) iki ifade kesinlikle aynı bilgi değerine sahip değildir. Gottlob Frege’nin bu duruma uygun en ünlü örneği şu şekildedir: “Akşam Yıldızı” ve “Sabah Yıldızı” ifadeleridir (her iki ifade de “Venüs” gezegeni anlamını karşılamaktadır). “Akşam Yıldızı" ifadesi ve “Sabah Yıldızı” ifadesi aynı göndergeye sahiptir, yani her iki ifade de “Venüs” gezegenini ifade etmektedir, ama ilk ifade akşamları ortaya çıkan en parlak yıldızı, ikinci ifade ise sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızı tanımlamaktadır.
Cümle aynı zamanda göstergeler yardımıyla da ifade edilebilmektedir. Örneğin; “Akşamları ortaya çıkan en parlak yıldız, sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızdır.”
Problem henüz çözülememiştir; çünkü ilk ifade diğer ikinci ifade ile aynı göndergeye sahip olmak zorundadır. Eğer göndergesel anlam kuramı gerçek ise bu anlamlar aynıdır. Bu bir sorun değildir; çünkü herhangi bir kişi sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızın Venüs olduğunu bilmeksizin akşamları ortaya çıkan en parlak yıldızın da Venüs olduğunu bilebilir. Bu problem nasıl çözülebilir? Temel olarak çözüme iki farklı yaklaşım vardır: Bunlar Gottlob Frege ve Bertrand Russell’in yaklaşımlarıdır. 1)Gottlob Frege işaretlerin ifadeler olarak anlaşılabileceğini önermektedir. Bunlar Frege’nin terminolojisinde anlamı karşılayan kapsam ve anlayışı karşılayan içerim ifadeleridir
2)Russel, işaretlerin asla sözü edilen ifadeler olarak öngörülmemesi gerektiğini savunmaktadır, bunun aksine içerisinde işaretler bulunan cümleler üç kısımdan oluşan cümlelerin bir ortak noktası olarak anlaşılmaktadır. Örneğin; “Akşamları ortaya çıkan en parlak yıldız sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızla aynıdır.” cümlesi şu şekilde analiz edilmektedir: Akşamları ortaya çıkan en az bir yıldız vardır ve aynı şekilde akşamları da. Bu yıldız sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızdır. Bunun için herhangi bir kişi sabahları ortaya çıkan en parlak yıldızın Venüs olduğunu bilmezken, akşamları ortaya çıkan en parlak yıldızın Venüs olduğunu bildiği açıklanmaktadır.
Peter Strawson bu her iki yaklaşımı da eleştirmektedir. Aynı şekilde, bu problemi niteleyici ve göndergesel kullanım arasında bir fark aracılığıyla çözmeye çalışan Keith Donnellan da eleştirmektedir.
Diğer bir problem de özel isimlerde bulunmaktadır. Özel isimler nasıl analiz edilmektedir? Bunun için de iki yaklaşım bulunmaktadır. İlk yaklaşım Russell ve Frege’nin temsil ettikleri yaklaşım, ikincisi de Saul Kripke ve Hilary Putnam’ın temsil ettikleri yaklaşımlardır.
1)Göstergelerin analizinde farklı yaklaşımları savunan Frege ve Russell özel isimlerin analizinde aynı yaklaşımda uzlaşmışlardır. Frege ve Russell özel isimlerin aslında özel isim olmadığını ve aksine özel isimleri işaretler olarak analiz edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Kripke ise bu yaklaşıma şu eleştiriyi getirmektedir: Eğer böyle olsaydı, yani eğer özel isimler aslında özel isim olmamış olsaydı bir kişinin işaretlerle yazılmış bir kişiliği olması mümkün olamazdı; ancak bu durum sezgilerimizle çelişmektedir. Örneğin; “Sokrates” ismi “Yunanistan’ın en bilge filozofu” olarak yorumlansaydı, bu durumda Sokrates’in Yunanistan’ın en bilge filozofu olması mümkün olamazdı; fakat bu durum bize mümkün gibi görünürdü: Sokrates her zaman Sokrates olarak kalacaktır. Sokrates bir gün Yunanistan’ın en bilge filozofu olmasa bile o her zaman Sokrates olarak kalacaktır.
2)Klipke ise özel isimlerin doğrudan göndergesel ifadeler olarak anlaşılması gerektiğini önermektedir. Bunlar anlamını temel bir vaftizden alan ifadelerdir. Putnam ise bu yaklaşımı doğal çeşitler için isimlere aktarmaktadır. Örneğin; “altın” ve “su” gibi.
