Bu sitede bulunan yazılar memnuniyetsizliğiniz halınde olursa bizimle iletişime geçiniz ve o yazıyı biz siliriz. saygılarımızla

    işgallere karşı halk tarafından oluşturulan silahlı direniş birliklerinin adı nedir

    1 ziyaretçi

    işgallere karşı halk tarafından oluşturulan silahlı direniş birliklerinin adı nedir Ne90'dan bulabilirsiniz

    Kuvâ-yi Milliye

    Kuvâ-yi Milliye

    Kuvâ-yi Milliye[2] (Osmanlıcaقوای ملیه, Türkçe: Ulusal Güçler), Anadolu'nun Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Ermeni birliklerince işgal edildiği ve Mondros Mütarekesi ile ağır koşulların dayatıldığı dönemde çeşitli yörelerde Osmanlı ordusunun silahlarının alınıp dağıtıldığı günlerde doğan bir millî direniş örgütüne verilen isimdir. Kuvâ-yi Milliye, Kurtuluş Savaşı'nın ilk silahlı savunma kuruluşudur.

    Etki Alanları[değiştir | kaynağı değiştir]

    Kuvâ-yi Milliye her ne kadar tüm cephelerde direniş göstermişseler de,bu birlikler birbirine bağlı değildir. Kuvâ-yi Milliye birlikleri,bölgesel ve yereldir. Fakat her ne kadar bölgesel olsalar da amaçları ve ilkeleri aynıdır. Sırasıyla yoğunluklarına göre Kuvayı Milliye'nin çarpıştığı medeniyetler ve savunma alanları:

    Tarihçe[değiştir | kaynağı değiştir]

    Kuvâ-yi Milliye mevcudu, 1919 yılı sonuna kadar, Batı Anadolu'da 6.500-7.500 arasında değişmiştir. 1920 yılı ortalarında ise, bu mevcudun yaklaşık 15.000 kişiye ulaştığını tahmin edilmektedir.[4] İlk Kuvâ-yi Milliye kıvılcımı (ilk silahlı direniş) Güney Cephesi'nde Dörtyol'da 19 Aralık 1918’de Fransızlara karşı başlamıştır. Bunun en önemli nedeni, Fransızların, Güney Cephesi'nde gerçekleştirdikleri işgallerine Ermenileri ortak etmeleridir.

    İkinci etkili silahlı direniş hareketi (örgütlü ilk Kuvâ-yi Milliye hareketi) İzmir'in İşgali'nden sonra; Kuvâ-yi Milliye hareketini, milliyetçi ve yurtsever olan bazı subaylar halkı örgütleyerek Ege Bölgesi'nde resmen başlatmışlardır. Batı Anadolu'daki Kuvâ-yi Milliye birlikleri düzenli ordu kuruluncaya kadar geçen sürede Yunan birliklerine karşı vur kaç taktiği ile savaşmıştır. Güney Cephesi'nde (Adana, Maraş, Antep ve Urfa) Kurtuluş Savaşı'nı düzenli ve disiplinli Kuvâ-yi Milliye birlikleri yapmıştır. Ulukışla'da faaliyet gösteren Kuvâ-yi Milliye de ilk kurulanlardan olup Fransızların Toroslar'ın ardında ulaştığı bu en iç noktadan kısa sürede püskürtülmelerini sağlamışlardır. Çalışmalarını belgeleyen bir karar defterinin çabalarıyla günümüze ulaşmıştır.[5]

    Yerel sivil örgütlenmeler, çeteler olarak ortaya çıkan Kuvâ-yi Milliye, düzenli ordulardan oluşan işgalci güçlere karşı, bugünkü deyimiyle bir gerilla savaşı uygulamıştır. İlk direniş olayları Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Fransızlara karşı görülmüşse de, örgütlü direniş İzmir'in düşmanca ele geçirilmesinden sonra Ege Bölgesi'nde Kuvâ-yi Milliye olarak başlamış ve bağımsız yerel örgütlenmeler olarak yayılmıştır. Bölgesel kuruluşlar, daha sonra TBMM'nin kurulması ile birleştirilmiş ve I. İnönü Muharebesi sırasında da düzenli orduya dönüşmüştür.

    Mustafa Kemal Paşa Kuvâ-yi Milliye'nin kuruluşunu şöyle açıklar:

    Kuvâ-yi Milliye'nin oluşmasının nedenleri[değiştir | kaynağı değiştir]

    İsyanlar[değiştir | kaynağı değiştir]

    Düzenli orduya geçildiği sırada bazı Kuvâ-yi Milliyeciler isyan etmiştir. Demirci Mehmet Efe Ayaklanması I. İnönü Muharebesi'nden önce, Çerkez Ethem Ayaklanması ise I. İnönü Muharebesi'nden sonra bastırılmıştır.

    Notlar[değiştir | kaynağı değiştir]

    Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

    Dış bağlantılar[değiştir | kaynağı değiştir]

    Yazı kaynağı : tr.wikipedia.org

    Kuvâ-yı Millîye - Atatürk Ansiklopedisi

    Kuvâ-yı Millîye - Atatürk Ansiklopedisi

    Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmasının ardından, galip devletler ile Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmış, bu antlaşmanın hükümleri doğrultusunda bu devletler Osmanlı topraklarını işgal etmişlerdir. Ateşkesi takip eden günlerde işgallere karşı oluşan çeşitli iç gelişmelerin yanı sıra 18 Ocak 1919 günü Paris’te toplanan Barış Konferansı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğini ilgilendiren önemli kararlar alınmıştır. Millî Mücadele’nin en önemli başlangıç hadiselerinden biri olan İzmir’in işgali kararı da bu konferansta alınmıştır.

    İzmir’in işgal edileceği haberi duyulur duyulmaz 14 Mayıs’ta şehirde hareketlenme başlamıştır. İzmir Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Redd-i İlhak Komitesi aracılığıyla halkı mitinge çağırmış, bölgenin Yunanistan’a verilmesi protesto edilmiş, işgal haberi telgraflarla Anadolu’nun dört yanına ulaştırılmıştır. Anadolu’da pek çok kent, kasabalarda düzenlenen mitinglerle işgalin kabul edilemeyeceği tüm dünyaya duyurulmuştur. İşgalin niteliği ve oluş biçimi Türk halkını uyarmış ve tehlikenin büyüklüğünü göstermiştir. İşte Batı Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye böyle bir zamanda çözüm olarak gündeme gelmiş ve düzenli bir ordu olmadığı için halk nazarında tepki olarak ortaya çıkmıştır.

    İzmir’in işgalinden itibaren istilacı güçlere karşı birlikte hareket etmek için, Batı Cephesinde olduğu kadar güney ve güney doğu bölgelerinde de  “Kuvâ-yı Milliye” adını verdiğimiz direniş birlikleri kurulmuştur.  Kuvâ-yı Milliye’nin oluşumuna neden olan etkenleri: Osmanlı Devleti’nin I. Dünyanın Savaşı’ndan yenilgiyle çıkması, Mondros Ateşkes Antlaşması uyarınca Türk ordusunun terhis edilmesi, İtilaf Devletlerinin Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerini tek taraflı uygulayarak savunmasız kalan Anadolu’yu yer yer işgal etmeleri, İşgalcilerin halka zulmetmesi, Hükûmetin Nasihat Heyetleri ve ordu müfettişlerini teşkil edip Anadolu’ya göndermiş olmasına rağmen otoriteyi sağlayamaması, Osmanlı Hükûmetinin Türk halkının can ve mal güvenliğini koruyamaması, halkın toprak ve vatanına bağlılığı, bağımsız yaşama isteği şekilde sıralayabiliriz.

    Kuvâ-yı Milliye tabiri tarihimizde “millî kuvvetler” düzenli olmayan silahlı birlikler ve kuvvetler için kullanılan bir tanımlamadır. Kuvâ-yı Milliye kavramı Millî Mücadele ile özdeşleşmiştir. Milli Mücadele öncesinde bu kavram, Türk Milleti’nin kurtuluşunu sağlayacak bir örgütün adı olmanın da ötesinde, bir simge, bir slogan olarak kullanılmıştır. Kuvâ-yı Milliye adını verdiğimiz kuvvetler düşmana karşı ülkenin korunması ve savunmasının pekiştirilmesi yanında birlik ve beraberliği sağlamayı hedeflenmişlerdir.  

    Mustafa Kemal Paşa’nın anlatımına göre, düşmanın çemberi altında olan hükümetin emirlerini ordu yerine getirecek durumda değildir. Bu yüzdendir ki vatanı korumadan ibaret olan esas görev, doğrudan doğruya milletin kendisine yöneltilmiş bulunmaktadır.

    Direniş hareketleri Millî Mücadeleye inanan komutanların, mülki amirlerin ve halkın ileri gelenlerinin işbirliği ile teşkilatlanmış, bu amaçla mahallî teşkilat ve heyetler oluşturulmuştur. Böylece hem Kuvâ-yı Milliye’nin faaliyetleri daha sistemli hale getirilmiş hem de Kuvâ-yı Milliye’nin kısa zamanda diğer şehir ve kasabalarda da oluşturulması sağlanmıştır.      

    Kuvâ-yı Milliye dar anlamı ile düzenli ordu birlikleri dışında bir tür gerilla savaşı ile mücadele veren, sevk ve idareleri merkezî bir komutanlığa bağlı olmayan gruplardı. Geniş anlamda ise İstiklal Harbi’nin bütününü ifade ediyordu. Aynı zamanda siyasi ve askerî içerikli idi. Nitekim Millî Mücadele’nin başlarında düzenli ordu birlikleri ile değil de milis kuvvetleri ile mücadeleye girişilmesinin asıl sebebi, Mondros Mütarekesi gereği Osmanlı ordusunun büyük ölçüde terhisi, lağvı ve dağıtılması idi. Bu nedenle 1918’den 1920 yılına kadar Anadolu’da millî hareketin, ordunun kontrol altına alınmasına kadar geçen zaman zarfında Kuvâ-yı Milliye etkin bir rol oynamıştır.

    Kuvâ-yı Milliye’nin oluşumunda Batı Anadolu’da Yunan işgali ve yerli Rum çetelerinin eylemleri yanı sıra Güney bölgelerinde Fransız işgalleri, Ermeni çetelerinin faaliyetleri etkili olmuştur.   İzmir’in işgalinden önce bir direniş fikri oluşturmaya çalışan Redd-i İlhak Cemiyeti, kararsız insanları etkilemekte zorlanıyordu. Yunan işgalinin yaptığı maddi-manevi tahribatın şiddeti kararsız insanları da Kuvâ-yı Milliye hareketinin içine çekti. Bu direniş fikrinde etkili olan toplumsal guruplar ise şu unsurlardan oluşmaktadır: 1- Din adamları 2- Bürokrat şahıslar (mutasarrıf, kaymakam vb.) 3- Askerî rical 4- Efeler, zeybekler ve eski komitacılar 5- Eşraf ikiye ayrılmıştır. Bir gurup esnaf bu direniş hareketine destek verirken bir gurup eşraf destek vermemiştir.

    Kararsız olanlar, işgallerin etkisini yakından hissettikçe direniş hareketine katılmışlardır. Yaş guruplarında ise çocuklardan yaşlılara kadar işgallerden tedirgin olan herkes bu direniş hareketinin içinde yer almıştır.

    Kuvâ-yı Milliye adı verilen ilk ulusal güç Balkan Savaşı döneminde oluşturulmuştu. Osmanlı ordularının çöküşü durumunda Anadolu’da millî bir gerilla hareketi imkanı İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından planlanmış, M. Kemal Paşa’nın Anadolu’ya ayak basmasından aylar evvel İzmir, Erzurum, Trabzon, Edirne gibi vilayetlerde çalışmalar yapılmıştı.  Yunan işgallerinin başlaması üzerine 57. Tümen Komutanı Albay Şefik Bey 23 Mayıs 1919’da Harbiye Nezaretine sunduğu bir raporda, Anadolu’yu işgalden kurtarmak ve “durumu düzeltmek için” en iyi önlemin Kuvâ-yı Milliye örgütü kurmak olduğunu belirtmişti. Bu yüzden Kuvâ-yı Milliye Batı Anadolu’da Yunan işgali öncesinde doğan siyasal otorite boşluğunu doldurmak ve bölgenin işgali durumunda işgalcilere karşı direniş göstermek amacıyla kurulmuştur.