Anlam[değiştir | kaynağı değiştir]
“Konuşan kişi, bir şeyleri tasvir etmez, bir şeyler yapar.” Bu söz, 1955 yılında bir konferansta John Langshaw Austin tarafından söylenmiştir. Austin’in bu kuramına göre; konuşma ve davranışı, söylenen, yapılan ve gerçekleşen olarak ayırır. Örneğin; “Yarın oraya geliyorum” cümlesi dilsel işlevi olan bir olgudur; gelme eyleminin gerçekleşmesi iletişim işlevi ile ilgili olan bir olgu; sözün ikna edici olması ve amaçlanan hedefe ulaşılması bakımından da söz eyleminin iletişimsel etkisine ilişkin bir olgudur.
John Searle, Austin’in yaklaşımını sınıflandırmaya çalışır. Söz Eylem Kuramını 5’e ayırır: İddia etmek, ricada bulunmak, söz vermek, teşekkür etmek ve vaftiz etmek.
İçerik- Kapsam[değiştir | kaynağı değiştir]
Bazen söylediğimiz şeyi kastederiz; ama çoğu zaman söylediğimizden başka bir şeyi ya da çok daha fazlasını kastederiz. Örneğin; birisi, “Nereden benzin alabilirim?” sorusuna “Köşede benzin istasyonu var.” cevabını alır. Aslında oradan alınabileceğini söylememiştir, sadece ima etmiştir.
Paul Grice, anlamın bu yönünü kapsam olarak açıklamaya çalışmıştır. “Kapsam” kavramı, yalnızca Grice’in kuramında var olan ve açık bir anlamı olan yapay bir sözcüktür. Grice’in temel düşüncesi, dilsel olguları işbirliği ilkesine dayanan rasyonel eylemler olarak görmektir. Farklı konuşma ilkeleri bu ilkeye bağlıdır.
Dolaylı Anlatım (Metafor)[değiştir | kaynağı değiştir]
Bir sözcük gerçek anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılırsa orada metafordan söz edilir. Aristoteles’e göre gerçek anlamıyla ifade edilen şey ile mecaz olarak kullanılan şey arasında bir benzerlik ilişkisi vardır. Örneğin; konuşma dilinde kullanılan “Sen benim güneşimsin!” cümlesi metaforik bir kullanımdır. Burada sözü edilen kişi gerçekten güneş olduğu için değil, belli açılardan güneşle benzerliği olduğu için metaforik bir kullanım söz konusudur.
Donald Davidson’a göre, metaforik bir anlamdan söz etmek yanıltıcıdır. Kelimelerin gerçek anlamları vardır ve metaforik olarak kullanılabilirler. Jean Searle, Paul Grice’in yaklaşımına dayanarak bu kullanımı “kapsam” olarak açıklar: “Sen benim güneşimsin” diyerek karşısındaki kişinin belli açılardan güneş gibi olduğunu ifade eder.
İletişim[değiştir | kaynağı değiştir]
İnsanların anadillerini çok hızlı bir şekilde edinebilmelerini nasıl açıklayabiliriz? Bu konuda ilk defa Noam Chomsky ve Jean Piaget tarafından ele alınmış olan iki görüş vardır:
1.Doğuştancılığın temsilcisi olan Noam Chomsky, insanların evrensel dilbilgisine sahip olduğu fikrinden yola çıkar. Chomsky gibi nativist/doğuş eksenli bakan Jerry Fodor ve Steven Pinker insanların doğuştan sözdizimsel bilgilerinin olduğunu söyler. Bu bilgilerin algılanması çocukların dil edinimi ile açıklanabilir.
2.Doğuştancılığın klâsik tarafı, ilk defa Piaget’in kuramında hazırlanan bilişselciliktir. Bilişsel kuram, dil ediniminin insanların mantıklı düşünme yeteneği ile açıklanabileceğini ve evrensel dilbilgisine başvurulamayacağını savunurlar. Son yıllarda klâsik bilişselcilik insanların etkileşimlerine dayanan etkileşimselcilik ile tamamlamıştır. Bu anlamda antropolog Michael Tomasello'nun görüşü de önemlidir. Tomasello, iletişim kurabilen insanların genel bilişsel yeteneğe sahip olduklarını söyler.
Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]
Konuyla ilgili yayınlar[değiştir | kaynağı değiştir]
Yazı kaynağı : tr.wikipedia.org
Dillerin Konuşmanın Doğuşu Ortaya Çıkışı Ilgili ünlem Kuramı
Dillerin (Konuşmanın) Doğuşu
Dilin ortaya çıkışı ile ilgili görüşler iki merkezde toplanır: Dilin tek bir kaynaktan ortaya çıktığı düşüncesi (Bu düşünceye sahip insanlara monojenistler adı verilir.) ve dillerin ayrı ayrı kaynaklardan doğup geliştiği düşüncesi. (Bu düşünceye sahip kişilere de polijenistler adı verilir.)