    Kuvâ-yı Milliye gruplarını yapısal olarak asker kökenliler ve sivil kökenliler olarak ikiye ayırabiliriz. Asker kökenlilerde milli mücadele sırasında bizzat silahaltında bulunanlar M Şefik (Aker), Albay Kazım (Özalp), Albay Bekir Sami (Günsav) ilk akla gelen isimlerdir. Asker kaçakları, askerlikten emekliye ayrılmış olanlar, hükûmet tarafından askerlikten çıkarılanlar, ya da istifa ederek ayrılanlar da bu grup içinde yer almışlardır. Kuvâ-yı Milliye’nin içinde yer alan asker kökenli grup arasında önemli sorun yaşanmamıştır.

    Yunan işgalinin yarattığı büyük felaket karşısında mutasarrıf, müftü, kaymakam, eşraf, öğretmen, gazeteci kesimlerinden aydınlarda önce kendi aralarında güç birliği etmişler ve sonra da halkı örgütlemeye çalışmışlardır. Kuvâ-yı Milliye’nin sivil grupları içinde çok farklı kesimlerden unsurlar bulunuyordu. Bunlar arasında Yörük Ali, Demirci Mehmet, Danişmentli İsmail, Ali Orhan, Durmuş Ali, Gökçen, Sökeli Ali, Dokuzun Hasan- Hüseyin Efeler, Sancaktarın Ali, Mesutlarlı Mestan, Keleş Mehmet, Koca Mustafa gibi efeler yanında askerlik çağına gelmiş gençler de Heyet-i Milliyeler eliyle Kuvâ-yı Milliye gruplarına katılmışlardır. Bu arada asker kaçaklarından, hapishaneden çıkarılanlar, devlet tarafından arananlar yanında macera arayanlar, işsizlik ve ekonomik zorluklar nedeniyle Kuvâ-yı Milliye’ye katılanlar da olmuştur. Yaşadıkları bölgenin işgal edilmesi karşısında Kuvâ-yı Milliye’ye yoğun bir geçiş olmuştur.  Kuvâ-yı Milliye’nin ikmali maddi ve manevi bir destekle bölge halkları tarafından sağlanıyordu. Çoğu zaman bu görev, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri tarafından yapılıyordu. Bu cemiyetler hem dağınıklığı önlemek hem de iaşe ikmali konusunu kolaylaştırmak için bölgede 10’a yakın kongre düzenlemişti. Parasal kaynak halktan bağış yoluyla sağlanıyordu. Silah ikmali ise halk vasıtasıyla ve Kuvâ-yı Milliyeciler aracılığıyla özellikle İtalyan işgal bölgesi üzerinden sağlanıyordu. Bazen yanlış uygulamalarda görülüyordu. TBMM’nin açılmasında kısa bir süre sonra kurulan Müdafaa-i Milliye Vekâleti tarafından ikmal işleri daha düzenli bir hale getirilmiştir.  

    Kuvâ-yı Milliye’nin yapısı da askerî birliklerinin düzeninden çok uzaktır. Her grup genellikle kendisinin bağlı olduğu efenin ya da geldiği yerin adı ile anılmaktadır.   Kuvâ-yı Milliye birliklerine çete müfreze, posta, akıncı müfrezesi gibi her bölgede ayrı ayrı isimler verilmiştir.  Kuvâ-yı Milliye birlikleri iki oymağa ayrılmış olup birincisine müfreze, diğerine de posta adı verilmiştir. Kuvâ-yı Milliye müfrezeleri genellikle 30-40-50 kişilik gruplardan oluşturulmuştur. Kuvâ-yı Milliye sıradan bir çete örgütlenmesi değildi. Kendi içinde yarattığı bir hiyerarşik düzeni ve kuralları olan bir yapısı vardı. İngilizlerin istihbarat bilgilerine göre Bergama, Soma, Akhisar, Salihli, Ödemiş, Aydın yörelerinde faaliyet gösteren Kuvâ-yı Milliyecilerin sayısı 33-34 bin arasındaydı. Batı Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye örgütlenmesi içinde yer alanların sayısı hakkında çeşitli kaynaklarda farklı ifadeler yer alsa da bu rakam 12-15 bin arasında değişebiliyordu.     Gerilla savaşının her türlü yöntemini uygulayan Kuvâ-yı Milliye birlikleri sınırlı sayıdaki savaşçısı ve silah gücü ile düzenli ordu kuruluncaya kadar Batı Cephesinde Yunan ordusunu oyalama görevini başarıyla yerine getirmişlerdir.

    İzmir’in Yunan birliklerince 15 Mayıs 1919 tarihinde işgali Türkiye’nin siyasal gündemine daha önce bulunmayan ve acil olarak çözümlenmesi gereken yeni bir sorun getiriyordu. Bu sorunda Yunan yayılmasının durdurulmasıydı. Yunan yayılması bir merkezden planlanıyordu ve emrivakilerle Ege Bölgesi’ndeki işgal alanını büyütmeye çalışıyordu. Böyle bir merkezden ve planlı yayılmaya karşı koyabilmek gerçekten zor görünüyordu. Bunun için siyasal, askerî ve toplumsal bir bütünleşmeye ihtiyaç vardı.

    Nihayet direniş kademe kademe ortaya çıkmış, yerel ölçekte örgütlenme gerçekleşmiştir. Yunan kuvvetlerinin Büyük Menderes Havzası’ndaki ilerlemesi 27 Mayıs’ta Aydın, 4 Haziran’da Nazilli’yi işgal etmesi üzerine durmuştu. Yunanlıların bu vadi boyunca küçük birliklerle işgali genişletmesi “vur kaç” tipi saldırıya olanak veren bir cephenin oluşması demekti. Büyük Menderes Vadisi’nin güneyi tamamen İtalyan işgal bölgesiydi. Bu bölgede yer alan millî kuvvetler bir izlemeye uğramadan Yunan kuvvetlerine baskın yapabiliyorlardı. Bu nedenle Söke’den başlayarak Sarayköy’e kadar Büyük Menderes boyunca bir dizi direniş merkezî oluşturulmuştur.

    Denizli’de 29 Mayıs 1919 günü, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi başkanlığında Denizli Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyeti kurulmuştu. Cemiyet üyeler arasında işbirliği yaparak öncelikle silahlı gönüllüler yazılması için uğraş verdi. İlk kurulan gönüllü birliğin başına, Ödemişten Denizli’ye gelmiş olan Komiser Hamdi Bey seçilirken daha sonra oluşturulan Millî Menderes Müfrezesinin başına da Topçu Binbaşı İsmail Hakkı Bey getirilmiştir.

    İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali sonrası Batı Anadolu’da doğrudan doğruya halk örgütlenmesiyle oluşan Kuvâ-yı Milliye içinde en etkili yerlerden biri Ödemiş’ti. Ödemiş’teki örgütlenme Kuvâ-yı Milliye için önemli bir model oluşturmuştur. Ödemiş aynı zamanda tüm Batı Anadolu’da Yunan birliklerine karşı silahlı, etkin ve tamamen sivillerin katılımıyla oluşan ilk örgütlü yerel direnişin adı olmuştur. Ödemiş’te Kaymakam Bekir Sami ve Jandarma Yüzbaşı Tahir’in çabaları ile eli silah tutanlar kentin savunmasına çağrılırken oluşturulan birliğe “Ödemiş Kuvâ-yı Milliyesi” adı verilmişti. Ödemiş’teki örgütlenme Batı Anadolu’da “İlkkurşun Savaşı” ile birlikte Küçük Menderes Bölgesi’nde Yunan işgalinin yayılmasını önlemek amacıyla Fata Baskını, Birgi Baskınları, Kemerdere Savaşı, Adagide Savaşı, Üçyol Savaşı, Köseler Savunması, Üzümderesi Baskını, Bozdağ Çatışması, Kaymakçı Savunması, Seyrekli Savaşı gibi irili ufaklı pek çok muharebeye imza atmıştır.

    Aydın’da İzmir’in işgali öncesi direniş arayışları sonuç vermemiş, Yunanlılar İzmir’i işgal ettikten sonra 27 Mayıs 1919’da üç koldan Aydın’a girerek şehri işgal etmişti. Aydın’da ilk direniş merkezî Çine’de ortaya çıktı. Çine’nin direniş merkezî olmasında 57.Tümen’in ve onun komutanı Albay Şefik’in büyük etkisi olmuştur. Yörük Ali ve Kıllıoğlu Hüseyin Efe onun çağrısıyla Çine’ye geldiler. Aydın’da ilk Kuvâ-yı Milliye birlikleri 6 Haziran 1919’daki toplantıdan sonra oluştu.  Çine yöresindeki örgütlenme de Kuvâ-yı Milliye düşüncesinin sahibi Albay Şefik Bey olsa da bölgede önemli bir milis gücü olarak Yörük Ali Efe Müfrezesi vardı.

    16 Haziran 1919 günü Yörük Ali Efe’nin başında bulunduğu Kuvâ-yı Milliye müfrezelerinin ilk olarak gerçekleştirdiği tahrip ve baskın, Malgaç Çayı üzerindeki demiryolu köprüsü ve bunun muhafazasıyla görevli Yunan kıtasına yapıldı. Müfreze Malgaç Baskını’nı gerçekleştirerek Nazilli bölgesine ilerleyen Yunan birlikleri ile Aydın ve çevresinde bulunan Yunan birlikleri arasındaki bağlantıyı kesti ve Yunan birlikleri Nazilli’den hızla geri çekilerek Aydın şehrinin batı yakasına kadar geldiler. Yunanlılar Aydın ve çevresinde hâkimiyetlerini tesis etmekte zorlandılar. Ayrıca Erbeyli Baskını’nın (20-21 Haziran 1919) da bu süreç içerisinde gerçekleşmesi, Yunanlıların bölgedeki tüm planlarını bozdu.

    Bu arada yine Aydın bölgesindeki Kuvâ-yı Milliye birliklerinin savaşıyla ilk kez bir şehir (Aydın şehri) Yunan askerlerinden kurtarılmıştır.  Bölgede kontrolü kaybeden Yunanlılar toparlandıktan sonra ikinci kez 6 Temmuz 1919’da Aydın’ı işgal ettiler ve bölgede korkunç bir mezalime başladılar. Kuvâ-yı Milliye düzenli ordu kuruluncaya kadar Büyük Menderes bölgesinde Eğrek baskını, Köprübaşı Savaşı, Dağeymir Savaşı, Kızılçay Pususu, Umurlu Savaşı, Ovaeymir Savaşı, Çayyüzü Çatışması, Köşk savunmalarını gerçekleştirmiştir.

    Aydın sancağının bulunduğu bölgede Kuvâ-yı Milliye sürecinin en canlı yaşandığı yerlerdendi. İlk direniş hareketleri bu bölgede hayat bulmuştur. Aydın’da başlayan direnişin mimarları Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe, Durmuş Ali Efe, Mesutlarlı Mestan Efe, Sökeli Cafer Efe, Danişmentli İsmail Efe, Sancaktarın Ali Efe, Zurnacı Ali Efe, Tekeli İsmail Efe, Orhaniyeli Kara Durmuş Efe, İmamköylü Çete Ayşe, Binbaşı Hacı Şükrü, Binbaşı İsmail Hakkı, Arap Yüzbaşı Nuri, Kurmay Yüzbaşı Selahattin, Yüzbaşı Faik, Yüzbaşı Rıfat, Teğmen Zekai, Teğmen Kadri, Teğmen Selami, Yedeksubay Necmettin, Hacı Süleyman Efendi, Mahmut Esat Bey, Asaf Beyler oldular.