Dillerin Doğuşu ile İlgili Kuramlar
Alman bilim adamı Max Müller tarafından ortaya atılmıştır. Bu kurama göre dil, ses çıkaran bütün varlıkların sesinden yani yansıma sözcüklerden ortaya çıkmıştır. Hayvanların çıkarmış olduğu sesler, rüzgârın uğultusu, suların çağıltısı gibi tabiatta var olan sesler aracılığıyla insanoğlu ilk kelimesini oluşturmuştur.
Bu kurama göre dil, duyguları belirten seslerden yani ünlemlerden ortaya çıkmıştır.
İnsanların farklı olay ve durumlarla karşılaşması sonucunda oluşan hislerin tesiriyle çıkardıkları ünlemlerin kelimelere evrildiğini, farklı kavramlara karşılık geldiğini savunmuşlardır. Yansıma kelimelerde olduğu gibi, ünlemlerin de tüm dillerin söz varlığına yerleşmeleri doğaldır. Türkçedeki oflamak, inlemek gibi fiilleri örnek verebiliriz.
Birlikte iş yapmanın, ortak çalışmanın dilin doğuşunda etkili olduğunun esas alındığı kurama verilen addır. Buna göre ilk insanın, kazmak, kesmek, vurmak işleriyle uğraşırken çıkardığı bazı seslerden dildeki ilk kelimeler ortaya çıkmıştır.
Ruh bilim verilerinden yararlanan Alman bilim adamı Wunt, dilin doğuşunu sesli mimik ve jestlere bağlar. Buna göre ilk insan da tıpkı çocuk gibi karşısındakine düşüncesini, isteğini anlatabilmek için bazı yansıma sesleri çıkarmış ve her ses için de ayrı jest ve mimik ortaya koymuştur. Böylece ortaya bir jest dili çıkmış ve neticede kelimeler de bu jest dilinden doğmuştur. Bu kurama göre dil, başlangıçtan bugünkü duruma gelen kadar mimik, benzetme ve semboller basamağı olmak üzere üç basamaktan geçmiştir.
Kuramın ortaya çıkışı: 1935 yılında Viyanalı Dr. Phill Hermann Kvergiç’in, 41 sayfalık bir çalışması olan “Türk Dillerinin Psikolojisi” henüz yayımlanmadan Mustafa Kemal Atatürk’e iletilmişti. Sosyoloji ve Antropoloji araştırmalarının verileriyle psikanaliz görüşlerini birleştiren Kvirgitsch, kendi metodunu Türkçe, Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Çince, Fince, Macarca, Japonca ve Hititçeye uyarlamıştır. Bu teoriye göre dilin doğuşunda ilk etken güneştir.
Atatürk’ün incelediği bu çalışmanın incelenmesi ve araştırılması isteğini o zamanki Türkologlar temelsiz ve faydasız bulmuşlardı. Atatürk’ün ısrar etmesi üzerine Hasan Reşit, Naim Nazım ve Abdülkadir İnan gibi dil bilimcilerden oluşan bir kurul “Türk Dillerinin Psikolojisi” makalesinden “Güneş Dil Teorisi” meydana getirmişlerdi. İnsanlık tarihinin en eski dilinin Türk dili olduğu savı, bu teorinin en önemli noktasıydı.
Güneşin gücü, ısı ve ışık kaynağı olması, büyüklüğü, güç, hareket ve süreklilik göstermesi İnsanoğlunun kafasında güneşle ilgili birçok kavramın da şekillenmesini sağlamıştır. Bu kurama göre bütün dillerdeki ilkel kökenler Sümerceden doğmuştur. Dil felsefesiyle de ilgili olan bu kuram 1935-1936 yıllarında Türk dilcileri tarafından ortaya atılmış ve o dönem ulus bilincini yerleştirmek amacıyla Atatürk tarafından da araştırılması teşvik edilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bu teorinin araştırılmasını istemesindeki en büyük etken Avrupalıların Türkleri aşağılayan tarih tezleriyle hesaplaşma çabası olarak düşünülebilir. Mustafa Kemal Atatürk, Türk halkında kendisine güvenen ve öz saygısı olan bir ulus yaratmak istiyordu. Avrupalıların Türkleri dışlamasına cevap olarak “Türkçe, Taş ve Maden devri gibi çok eski çağlarda kültür sözcüklerini göç yolu ile tüm dünya dillerine yayan eski, köklü ve büyük bir kültür dilidir.” imajı yaratılacaktı.
Yazı kaynağı : www.edebiyatfakultesi.com
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.