    Ayvalık ve Bergama yöresinde Kuvâ-yı Milliye birliklerinin oluşturulmasında Ali Çetinkaya, Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdi, Pelitköylü Mehmet, Ayazmendli Nazmi ve Kırkağaçlı Mehmet Emin büyük rol oynamışlardı. Alaşehir Kuvâ-yı Milliyesinin kurulmasına Albay Bekir Sami Bey (Günsav) ile kasabanın ileri gelenlerinden Musta Bey öncülük etmişlerdir. Salihli Kuvâ-yı Milliye Komutanlığını Yüzbaşı Tahir Bey üstlenirken, Yüzbaşı Rahmi (Apak) de ayrı bir birlik oluşturmuştu. Postlu Mestan Efe’de kendilerine yardımcı olmuştur.

    Denizli’de Kuvâ-yı Milliye örgütlenmesini Müftü Ahmet Hulusi ile Mutasarrıf Faik (Öztrak) yürütmüşlerdir. Tavaslı Ömer’de Sarayköy’de bir süvari birliği oluşturarak Binbaşı Hakkı’nın emrine vermişti. Yunan kuvvetlerinin 22 Mayıs 1919’da Selçuk’a girmeleri Denizli’de Binbaşı İsmail Hakkı Bey ile Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin Aydın ve Nazilli ile işbirliği içerisinde halktan silahlı çetelerden bir kuvvet oluşturulması yönünde harekete geçmelerine yol açmıştır. İzmir ve Aydın’ın işgalinin yarattığı heyecan sonucu Denizli’de Redd-i İlhak Heyet-i Milliyesi kurulmuştur. Denizli Redd-i İlhak hareketi Tavas’ta, Çal’da, Çivril’de, Sarayköy’de, Buldan’da, Kadıköy (Babadağ) de Redd-i İlhak hareketinin doğmasına zemin hazırlamıştır. Redd- İlhak Heyetlerinin bulunduğu yerlerin isimlerini taşıyan müfrezeler Aydın bölgesinde gerçekleştirilen baskın ve savunma savaşlarında önemli yararlılıklar göstermiştir.

    Muğla’da ise İtalyan işgali altında mahalli halk ile Demirci Mehmet ve Yörük Ali Efe’nin girişimleriyle oluşan Kuvâ-yı Milliye teşkilatı Güneybatı Anadolu bölgesinde Aydın cephesindeki tüm mücadelelerde olduğu gibi iaşe ve iane temininde de yararlılıklar göstermiştir. İzmir’in işgalinden sonra 16 Mayıs 1919’da Muğla’da “Menteşeliler Müdafaa-ı Vatan Cemiyeti” kuruldu. Bunun yanında Muğla’nın diğer ilçelerinde olduğu gibi Muğla-Aydın sınırında önemli bir kesişim noktası olan Milas ilçesinde de bir Kuvâ-yı Milliye Komitesi oluşturuldu. Bu komite kendilerinin stratejik önemini çok iyi bildiği için hem Muğla’daki Kuvâ-yı Milliye hem de Çine’deki 57.Tümen ile sıkı ilişki içine girdi ve ortak hareket etmeye başladı. Serdengeçtiler ile Muğlalıların oluşturduğu “Menteşe Grubu” Köşk Cephesi’nde Çayyüzü’nde millî kuvvetlerle birlikte önemli işler yaptılar.

    29 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlılar Ayvalık’ı işgal edince özellikle Edremit Kaymakamı Hamdi Bey’in önderliğinde bölgenin Yunan işgalinden kurtarılması için Edremit, Burhaniye, Ayvalık’ta Müdafaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti etrafında millî kuvvetler bir araya getirilmişti. Bölgede işgal güçlerine karşı gerçekleştirilen en büyük baskın Akbaş Cephaneliği baskınıdır. Kuvâ-yı Milliye’nin baskını sonrası kaçırılan silah ve cephaneler İngilizleri kızdırmış onları endişeye sevk etmişti. Ancak bu umutlu hava Hamdi Bey’in Anzavur’un adamları tarafından öldürülmesi ile dağılmış, büyük ümitler bağlanan ve Batı Cephesi için çok önemli olan silah ve cephaneler yok olmuştu. Tek sevindirici taraf ise silah ve cephanenin İtilaf devletlerinin eline geçmemesi idi.

    Bu arada Kuvâ-yı Milliye konusunda bölgede bazı düzenlemeler de yapılmıştır. Kuzeybatı Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye kontrol altına alınmaya çalışılırken teşkilat disipline edilmek isteniyordu. Kuvâ-yı Milliye kıtalarının iaşe ve geri hizmetlerini sağlamak amacıyla her cephe için bir menzil müfettişliği kurulmuştur. Üç menzil müfettişliğinden ilki Ayvalık, İkincisi Soma, üçüncüsü Akhisar’da hizmet görecekti.

    Batı Anadolu’da yapılan kongrelerin Kuvâ-yı Milliye’nin bölgede gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. İzmirli aydınların önderliğinde 17 Mart 1919’da İzmir’de toplanan İzmir Müdafaa-ı Hukuk Kongresi’nden sonra beşi Balıkesir, üçü Nazilli, biri Alaşehir, birisi Uşak ve biri de Afyonkarahisar’da olmak üzere on kongrenin yanı sıra pek çok toplantı gerçekleştirilmiştir.

    28 Haziran 1919’da I. Balıkesir Kongresi’nde millî bütünlüğün korunması ve işgalin protesto edilmesi yolundaki çalışmalar yanında 26 Temmuz 1919’da yapılan II. Balıkesir Kongresi’nde de Ulusal Bağımsızlık Savaşına taraftar grupların bir çatı altında toplanması başarılmıştır. Kongre Kuzeybatı Anadolu’da mahallî birliği sağlamış, yerel nitelikte Redd-i İlhak Heyetlerini kendi kurduğu Harekât-ı Milliye’ye bağlamıştır. 16 Eylül 1919’da toplanan II. Balıkesir Kongresi’nin 18-22 Eylül 1919 tarihli oturumlarında, Alaşehir Kongrelerinde kabul edilen “Harekât-ı Milliye Redd-i İlhak Teşkilatı Yönetmeliği” hazırlanmış, millî alay ve menzil müfettişlerinin seçimi de karara bağlanmıştı.

    Batı Anadolu’daki mücadele, asker kökenli kişilerin; silahlı direnişi örgütlemesi, var olan düzenli askerî gücü kullanmaları, sivilleri eğitmeleri, bölgede güvenliğin sağlanması gibi görevler almalarına karşın hareketin daha çok sivillerin yönetimi altında geliştiği dikkat çekmektedir. Batı Anadolu’da kurulan Heyet-i Milliyeler hemen ardında oluşan Heyet-i Merkeziyeler ve Kuvâ-yı Milliye örgütleri sosyal, siyasal, mali, askerî faaliyetlerine karşın Heyet-i Temsiliye’nin yaptığı gibi İstanbul Hükûmetlerine karşı ihtilalci bir yönetim oluşturmak yoluna gitmemişlerdir.

    Yunan işgali ile birlikte Batı Anadolu’da başlayan Kuvâ-yı Milliye kuruluşları yürüttükleri mücadeleye kaynak sağlamak amacıyla insan iane, iaşe sağlamak için çeşitli yollara başvurmuşlardır. Balıkesir Kongresi’nde alınan kararlarla levazım örgütleri ve millî menzil kurulması uygun bulundu. Halktan silah ve malzeme sağlanması esasa bağlandı. Nazilli Kongresi’nde ise cephelere yeterli asker ve malzeme yollanması, bunların masraflarının karşılanması için halktan para ve ayni yardım alınmasına ve bu işlerin yürütülmesi mücahit başkanlarının yetkisine bırakıldı. Alaşehir Kongresi’nde ise millî ve genel seferberlik ilanı kararı alındı. Asker ve para toplamakla yetkili kurulların çalışmasının devamı uygun bulundu. Kongrelerde Batı Anadolu Kuvâ-yı Milliyesi’nin bir otorite altına alınması, asker ve para ihtiyacının karşılanması için önemli kararlar alınmasına rağmen birleşme Batı Anadolu’da değil Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki Sivas Kongresi’nde Ali Fuat Paşa’nın Batı Anadolu Kuvâ-yı Milliye komutanlığına atanmasıyla gerçekleşmiştir.

    Batı Anadolu Kuvâ-yı Milliyesi’nin temel amacı yalnızca Yunan işgallerine son vermek değildi. İngilizleri de işgal ettikleri yerlerden göndermenin planlarını yapıyorlardı. Bunun farkında olan İngilizler General Milne aracılığıyla hükûmete baskı yapıyor, Kuvâ-yı Milliye’nin kaldırılması yolunda Harbiye Nezaretini sıkıştırıyordu. Anadolu’daki gelişmeler esnasında İstanbul Hükûmeti Kuvâ-yı Milliye’nin faaliyetlerinden duyduğu rahatsızlığı Anadolu’ya ifade ediyor, Kuvâ-yı Milliye’nin direnişini tasvip etmiyordu. İstanbul Hükümeti, Batı Anadolu bölgesinin ve Osmanlı Devleti’nin kaderinin Paris Barış Konferansı’nda belirleneceğine ve Yunanlıların da buna uymak zorunda kalacağına inandığı için, direniş hareketlerine karşı olumsuz bir tavır takınmıştır.

    16 Haziran 1919’da direniş örgütlerinin telgraf haberleşmeleri yasaklanırken, 18 Haziran‘da da Kuvâ-yı Milliye hareketini yasaklayan bir genelge yayınlayarak Batı Anadolu’daki direnişi “yararsız” ve “zararlı” hareketler olarak değerlendirmiştir. İstanbul Hükümetinin çeşitli bakanlıkların Ağustos 1919 boyunca komutanlara yazdığı Kuvâ-yı Milliye’nin Yunanlılara karşı harekete geçmemesi ve Türk çetelerinin dağıtılması yolundaki uyarıları işe yaramamıştır.

    İngilizlerin güdümüne girmiş olan Damat Ferit Hükûmeti Kuvâ-yı Milliye’ye karşı bir takım önlemler almakta gecikmemiştir. Hem Kuvâ-yı Milliye hem de TBMM’yi ortadan kaldırmak için iç isyanları destekleyip, Kuvâ-yı Milliye’ye karşı savaşmak amacıyla Kuva-yı İnzibatiye teşkilatı kurulmuştur. İstanbul Hükümeti’nin engellemelerine rağmen Yunan işgalinin genişlediği Batı Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye’nin faaliyetleri 1920 yılı sonlarına kadar devam etmiştir.  

    Kuvâ-yı Milliye hareketinin önemli bir kısmı da, Kuzeybatı Anadolu olarak bildiğimiz ve bugünkü il taksimatına göre Sakarya, Kocaeli, Bursa, Bilecik, Balıkesir, Çanakkale ile Bolu’nun bir kısmını içine alan bölgede cereyan etmiştir. Geçekten de bu bölge Milli Mücadele liderlerinin de ifade ettiği gibi hem iç hem de dış cephe özelliği taşımaktaydı. Dış cephenin önemli merkezlerinden Balıkesir ve civarında millî teşkilatlar oluşturularak Yunanlıların Anadolu içlerine ilerlemesi kesilmeye çalışıldı. Aynı zamanda Balıkesir, Yunanlılara karşı hareket için üs olarak kullanıldı. Burada Redd-i İlhak Cemiyetleri Heyet-i Merkeziyesi oluşturuldu ki bu Heyet-i Merkeziye cepheleri kurup ve denetlemek Kuvâ-yı Milliye’nin her türlü ihtiyaçlarını temin etmek gibi görevleri yüklendi. Bu doğrultuda kongreler topladı. İngilizler ve özellikle Millî Mücadele karşıtı grupların Anadolu içlerine sızma ve sirayet etme yolu olan Kocaeli bölgesi de iç cephe özelliği taşımaktaydı. Bu bölgede özellikle İstanbul’a doğru uzanan yarımadada Mütareke’nin hemen ardından teşkilatlanma çalışmaları Karakol Cemiyeti tarafından başlatılmıştı. Cemiyet Kuvâ-yı Milliye döneminde aynı zamanda ülke çapındaki teşkilatlanmayı da planlamıştır. Kocaeli’nin İngilizler ve Millî Mücadele karşıtlarının eline geçmesinden sonra Geyve bölgesi millî kuvvetlerin üssü haline gelmiştir. Bursa’da ise Vali Vekili Gümülcineli İsmail Bey’in olumsuz tutumu nedeniyle uzun süre dağınık faaliyet gösteren Kuvâ-yı Milliye yanlıları ancak Bekir Sami Bey’in bölgeye gelmesinden sonra teşkilatlanarak Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetini kurmuşlardır.          

    Kuvâ-yı Milliye direnişinin Yunanlıları zor durumda bırakması üzerine müttefikler, Türk milis kuvvetlerini dağıtmak konusunda Yunanlılara izin vermiş ve harekete geçen Yunan ordusu 24 Haziran 1920’de Alaşehir, 30 Haziran 1920’de Balıkesir, 2 Temmuz’da Nif, ve Karacabey’i işgal etmişti. İngilizler de 25 Haziran 1920’de Mudanya’ya, 2 Temmuz’da da Bandırma’ya asker çıkararak Yunanlıları desteklemişlerdi.

    Yunan saldırısı dağınık birbirinden bağımsız hareket eden sayıca ve silah cephane açısından yetersiz Kuvâ-yı Milliye birliklerini güç durumda bırakmıştır. Buna karşın çeşitli yerlerde kurulmuş olan Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetleri Kuvâ-yı Milliye müfrezelerinin her türlü isteklerini yerine getiriyorlar, gereksinimlerini karşılıyorlardı. Gerek şehirlerde gerekse köylerde kurulan Heyet-i Milliyeler kongrelerin kararlarını uygulamada büyük güçlüklerle karşılaşmadılar. Asıl büyük güçlük Kuvâ-yı Milliye’nin silahlı unsurları olan müfreze ve çetelerden gelmiştir. Kongre kararlarına bağlı kalmayan bu güçler kendi başlarına hareket ediyor, bu nedenle bir düzene sokulamıyorlardı. Cephe gerisinde kimi zaman halktan ihtiyaçlarından fazla para ve çeşitli malları zorla almışlar ve bu sebeple birçok sorunun da kaynağı olmuşlardı.

    Güney ve Güneydoğu Anadolu Kuvâ-yı Milliyesi Batı Anadolu’dan biraz daha farklı idi. Buradaki mücadele tam bir halk savaşını andırıyordu. Savunma savaşları yapan şehirler kendi kıt olanakları ile mücadelelerini yürütmüşlerdir. Maraş’ın savunmasından sonra şehir çok fakir düştüğü için M. Kemal Paşa 10 Şubat 1920’de 12. Kolordu Komutanlığına emir vererek toplanacak para yardımının Maraş Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetine verilmesini bildirmiştir. Bölgede Kuvâ-yı Milliye’nin cephane ve silah eksikliği Milli Mücadele boyunca hissedilmiştir. Kuvâ-yı Milliye’nin desteklenmesi için zenginlerin ve halkın fedakârlıkları ile toplanan yardımlar yararlı olmuştur. Bölgede işgal güçlerine karşı halkın yürüttüğü savaş, TBMM kurulduktan sonra da devam etmiştir.     

    M. Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesinden sonra 8 Ağustos 1919’da yayınlanan bir bildiri ile memleketi haksız yere işgal eden İtilaf Devletlerine karşı Türk bağımsızlığını korumak için milli kuvvetlerin kurulması milletin kendi iradesiyle egemenliğine sahip çıkması duyuruldu. ‘Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür’ ilkesi ile yeni Türk vatanının sınırları belirtilmeye çalışılıyordu. Sivas Kongresi tüm ülkeyi bir inanç ve otorite altında toplarken Güney Cephesi de Ali Fuat Paşa’nın komutasına verildi. Daha sonra 29 Haziran 1920’de Cephe, İran sınırından Fırat Nehri kadar Elcezire Cephesi ve Fırat’tan Antalya’ya kadar Adana Cephesi Komutanlıkları olarak bölündü.

    Fransızların bölgeyi işgal etmesi, işgal güçlerinin desteği ile serbest hareket alanı kazanmış olan Ermeni çetelerinin Türk halkı üzerine kurduğu baskı üzerine Güney Anadolu’da pek çok yerde halkın girişimiyle ulusal birlikler kurulmaya ve işgal güçlerine karşı silahlı mücadeleye başlanmıştır. Sivas Kongresi’nden sonra da bu kuvvetlerin başına M. Kemal Paşa tarafından komutanlar atanmıştır. Topçu Kemal Bey “Doğan” takma adıyla, Piyade Yüzbaşı Osman Bey “Tufan” takma adıyla, Yüzbaşı Ratip Bey “Sinan Paşa” takma adlarıyla Adana Cephesinde büyük hizmetler yapmışlardır.

    Güney Kuvâ-yı Milliyesi gerçek anlamda bir halk hareketiydi. Eşkıya, çeteler ve zorbalar Kuvâ-yı Milliye’ye katılmadılar. Kuvâ-yı Milliye yalnız vatanseverlik ve Türklük duygusuna dayanıyordu. Bu bölgede Pozantı’da Fransızları kuşatan milislerin kazandığı zafer Kuvâ-yı Milliye’nin gerilla savaşlarına iyi bir örnek olmuştur.   

    Güney‘de Maraş’a 30 Ekim 1919’da giren Fransızların Komutanı General Quarette, bir bildiri yayınlamıştı. Maraş Kalesi’ndeki Türk Bayrağı’nın indirilmesi ve şehirdeki işgal güçlerinin kışkırtıcı ve tahrik edici eylemlerinin ardından silaha sarılan halk, Yüzbaşı Kamil (Polat) , Yüzbaşı Selim, Öğretmen Hayrullah, Teğmen İhsan Beyler’in kuvvetleri ile birleşerek Fransız birliklerini Maraş’tan atmışlardı.

    Fransızların Güney’de işgal ettiği bir başka şehir de Urfa idi. 15 Ocak 1920’de Yüzbaşı Saib (Ursavaş) yönetiminde örgütlenen Urfalılara bölgedeki çeşitli aşiretlerde destek verdiler. Fransızlar Urfa’ya girince millî kuvvetler kenti kuşattılar. İçeride bulunan “Çanakkale Müfrezesi” kuşatmayı desteklemiş, dışarı ile ilgisi kesilen Fransızlar aç ve vasıtasız kalmalarının ardından 12 Nisan 1920’de yapılan geçici bir anlaşma ile Urfa’yı boşaltmışlardı.      

    Güney’de halkın işgalcilere tepki gösterdiği Antep’te halk işgalin ilk günlerinden itibaren Fransızlara karşı direndiler. Fransızlar Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni kendi yönetimleri altına aldıklarını açıkladıklarında Antep yöresine de yeni birlikler getirmişlerdi. Fransız egemenliğini önlemek için bazı tedbirler alma gereğini duyan Antep Müdafaa-ı Hukuk Örgütü ‘Şahin’ takma adıyla anılan Üsteğmen Sait’i Antep- Kilis yolu Kuvâ-yı Milliye Komutanlığına getirmişti. Şahin Bey’de ilk önce Kilis ile Antep arasındaki ulaşımı keserek kentteki Fransız birliklerine yardım edilmesini önlemeye çalışmıştır. Fransızların şehirde bir Türk kadınına saldırmaları ve çocuğunu öldürmeleri direniş fitilini ateşledi. Dışarıdan büyük destek alan Fransız birliklerine karşı çarpışan Yedek Subay Teğmen Sait Bey (Şahin) milisleriyle birlikte yaşamını yitirmiş fakat bu mücadelenin sonunda Fransızlar Antep’i boşaltmak zorunda kalmışlardı. 1 Nisan 1920’de yeni kuvvetleriyle Antep’i kuşatan Fransızlar güçlerine karşı şehir halkı aylarca kadın, çocuk, yaşlı Antep’i savundu. Zamir Bey (Damar Arıkoğlu) 200 kişilik kuvvetiyle şehri savunanlar arasında bulunuyordu. Temsil Heyetinin emri ile Kuvâ-yı Milliye’nin başına geçen Kılıç Ali Bey cepheyi dışarıdan yönetti. İnsanüstü direnişe rağmen şehir 9 Şubat 1921’de Fransızların eline geçti.      

    Antep’te Birinci Dünya Savaşı Fransa’sının Verdün’ünü anımsatan bir savunma sürdürülürken, Adana bölgesinde de Fransızlarla çarpışmalar başlamıştı. Olabildiğince örgütlenen Kuvâ-yı Milliyeciler Pozantı’ya kadar ilerlemiş olan Fransızları geri çekilmek zorunda bırakmışlardı. Bölgede ulusal güçlerin kurulmasında Karaisalı Müftüsü Mehmet Efendi’nin de büyük katkısı olmuştu. Pozantı yöresindeki çarpışmalarda bir Fransız taburu komutanı ile birlikte esir alınmıştı. Böylece Fransızlar Antep’ten sonra Pozantı yöresinde de ummadıkları bir halk direnişi ile karşılaşmışlardı. Tekelioğlu İsmail’in yönetimindeki Kuvâ-yı Milliye birlikleri de Toros yöresinde Fransızlara karşı yapılan mücadelede etkili olmuşlardı. Mütarekeden yararlanılarak Adana ve Antep yöresindeki ulusal güçleri yeniden düzenleme olanağına kavuşulurken Yüzbaşı Mustafa komutasında yeni bir Kuvâ-yı Milliye taburu kurulmuş ve Fransızlardan ele geçen silahlarla donatılan bir makineli tüfek bölüğü de oluşturulmuştu. Albay Selahattin Adil Bey’in cephe komutanlığına atanmasının ardından Adana bölgesi Güney Cephesi’ne bağlanmıştır.        

    Güneydoğu Anadolu’daki bütün şehir ve kasaba merkezleri yaptıkları miting ve gönderdikleri protesto telgraflarıyla, Kuva-yı Millliye’yi desteklemiş, haksız ve adil olmayan işgal ve davranışları defalarca kınamışlardır. Gönüllü Kuvâ-yı Milliye oluşturan ya da aşiret kuvvetlerini yardıma gönderenler olmuş, bu meyanda silah talep edenler de bulunmuştur. Güneydoğu Anadolu’daki şehir ve kasabaları: Mardin, Siverek, Viranşehir, Nusaybin, Suruç, Midyat, Diyarbakır ve Siirt başta olmak üzere diğer yerleşim merkezleri de aynı tavrı sergilemişlerdir. Birecik ise, fiilen işgal uğramış ve Kuvâ-yı Milliye’nin desteğiyle Fransızlara direnmiştir.

    Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kuvâ-yı Milliye’nin içinde yer alan sivil komutanlar arasında Hakkâri Valisi Haydar Bey, Kaymakam Cibranlı Halit Bey, Ekrek Nahiyesi Müdürü Zeynelzade Mustafa Efendi, aşiretleri ile birlikte milis kuvveti oluşturan yüzlerce aşiret reisi ve ağası arasında Hormekli Halil, Hasenanlı Halit, Okcu İzzettinli Hanan Ağa, Cıbranlı Maksut, Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa, Şadili Hasan Reşo, Simko, Sıpkanlı Abdülmecid yanında din adamları da bulunuyordu. Gördekli Şeyh Şerif, Zerdekli Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Muhammed ile Süleyman Necati, Bilanlı karyesinden Polat Bey, Kilisli Han Şerifoğlu, Mehmet, Dabisoğlu, Sadık milis faaliyetinin içerisinde yer almışlardır.

    Doğu Anadolu Bölgesi’nde Kuvâ-yı Milliye hareketi daha çok Ermeni çetelerin Türk halkına yönelik baskı ve imha politikasına karşı koymak üzerine yoğunlaşmıştır. Bu çerçevede: Muş, Çıldır, Ağrı, Kars, Hakkâri, Erzurum, Bitlis, Siirt, Bingöl, Erzincan, Dersim, Van, Sivas’ta halk işgallere ve azınlıkların özellikle Ermenilerin yarattığı terör eylemlerine karşı Müdafaa-ı Milliye cemiyetlerinde birleşerek Kuvâ-yı Milliye’ye destek olmuşlardır.          

    Kuvâ-yı Milliye’nin Batı Anadolu, Güney ve Güneydoğu Anadolu kadar olmasa da Trakya, kuzey ve kuzey-doğu Anadolu’da ve kısmen Karadeniz’de etkinliği söz konusu olmuştur. Karadeniz Bölgesi’nde özellikle Pontus’lu Rumların yaratmış olduğu güvenlik sorunu karşısında milis kuvvetleri ile direniş gösterilmiş, milli kuvvetlerin başında sivil subaylar bulunmuştur. Özelikle Giresun bölgesinde ‘Topal Osman’ milisleri Pontus çetelerine karşı büyük başarı elde etmişlerdi.

    Trakya’da ise Yunan kuvvetlerine karşı ilk önce Cafer Tayyar Paşa’nın başında bulunduğu kolordu birlikleri ile karşı konulurken Istrancalarda kurulan “Kanlı Bayrak Çetesi” gösterdiği direniş ile İtilaf Devletleri ve Rum çetelerini şaşırtmış, İstanbul’a yürümek isteyen Yunan birliklerinin caydırılmasında etkili olmuştu.        

    Kuvâ-yı Milliye yalnızca Batı Anadolu’da ilerleyen Yunan ordusuna karşı koymakla kalmamış aynı zamanda merkezî otoritenin zafiyete uğradığı bu dönemde iç ve dış politikada sesini duyurmuştur. Milletlerarası Tahkikat Komisyonu, Milne Hattı’nın tespiti, Nazilli Kongreleri ve iç ayaklanmaların bastırılması Kuvâ-yı Milliye’nin başarılı faaliyetleri arasında yer almıştır.

    Sivas Kongresi’nde Kuvâ-yı Milliye birliklerinin tek çatı altında toplanması ve Heyet-i Temsiliyenin denetimine verilmesi kararlaştırılmıştır. Kongre sırasında iki bölümden oluşan bir Kuvâ-yı Milliye talimatnamesi hazırlanarak, Kuvâ-yı Milliye komutanlarına gönderilmiştir. Kuvâ-yı Milliye’nin yapısını, çalışma şeklini, hedef ve gayelerini ortaya koyan 14 maddelik talimatname ile Kuvâ-yı Milliye birlikleri denetim altına alınmaya çalışıldığı gibi birliklerde görev yapanlara yapılacak ödemeler hakkında da bir düzenleme getirilmiştir.

    Kuvâ-yı Milliye başarılı bir mukavemet göstermesine rağmen işlerlik konusunda bazı sıkıntılar da yaşatmıyor değildi. Hem yerel olması hem de bazı zamanlar kontrol edilmekte zorluk çekilmesi Kuvâ-yı Milliye konusunda TBMM’yi düşünmeye itti. Ayrıca Kuvâ-yı Milliye ulusal nitelikte bir kurtuluş reçetesi için disiplinli bir düzenli ordu niteliğinde değildi. Genel itibariyle bakarsak Kuvâ-yı Milliye’nin sonunu getiren sebepler şunlardır: 1- Düzenli ordunun kurulmasının gerekliği. 2- Yunan ordusuyla düzensiz birliklerin savaşmasının güç olması. 3- Başta Demirci Mehmet Efe’nin adının karıştığı Denizli olayları olmak üzere bazı dedikodulara adının karışması. 4- Gediz Taarruzunda (24 Ekim 1919) bazı başarısızlıklar ve uyumsuzluklar. 5- Halkın ve kimi cemiyetlerin Kuvâ-yı Milliye konusunda bazı tereddütleri veya aşırı bağlılıkları.

    Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyeleri Batı Anadolu’daki dağınıklığı giderebilmek için önce Ali Fuat Paşa’yı sonra da Albay Refet’i Batı Anadolu Kuvâ-yı Milliye Komutanlığına atadılar. Ancak bundan istenilen sonuç alınamadı. 16 Mayıs 1920’de çıkan bir kararla Kuvâ-yı Milliye’nin bütün yiyecek ve cephane ihtiyaçları Millî Savunma Bakanlığınca karşılanmak üzere düzenli orduya bağlanması kararı alındı. Kuvâ-yı Milliye birlikleri ile gönüllü teşkilatların kuruluş ve faaliyetleri Ağustos 1920’de Müdafaa-ı Milliye Vekâleti tarafından bazı esaslara bağlanmıştır. Buna göre; gönüllü teşkilatı kurmak için Müdafaa-ı Milliye Vekaletinden izin alınması gerektiği, gönüllü birliklerin teşekkülünden hemen sonra en yakın askerî bir kumandan tarafından denetlenmesi gerektiği ve sonucun Müdafaa-ı Milliye Vekaletine bildirilmesi gerektiği ve cepheye ulaşan gönüllü birliklerin diğer erlere uygulanan kanunlara dahil olacakları bildirilmiştir.

    22 Haziran 1920 tarihinde gerçekleşen büyük Yunan taarruzu üzerine Türk halkı fevkalade bir heyecana kapılmış, yollara dökülmüştür. Uşak’a kadar adeta bir insan selinin oluşturduğu göç dalgası Batı Anadolu’da yılgın bir ortam yarattı. Bu durum Kuvâ-yı Milliye’nin varlığı ile ilgili tereddütleri artırırken Kuvâ-yı Milliye’nin büyük bir kısmı Aydın bölgesinde Yörük Ali, Danişmentli İsmail yanında, (Çolak İbrahim müfrezesi, 3. Süvari Tümenine; Sarı Edip Efe Müfrezesi 33. Süvari Alayına, Gökbayrak Müfrezesi, 61. Piyade Alayına) düzenli ordu birlikleri haline getirilmiştir. O arada 6-7 Temmuz 1920’de Denizli’de Demirci Mehmet Efe tarafından gerçekleştirilen katliam sonrası artık Kuvâ-yı Milliye döneminin sonunun gelmesi gerektiği fikrini pekiştirdi. Gediz Taarruzundaki (24 Ekim 1920) başarısızlık ve uyumsuzluk bu kanaatin uygulamaya geçmesine neden olmuştur. Süreç meclis denetiminden uzak ‘Çerkez Etem ve Demirci Mehmet Efe’ gibi kontrolsüz grupların tasfiyesiyle sonuçlanmıştır. Nitekim “nizamsız teşkilat fikrini ve siyasetini yıkmak yapacağım ilk iştir” diyen İsmet (İnönü) Batı Cephesi Komutanlığına atanmasının ardından düzenli orduya davet edilmiş olan Demirci Mehmet Efe direnişinin ardından Nazilli’nin bir köyünde ikamete mecbur bırakılırken Etem de Yunanlılara sığındı. Bu durum artık kesinlikle düzenli ordunun kurulması gereğini ortaya koydu ve sonuçta da 2 Ocak 1921’de Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti emriyle Kuvâ-yı Milliye müfrezeleri tamamen kaldırıldı.

    Günver GÜNEŞ

    KAYNAKÇA                                             

    AKER, M. Şefik, İstiklal Harbinde 57. Tümen ve Aydın Milli Cidali, Cilt 3, İstanbul 1937.

    ALBAYRAK, Mustafa, Millî Mücadele Dönemi’nde Batı Anadolu Kongreleri (17 Mart 1919- 2 Ağustos 1920), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998.

    AYDINEL, Sıtkı, Güneybatı Anadolu Kuvâ-yı Milliye Harekâtı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1993.

    BAYAR, Celal, Ben de Yazdım, Cilt 1-8, İstanbul 1997.

    COŞKUN, Alev, Kuvâ-yı Milliye’nin Kuruluşu, İstanbul 2007.

    ÇAY, Abdülhaluk M., KALAFAT, Yaşar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye Hareketleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını: 90, Ankara 1990.

    GÖKBEL, Asaf, Millî Mücadele’de Aydın, Coşkun Matbaası, Aydın 1964.

    KÖSTÜKLÜ, Nuri, Millî Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1999.

    Millî Mücadele’de Aydın Sancağı ve Yörük Ali Efe, Ed. Günver Güneş, Mehmet Başaran, Tuna Matbaacılık, Aydın Belediye Başkanlığı Yayını, Aydın 2009.

    ÖZKAYA, Yücel, “İstiklal Savaşında Türk Halkının Kuvâ-yı Milliye’ye ve Millî Ordu’ya Katkıları”, II. Askerî Tarih Semineri Bildiriler, Ankara 1985.

    ÖZKAYA, Yücel, “Kuvâ-yı Milliye”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S 24, Ankara 1992.

    SELEK, Sabahattin, Millî Mücadele, Ulusal Kurtuluş Savaşı, Cilt I, İstanbul 1970.

    SOFUOĞLU, Adnan, Kuvâ-yı Milliye Döneminde Kuzeybatı Anadolu (1919-1921), Ankara 1994.

    ŞAPOLYO, Enver Behnan, Kuvâ-yı Milliye Tarihi, Ankara 1957.

    TAÇALAN, Nurdoğan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken, İstanbul 1981.

    TEKELİ, İlhan, İLKİN, Selim, Ege’de Sivil Direnişten Kurtuluş Savaşı’na Geçerken Uşak Heyet-i Merkeziyesi ve İbrahim (Tahtakılıç) Bey, TTK Basımevi, Ankara 1989.

    TÜRKMEN, Zekeriya, Mütareke Döneminde Ordunun Durumu ve Yeniden Yapılanması (1918-1920), TTK Basımevi, Ankara 2001.


    Yazı kaynağı : ataturkansiklopedisi.gov.tr

    Türk Yurdu Dergisi

    Türk Yurdu Dergisi

             

                  Yavuz Abadan’a göre ise Kuvayımilliye, Milli Mücadele’nin İkinci İnönü Savaşı’na kadarki seyrine egemen olan kuvvetlere verilen addır.[1] Sabahattin Selek ise Kuvayımilliye’yi, Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak kuruluşlarını, Heyeti Milliyeleri, Kongreleri, Büyük Millet Meclisini, kamu kuruluşlarını ve düzenli orduyu da içine alan tüm Kurtuluş Savaşını kapsayan sivil ve askeri hareket olarak ele alır.[2] Bu tanım Yavuz Ercan’ın “Kuvayımilliye Kurtuluş Savaşı’nın bütününü ifade eder”[3] tanımlamasıyla da örtüşür. Mustafa Albayrak daha teferruatlı tanım verir: “Mondros Ateşkesi’nin sonrasında İstanbul’daki merkezi Hükûmetin gücünü yitirmesi, Anadolu’nun idari, mali, sosyal sorunlarına ve işgalcilerin yarattıkları olumsuzluklara bir çözüm getirememesi sonucu yaşanan felaketlerin karşısında, Anadolu insanının aralarında güç birliği etmesi ile oluşan ve ilk kurşunla başlayıp, 23 Nisan 1920’de hukuksal bir nitelik kazanarak devam eden, daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran maddi ve manevi gücün adıdır”.[4]

             

            Şevket Süreyya Aydemir, Kuvayımilliye’yi iki ayrı yönden ele alır: Ona göre Kuvayımilliye, her şeyden önce bir teşkilat fikridir. Bu teşkilat fikri, çeşitli gelişmeler sonunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti şekline ulaşır. İkinci yön, bir Halk Hareketi’dir. Bu hareket, çeşitli saldırılar, can ve yurt tehlikeleri karşısında Halk’ın, kendi içinden beliren bir savunma çabasıdır. Bu çaba, yöresel veya bölgesel davranışlar, silahlanmalar, gruplaşmalar ve direnişler şeklinde, 1919 Haziranı ile 1920 sonları arasında, Milli Mücadele’nin anılarına karışır.[5]

             

            Toparlayacak olursak, Kuvayımilliye adı, önceleri İzmir ve çevresinde bulunan ve silahlı direnişe geçenleri ifade ederken, daha sonraları tüm ulusal hareketi kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Kuvayımilliye yabancı işgallere tepki gösteren, Misak-ı Milli ile sınırları belirtilen Türk yurdu üzerinde tam bağımsızlığı gölgeleyecek girişimlere karşı çıkan ve bu anlamda tam bağımsızlığı hedefleyen bir harekettir. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgalini müteakiben Yunan saldırıları karşısında Ayvalık’tan Denizli’ye kadar uzanan çizgide bölgesel direniş birlikleri ortaya çıktı. Her biri çoğu zaman birbirinden kopuk şekilde kendi bölgesini savunmaya gayret gösterse de aynı amaca yönelik olmasından dolayı milli bir karakter arz eden bu direniş hareketine Kuvayımilliye denilir. Sivas Kongresi ile de tüm yurdun savunulması ortak paydasında buluşan bir anlama büründü.

             

               Tanımlardan da anlaşıldığı üzere Kuvayımilliye, Milli Mücadele içinde hem bir aşama/süreç; hem de bir yönüyle bütünüyle mücadeleyi kapsar. Kuvayımilliye hareketi Anadolu’da Milli Mücadele’ye zemin hazırlayan bir süreçtir; Milli Mücadele’nin temel yapıtaşıdır. Bu süreç olmadan Milli Mücadele hareketini organize etmek, toplumu harekete geçirmek neredeyse imkânsızdır. Her şeyden önce bu dönem Müderrisoğlu’nun ifadesiyle “Anadolu’nun devletsiz ve Hükûmetsiz olduğu bir devirdir”.[6] Bir yandan işgaller, diğer yandan İstanbul Hükûmeti’nin sessizliği dikkate alındığında, bu dönem Türk tarihinin en kırılgan safhalarından birini ifade eder. Bir başka açıdan Türk milletinin siyasi varlığının hiç olmadığı kadar tehdit altında olduğu bir tarih dilimini ifade eder. İşte böyle bir devirde bazı fedakâr subay ve yerel aydınların önderliğindeki halkın katılımıyla oluşan Kuvayımilliye, Milli Mücadele hareketinin organize olduğu 1920 sonlarına kadar işgale yakın bölgeleri yönetmiş ve işgale karşı koymaya çalışmış ve önemli başarılara imza atmıştır. Kuvayımilliye bu devirde düşmana mukavemet eden belki de tek kuvvetti. İşgale karşı Anadolu’da inisiyatifi ele alan Kuvayımilliye birliklerinin başarıları Milli Mücadele azminin ve ruhunun kuvvetlenmesinde ciddi katkısı oldu. Bundan dolayı Milli Mücadelede ‘öncü kadro’nun ve halkın göstermiş olduğu fedakârlık Kuvayımilliye ruhu olarak anlamlandırılır.

             

             

            Kuvayımilliye’nin Doğuşu

            

            Kuvayımilliye, I. Dünya Savaşı sonrası 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması’nı müteakip İtilaf devletlerinin mütecaviz politikalarına bir tepki olarak gelişen bir süreçtir. Aslında Mondros, Türklerin cihanşümul imparatorluğunun tasfiye sürecinde imparatorluk mirasına sahiplenme ve sürdürme mücadelesinin kaybedip ulus-devlet yaratılabilecek bir coğrafyaya çekilmelerini ifade eder. Bunun bir anlamda çağın ruhuna uygun olarak kabul edilebilir yanları olsa da, Mütarekeden hemen sonra başlayan işgaller bunun çok ötesinde Türk varlığına yönelik saldırıları ifade etmesi Anadolu’daki direnişin doğuşuna ve Kuvayımilliye olgusunun yeşermesine sebep oldu.

             

            Osmanlı Devleti Almanya yanında savaşa katıldıktan sonra, başını İngiltere’nin çektiği İtilaf Devletleri, Osmanlı topraklarını aralarında yaptıkları dört ayrı gizli anlaşmayla paylaşmıştı. Rusya’yı Boğazlar üzerinde hâkim konuma getiren bu anlaşmalar, İngiltere ve Fransa’ya da bugünkü Suriye, Filistin ve Irak topraklarını içeren coğrafyanın aralarında paylaşılmasını öngörürken, İtalya’ya da Antalya, Aydın, İzmir ve Konya’nın bir kısmı veriliyordu.

             

            Bu anlaşmalar, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından 18 Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Görüşmeleri’nin temelini oluşturdu. Konferansın önemli gündeminden biri bu gizli anlaşmalar çerçevesinde Osmanlı Devleti’nin mirasının paylaşılması meselesiydi. Zaten Mondros Ateşkes Antlaşması ile de bahsi geçen gizli antlaşmalarla gerçekleştirilen paylaşıma uygun zemin yaratılmıştı. Ekim 1917 Bolşevik İhtilali ile savaştan çekilen Rusya’nın yer almadığı bu süreçte savaş sonrası oluşturulacak dünya düzeni hakkında karar vermek üzere galip devletler adına İngiltere, Fransa, İtalya, ABD ve Japonya’dan oluşan Beş Büyüklerin ikişer temsilci ile katıldıkları Onlar Meclisi adı verilen bir organ oluşturuldu. Osmanlı topraklarının paylaşılması ise, İngiltere, Fransa ve İtalyan başbakanları ile ABD başkanından oluşan Dörtler Meclisi adı verilen kurula bırakıldı. Kurul aslında daha önce yapılan gizli anlaşmaların uygulamaya konulması ile meşguldü. Bu kurulların çalışması esnasında, I. Dünya Savaşı devam ederken İngiltere ve Fransa’nın İtilaf Devletleri yanında savaşa katılması karşılığında Batı Anadolu’yu vaat ettikleri Yunanistan Başbakanı Venizelos etkin faaliyet gösterdi. Batı Anadolu’ya ek olarak Trakya, On İki Ada ve Kıbrıs’ı da isteyen Yunanlılardan endişelenen İtalya 28 Mart 1919’da Antalya’yı işgal etti. İtalya’nın yayılmasından endişelenen İngiltere, menfaatlerine daha uygun olduğu için Yunanlıların İzmir ve havalisini işgal etmesini istiyordu. Bundan sonra İngiltere İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini sağlamak için gayret sarf etti. 10 Mayıs’ta da bunun nasıl gerçekleşeceğine karar verildi ve karar 15 Mayıs 1919’da uygulamaya konuldu.[7]

             

            Yunanlıların desteği ile Rumlar Mondros’tan sonra İzmir yöresinde silahlanmaya başladılar. Hatta belki de güçlerini test etmek için 12 Ocak 1919’da Urla’da başlattıkları isyan üç günde ancak bastırılabildi. Ya İyonya ya ölüm sloganlarıyla hareket eden Rumlar bölgenin Yunanistan’ın bir parçası olduğunu iddia ediyorlardı. Ancak bu durum Osmanlı Hükûmeti’nce iyi değerlendirilemedi. Bu tecavüzlere karşı bölgede Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin kurulmasına öncülük eden Vali Vekili ve Kolordu Komutanı Nurettin Paşa’nın görevden alınması, yerine Türkler tarafından sevilmeyen ve Rum faaliyetlerinin maksadını anlayamayan Kambur İzzet Bey’in vali ve Nadir Paşanın da Kolordu Komutanı atanması işgali kolaylaştıracak adımlardı.[8] İşte, İzmir henüz işgal edilmeden, Rumların tecavüzlerine karşı direniş fikri bölgede filizlenmeye başlamıştı. Direniş duygusunu pekiştirmek için ilk adım Redd-i İlhak Cemiyeti’nden geldi. Fakat İzmir işgal edilince Cemiyet üyeleri İzmir’i terk etmek zorunda kaldı. Ancak önemli bir oluşuma öncülük ettiler.[9]

             

            İngilizler İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceğini 14 Mayıs’ta Osmanlı Hükûmeti’ne ve İzmir valisine bildirmesine rağmen Vali Kambur İzzet ve İzmir’deki 17. Kolordu Komutanı Nadir Paşa bunu halktan gizlemeye çalıştı. Önlem almaktan ziyade işgale seyirci kalan Vali, karşı koymak isteyen subayları ve halkı yatıştırma gayretlerine girişerek İzmir’in direnişle karşılaşmadan kolayca Yunanlılara teslim etmeye yardım ettiler.[10]  

             

            İzmir’in işgal edileceği her ne kadar halktan gizlenmeye çalışılsa da, 14 Mayıs akşamı her şey anlaşılmıştı. Durumu öğrenen halk Hükûmet Konağı etrafında toplanmaya başladı. Lise binasında ise ne yapılabileceğine dair halkın da katılımıyla bir toplantı gerçekleştirildi. Vali toplantının dağıtılması aksi halde İtilaf Devletlerinin binayı bombalayacağı ikazında bulunduysa da Yunanlıları İzmir’de görmeye tahammül edemeyen halk bu ikaza aldırmadı. Vali İtilaf Devletlerini gücendirecek herhangi bir hareketten kaçınılmasını istiyordu. Ancak halk, memur ve subaylardan oluşan grup valinin emri dışına çıkarak işgale karşı organize olmaya başladılar. Onlar İzmir’in işgaline mani olamayacaklarının farkındaydılar. Ancak Reddi İlhak Heyeti imzalı beyanname yayımlayarak işgale karşı halkı uyandırmak adına harekete giriştiler. Bu bildiride halktan Yahudi Maşatlığı’nda toplanarak miting yapmaları ve işgale karşı direniş oluşturmaları istendi. Nitekim halkın bir bölümü o gece, başlarında terhis edilmiş yedek subaylar olduğu halde polis dairesindeki silah deposuna hücum ettiler, kapıları kırarak silah ve cephaneleri aldılar. Hapishaneye yönelerek çeşitli bahanelerle tutuklanmış olan aydınları salıverdiler. Ancak İzmir’de bir şey yapılamayacağını anladıklarında Menemen, Ödemiş gibi iç bölgelere çekilmeye karar verildi. Böylelikle işgale karşı sessiz kalınamayacağı ve bir mukavemet potansiyelinin varlığı anlaşılmıştı.[11]

             

            Yunanlıların işgali ile İzmir’de güçlü bir direniş azmi doğmuştu. O sırada izinli olarak İzmir’de bulunan ve direnişi örgütleme noktasında önemli katkısı olduğu anlaşılan Albay Kazım (Özalp) Bey birkaç genç subayla görüşürken “mukavemet edilmelidir, silahı olan silahını alsın, asker, jandarma ne varsa tepelere çıkıp muharebe edelim. Ben de beraber bulunurum” diye söyler. Tarihçi Gotthard Jaeschke “İstiklal Muharebesi bu davetten doğmuştur”[12] der.

             

            Aslında 25 Mart 1919’da Kambur İzzet’in, Vali Vekili ve Kolordu Komutanı olan Nureddin Paşa’nın yerine atanması işgali kolaylaştıran unsur oldu. Zira Nureddin Paşa’dan Rumlar çekinirdi ve işgale karşı kesin mukavemet ederdi.[13] Zaten bu değişiklik İzmir’in Yunalılar tarafından işgalini kolaylaştırmak isteyen İtilaf devletlerinin baskısıyla olmuştu.[14] Dolayısıyla ilerleyen safhalarda da benzer olaylarla karşılaşmamak ve diğer yerlerde de benzer hatayı işlememek için bölgeye cesur, fedakar ve inisiyatif almaktan çekinmeyen komutanlar göndermek gerekirdi. Bunun için, sadece İstanbul ve çevresini düşünen veya kurtuluşu, direnişle karşılık vermek yerine İtilaf Devletlerinden medet uman yaklaşıma sahip İstanbul Hükûmeti’nden bir hareket beklenmezdi. Ancak hükûmetin Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa ve Genel Kurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) Paşa hükûmetle aynı görüşte değildi. Her ikisi de Batı Anadolu’da başlayan Kuvayımilliye hareketine önemli destek verdiler. Nitekim işgalin ertesi günü Cevat Paşa “Her kıt’a toplu silah başında ve disiplinli kalmalıdır” şeklinde emir verdi.[15] Şevket Paşa ise Batı Anadolu’daki işgale karşı gayret içerisine giren halk ile vatanperver subayları organize etmesi için Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas ve Irak cephelerinde savaşmış Albay Bekir Sami (Günsav) Bey’i 23 Mayıs 1919 tarihinde 56. Tümen komutanı ve 17. Kolordu komutan vekili olarak Batı Anadolu’ya gönderdi. Bandırma’daki 61. Tümen Komutanlığı’na da Albay Kazım (Özalp) Bey atandı. Aydın’da bulunan 57. tümenin başında zaten Kuvayımilliye’nin başkahramanlarından Albay Şefik vardı.[16]

             

            Mondros Ateşkes Anlaşması’na aykırı hareket eden Şevket ve Cevat paşaların Kuvayımilliye’nin güç kazanmasına katkıları önemlidir. Bu manada Cevat Paşa’nın Menemen’de Yunan birliklerinin Türk cephaneliğini teslim almaları üzerine bu gibi tehlikelere karşı malzeme, silah ve cephaneliğin güvenli yerlere nakledilmesi ve bir daha böyle olaylara izin verilmemesi emrini göndermesi Anadolu’da direnişin zemin tutması adına anlamlıdır. İşgal altındaki İstanbul’dan verilen bu emir, Hükûmetin aksi yöndeki tavrı da dikkate alındığında, cesur bir hareketti.[17] 

             

            Bunlara ilave olarak Yarbay Ali (Çetinkaya), Yüzbaşı Süleyman (Sururi), Yüzbaşı Tahir gibi subaylar ve Batı Anadolu bölgesi ile yakından ilgilenen 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Batı Anadolu’daki Kuvayımilliye hareketini organize etme noktasında önemli roller oynadılar. Bu subayların ayrıca bölgedeki her türlü gelişme hakkında Mustafa Kemal ile irtibatta olmaları da kısa zaman sonra Kuvayımilliye hareketinin tek elde toplanmasına katkı sağlamış olmaları da ayrıca belirtilmesi gereken önemli bir husustur.

             

            İşgalin ilk günlerindeki belirsizlik Yunan vahşetinin artmasıyla yerini çare arayışlarına terk etti. Yukarıda ismi geçen subayların önemli katkısının yanında sivil kanattan da destek artmaya başladı. “Hiçbir savunma vasıtası olmayan bir Müslüman, yerden üçtaş alarak düşmana atmaya mecburdur. Müftünüz olarak cihad-ı mukaddes fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum” diyen Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi başta olmak üzere birçok din adamı halkı mukavemete hazırladılar. Denizli mutasarrıfı Faik, Ödemiş Kaymakamı Bekir Sami, Muğla Mutasarrıfı Hilmi gibi sivil kanadın özverili gayretleri ile Kuvayımilliye’nin bölgede yeşermesine katkıda bulundular.[18] Yunan birliklerinin ilerleyişi karşısında zor şartlar altında da olsa Ödemiş cephesi, Ayvalık, Alaşehir, Bergama, Soma, Akhisar, Salihli Bozdağ, Aydın’da ilk Kuvayımilliye cepheleri oluşturuldu.

             

            Bu noktada Nuri Köstüklü, bütün Anadolu bazında ele alındığında Denizli ve çevresinin Kuvayımilliye hareketinin odak noktası olduğunu belirtmektedir. Denizli istikametine kadar ilerleyişi esnasında Yunanlılara karşı zaman zaman işgalci gücü endişeye sevk eden çatışmalar olsa da “doğan çocuğun adının konması yani Kuvayımilliye” adı Denizli havalisine nasip olmuştur”.[19] İzmir işgal edildiği gün Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi ve Askerlik Şubesi Başkanı Tevfik Bey’in önderliğinde yapılan mitingde silahlı mücadeleye karar verildi. Denizli halkının ısrarla silah istemesi karşılığında Sarayköy Topçu Alayı’ndan silahlar gönderildi. Aynı zamanda Harbiye Nazırı’nın teşvikiyle bölgede silahlı direnişin oluşturulması yönünde destek gelince Burdur Askerli Şubesi Başkanı İsmail Hakkı Bey, 17 Mayıs 1919’da Denizli’de bulunan 57. Tümen Komutanı Şefik Bey’e bir telgraf göndererek halkın el altından teşkilatlandırılarak silahlandırılması teklifinde bulundu. Ertesi günkü telgrafında İsmail Hakkı Beymülki ve askeri makamların marifetiyle gizli yapılacak “mukavemet-i Milliye merkezleri(nin) teşkilatın çekirdeği” olacağını ifade etti. Şefik Bey de durumu Harbiye Nezareti’ne ileterek “Kuvayımilliye” teşkilatı oluşturulmasının uygun olacağını belirtir. Durumu bu şekilde anlattıktan sonra Köstüklü, birçok kaynakta Şefik Bey’e isnat edilen Kuvayımilliye fikrini ortaya atan komutan iddiasının doğru olmadığını, bu fikri ilk olarak ortaya atan kişinin Burdur Askerlik Şubesi başkanı İsmail hakkı Bey olduğunu ifade etmektedir.[20] 

             

            Bunun yanında Alev Coşkun, Türk İstiklal Harbi[21] adlı çalışmayı esas alarak Kuvayımilliye kavramının ilk kez Kurtuluş Savaşı’nda ortaya çıktığı zannının yanlış olduğunu söyler. Hâlbuki 1877–1878 Osmanlı-Rus, 1897 Osmanlı-Yunan ve 1912-13 Balkan harplerinde savaş birliklerinin yanında subay komutasında milis ve gerilla hizmetlerini üstlenen sivil örgütlenmeler oluşturulmuştu. Özellikle, Balkan Savaşı döneminde bu tip örgütlenmeler devreye sokulmuştu. Bu kuvvetlere de “Kuvayımilliye” adı verilmiştir.[22] Gotthard Jaeschke de Kuvayımilliye kavramının ilk olarak Balkan Savaşı içinde ve İkinci Balkan Savaşı sıralarında, Trakya’nın işgali esnasında “Kuvayımilliye” adı altında bazı milli kuruluşların varlığından bahseder.[23] Ama o, bu kavramın daha ziyade sivil nitelikli güçleri tanımlamak için kullanıldığı kanaatindedir. Balkanlar da Sırp, Bulgar vs. çetelerinin saldırıları karşısında ve Balkan Savaşları esnasında Batı Trakya Türk bölgesinde sivil örgütlenmeler ortaya çıkıp yurtlarını savundukları ve işgale ve saldırılara karşı direnmeleri ve Türklük adına yani milli hislerle yapılan direnmeleri göz önüne alırsak - Kuvayımilliye adıyla herhangi bir örgütlenme olup olmadığı çok net gözükmemekle birlikte - Kuvayımilliye ruhunun Balkan harbi esnasında ortaya çıkmaya başladığını söylemek mümkündür. Bu anlamda Rumeli’de 2. Redif müfettişliği bölgesinde askere çağrılanların önemli bir kısmı yükümlülerden ziyade gönüllülerden oluşuyordu. Bunlar arasında 45 yaş üstünü kapsayan gönüller çoğunluktaydı. Ayrıca 18-20 yaş arası gençler de azımsanmayacak oranda gönüllü olarak cepheye koşmuştu.[24] Özellikle Trablusgarp yenilgisini müteakiben Balkan Savaşları esnasında, bölgede yaşayan Türklerin yaşadıkları acılar, perişanlıklar ve peş peşe gelen yenilgiler Türk milletinin ruhunda büyük sarsıntılar uyandırdı. Balkanlarda Türk izlerinin silinmeye çalışıldığı bu ortamda Türk milli uyanışı hız kazandı. Belli bir aydın grubunca, içerideki grup hizipleşmelerinin ve onun yarattığı kavgaların bir yana bırakılarak dışarıdan gelen büyük tehditlere dikkat çekmek için 1 Şubat 1913’te Müdafaa-i Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Her ne kadar bu cemiyet devlet gemisinin su aldığını söylüyor ve her Osmanlı’ya “sen de gemidesin” ihtarını[25] yaparak Osmanlıcılık ideolojisi sergiliyor olsa da esas dertleri perişan halde olan Türk illerini müdafaası olduğundan bir anlamda sonraki dönem Kuvayımilliye ruhunun öncü hareketleri olarak görülebilir.

             

            Neticede kelime olarak “milli kuvvetler” anlamına gelen Kuvayımilliye’nin Batı Anadolu’da ortaya çıkmasından önce birçok yerde kullanılmış olması mümkündür. Ancak İzmir’in işgali ile başlayan süreçte ortaya çıkan ve kurumsal bir yapı kazanan; bunun ötesinde Türk tarihinin seyrini değiştirecek gelişmelere yol açan Kuvayımilliye hareketi öncekilerden farklı anlam ve özellikler içerir. 

             

            Diğer yandan Anadolu’da işgale karşı ilk direniş Batı’dan ziyade Güneydoğu Anadolu yöresinde başladı. Mayıs 1919’a kadar İngilizler İskenderun, Gaziantep, Urfa ve Maraş’ı; Fransızlar Dörtyol, Adana, Mersin’i işgal etmişlerdi. Bu bölgede yaşayan Ermenilerin Fransızlardan aldıkları cesaretle yaptıkları taşkınlıklar bölgede yaşayan Türklere hayatı zindan ediyordu. Fransız-Ermeni işbirliği ile Türklere yapılan zulüm, hakaret ve öldürmeler karşısında, 19 Aralık 1919’da Dörtyol’a bağlı Karakese Köyü’nde halk Fransızlara karşı silahlı savunmaya geçtiler. Bu şekilde işgale karşı silahlı direniş başlamış oldu. Ancak Güneydoğu Anadolu’da işgale karşı silahlı mücadelenin ortaya çıkması Ege bölgesine oranla farklılık gösterir. Ege bölgesinde Kuvayımilliye birlikleri işgale karşı ve işgal bölgeleri dışında olurken, Güneydoğu’dakiler işgal bölgesi içinde ve gizli olarak kurulmuştur.[26] Anadolu’da işgale karşı mücadele tek elden toplanmaya başladığı Erzurum Kongresi’nden sonra Güneydoğu’daki silahlı birliklerde Kuvayımilliye’ye dâhil oldu.

             

            Aslında burada belirtilmesi gereken en önemli hususlardan biri İzmir’in işgalinin Kuvayımilliye hareketinin doğmasına ve Milli Mücadelenin geniş halk kitlelerince aktif olarak desteklenmesine olan etkisidir. Mondros Mütarekesi imzalandığında Türkler için tablo pek aydınlık gözükmüyordu. Bernard Lewis’in dediği gibi geleceğe yönelik ümide pek az yer vardı. Balkan Savaşlarını I. Dünya Savaşı’nın takip etmesiyle uzun süren savaşlarda Osmanlı Devleti parçalanmış halk yorgun düşmüş ve yoksullaşmıştı. Yenik ve şevki kırılmış Türk halkı, galiplerin hemen hemen bütün isteklerini kabule hazır görünüyordu. Ancak Yunan ordusu İzmir’e çıkınca, Türklerin için için yanmakta olan öfkesi artık söndürülemez bir alev halinde tutuştu. Türk olmayan yabancı toprakların elden çıkarılmasına katlanılabilirdi; hatta başkentin işgaline bile katlanılabilirdi; çünkü işgalciler, nihayet yenilmez Batının muzaffer büyük devletleriydi ve askerleri er veya geç geldikleri yerlere döneceklerdi. Fakat komşu ve eski tabi bir ulusun Türk Anadolu’nun kalbine itilmesi katlanılamaz bir tehlike ve utanç idi.[27]

             

            Bu nokta milli direniş için katkısı hayati olan eşraf ve köylü zümresinin milli duygu açısından zayıf, özellikle eşrafın kendisine dokunulmaması ve çıkarlarının gerektirmesi durumunda düşmanla işbirliği yapmaya bile gidebilecek durumdaydı. Fakat işgal ve Hristiyan azınlık hareketleri canını ve malını tehdit eden olgular olarak belirince eşraf harekete geçti. Başka bir deyişle eşrafın ve ona bağlı olan köylünün direnmeye, yani milliyetçi duyguya sahip olmaya başlamasının esas sebebi Hristiyan azınlıkların yarattığı korkuydu. Doğu’da Ermeni devleti kurulması Batıda ise Rum egemenliği eşraf ve köylüyü korkutan unsurlardı. Rumların Savaştan sonra Batı Anadolu’da Yunanistan ile birleşme yönünde artan faaliyetleri bu korkuları daha da tetikliyordu. Anadolu’da kurulan işgal Reddi İlhak ve Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri büyük devletlerin işgaline karşı değil, Yunan işgaline ve Ermeni Devleti kurulması yönündeki tehlikelere karşı kurulmuştu. Bunların amacı temsil ettikleri bölgelerin her bakımdan Türklere ait olduğunu kanıtlamaktı. Bu anlamda İzmir’in işgal edilmesi Anadolu halk üzerinde bütünleşme ve kenetleşme bakımında olumlu etki yaratmıştır.[28]

             

            

            Kuvayımilliye’nin Niteliği

            

            Kuvayımilliye bir halk hareketidir, halkın direnme isteği sonucu ortaya çıkmıştır. Büyük çoğunluk gönüllülerden ve kongre kararlarına göre halk kuruluşlarınca silâhaltına alınanlardan oluşmaktadır. Ancak bünyesinde her kesimden insanlar vardı: herhangi başka bir amaç gütmeden milli hislerle mücadeleye atılan gönüllüler, dağda gezen eşkıyalar, efeler, zeybekler, kızanlar, hapishanelerden çıkarılan tutuklu, hükümlü ve sanıklar, halk kuruluşları tarafından kongre kararlarına dayanılarak, bir tür askere alma şeklinde köylerden ve kasabalardan silâhaltına alınanlar, asker kaçakları, iç isyan olaylarına katılıp bağışlanmak için Kuvayımilliye’ye sığınanlar, yakınlarının düşman zulmünden zarar görmesi üzerine intikam almak amacıyla silaha sarılanlar, düşman işgalinden kaçarak Kuvayımilliye’ye katılan yersiz yurtsuzlar, adamlarıyla beraber birlik oluşturarak Kuvayımilliye’ye katılan eşraf.[29] Devlet tarafından arananlar da yeni yönetim olunca affolunacakları ümidiyle Kuvayımilliye’ye katılırken, yoksulluk ve işsizlikten muzdarip olanlar da Kuvayımilliye’ye katılanlar arasındaydı. Nede olsa burada yiyecek ve giyecek gibi zaruri ihtiyaçlarının karşılanması yanında Kuvayımilliye’ye katılanlara belli oranda maaş veriliyordu.[30] Kuvayımilliye’ye katılanları Miralay Mehmet Arif bir başka açıdan şu şekilde ifade ediyor.“En genç çocuklar bulunduğu gibi, ak sakallı dedeler de vardı. Bu mücahitlere cephane ve yiyecek taşıyan hatunlar pek çok olduğu gibi, mavzeri elinde müsademeye iştirak eden Türk kadınları da az değildi.”[31]

             

            Bununla beraber Kuvayımilliye’ye katılımlar her zaman gönüllülük esasına dayanmıyordu. Mesela Bekir Sami Bey, Kula’da Kuvayımilliye’ye katılmakta isteksizlik gösteren eşrafı toplatarak hapsettirdi. Üç gün içerisinde her türlü donanımlarını temin edecekleri bin kişilik bir birlik kurma sözü aldıktan sonra serbest bırakıldılar. Gerçekten Bekir Sami Bey’in olaylar karşısında kayıtsız kalan eşrafı korkutarak Kuvayımilliye’ye katılımlarını sağlamaya çalışması kısa sürede sonuç verdi. Zira Bekir Sami’nin gazabından korkan eşraf Kuvayımilliye’ye destek vermeye başladı.[32] Hatta sözünü yerine getirmeyen bir kişinin evinin Bekir Sami Bey tarafından yaktırıldığı rivayet edilir.[33] Sonuçta bölgede derhal asker, para, araç, gereç toplama eylemi başladı. Bekir Sami Bey’in ünü, İzmir’in işgali ile cesaretlenen Rumlar arasında da endişeye sebep oldu. Bu olay Türk halkını yüreklendirdi ve Kuvayımilliye’ye katılımı artırdı.[34]

             

            Ayrıca Albay Şefik Bey’in, Batı Anadolu’da Doğu Ergil’in tanımlamasıyla “bir çeşit sosyal haydut” konumunda olan Efeleri işgale karşı direnmeye ikna etmesi de Kuvayımilliye’nin güçlenmesinde önemli etken olmuştur. Yörük Ali Efe’nin “Eşkıyalık yapacak zaman değildir” çağrısıyla Demirci Mehmet Efe başta olmak üzere birçok Efe de Kuvayımilliye saflarına katıldı. Elbette çeşitli sebeplerden dolayı yönetimle arası açılarak dağa çıkan bu insanların işgalle birlikte gelir kaynakları da önemli oranda kesilmiş olması ve Kuvayımilliye saflarına katılmakla güçlerine güç katmış olmalarını da göz ardı etmemek gerek. Bununla birlikte son noktada bu efelerin mücadeleye katılmaların da esas sebep, vatanlarının işgali karşısında sessiz kalamayacak kadar gözü pek olmalarıdır. Asi olmaları muhakkak hain olmalarını gerektirmiyordu. Dolayısıyla jandarmaya çevirdikleri namlularını düşmana çevirmekte ne tereddüt ettiler ne de beis gördüler. Zaten bu katkılarının sonucunda devletle olan sorunlarında halledileceği vaadi bunları daha da teşvik etmiştir.

             

            Görüldüğü üzere Kuvayımilliye birlikleri bir yeknesaklık göstermiyordu. Her kesimden insanı bünyesinde barındıran bir kuruluş olduğu gibi daha az karışık ya da tek tip insanlardan kurulan da vardı. Kuvayımilliye birliklerinden bir kısmı her taraftan, bir diğer kısmı ise özellikle belli bir yerin, kasabanın veya aşiretin insanlarından oluşuyordu.[35] Kuvayımilliye birliklerini belirlemek için genel olarak Kuvayımilliye, Milli Kuvvetler, Çete, Müfreze, Milli Müfreze, Mücahidin, Milis kullanılan deyimlerdir. Alay ve Tabur gibi deyimler veya kavram da kullanılmıştır. Ödemiş Kuvayımilliye’si, Osmancık Milli Müfrezesi, Eskişehir Milli Taburu, Arnavut Kazım Çetesi, Demir Alayı gibi.[36] Tabi burada dikkati çeken Tümen, Alay, Tabur, Bölük gibi adlandırmalar askeri kökenli Kuvayımilliye’lerde var olan adlandırmalardır. Sivil kökenli olan birliklerde bu tür adlandırma olmamıştır.[37]

             

            Şurası muhakkak ki sivil kökenli Kuvayımilliyeleri oluşturan birliklerin düzenli orduya karşı savaş tecrübesi yoktu. Bundan dolayı zaman zaman talepleri üzerine Orduda görev yapan komutanlar tarafından düzenli savaş tekniği konusunda kendilerine yardımcı olacak subaylar gönderilmiştir. Sadece subaylar değil aynı zamanda bazı Kuvayımilliye birliklerine silah ve cephanelik de gönderiliyordu.[38]

             

            Kuvayımilliye birliklerindeki gönüllülerin cephede, birlikte kalması kendi isteklerine bağlı olduğundan, işi çıkan, bıkkınlık gösteren ya da sevdiklerini özleyenler ilk fırsatta evine dönebilmektedir. Ayrıca bu dönemde nöbetleşe askerlik adı verilebilecek bir yöntemin de uygulanması dikkat çeken başka bir yöndür. Buna göre silâhaltına alınanlar tarımda işgücü kaybına sebep olduğundan, hasat zamanı, değiştirme yoluyla ve halk kuruluşlarınca düzenlenen sıraya göre işlerinin başına dönmelerine izin verilmekteydi. Yakın tehlike olmadığı zaman iaşe sıkıntısı olduğundan; ayrıca yeterli silah olmadığında silahı olmayanları aynı gerekçeyle evlerine gönderilmiş; tehlike yaklaştığında ise tekrar geri çağrılmışlardır. Her Kuvayımilliye birliği, kendine özgü bir iç yapıya sahiptir. Disiplin anlayışı, ast-üst ilişkileri her birlikte değişik olmakla beraber düzenli ordulardaki gibi değildi. Üniforma giymediklerinden dış görünüşleri itibarıyla kimin alt-üst olduğu belli değildi. Silah ve teçhizat bakımından da birlikler arasında farklılıklar vardı.[39]

             

             

            Kuvayımilliye’nin Maddi Kaynakları

             

            Kuvayımilliye birliklerinin düşmana karşı mücadele için bazen eşraftan bazen de köylülerden zorla yardım aldıkları da bilinen bir vakıadır. Mesela Çerkez Ethem, Yunanlılara karşı olan savaşına kaynak temini için dağa kaldırdığı eski İzmir Valisi Rahmi Beyin oğlunu geri vermesi karşılığında 50 bin lira alarak bununla askerini beslemiştir. Bu gibi durumlar olmakla beraber esas yükü yine halk çekiyordu. Halk bir yandan borçlarını ödeyebilmek için İstanbul Hükûmeti’nin topladığı vergiler, diğer yandan Kuvayımilliye’nin nakdi ve ayni olarak talep ettikleri karşısında zaman zaman zor duruma düşüyordu. Kuvayımilliye’nin silah ihtiyacı ilk başta askeri depolardan sağlandı. Bu konuda orduda halen görev başında olan subayların önemli katkıları vardı. Asıl ihtiyaç Kuvayımilliye birliklerinin iaşesi ve barınma problemleri ile atların yemiydi. Bunun içinde para ya da ayni yardım gerekiyordu. Herkes vergi yerine geçen, ama bağış (teberru) olarak adlandırılan ödemeyi yapmak zorundaydı. Kimden ne zaman ve ne kadar bağış isteneceğini ise Kuvayımilliye, Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri tayin ediyordu. İlk başta kayıtlar olmadığı ya da yetersiz olduğundan bir kişiden birkaç defa almalar olduğu gibi ikili ilişkilerden dolayı hiç alınmayan da oluyordu. Özellikle eşkıyalıktan gelen komutanlar bu tür uygulamayı sık yapabiliyordu. Bu da halkı bıktırıp yıldırmaya sebep olabiliyordu. Bu belki düşmana karşı mücadele adına yapılması zaruri bir durumdu, ama doğal olarak halkta huzursuzluğa sebep oluyor; bu da isyanları körüklüyordu.[40]

             

            Fakat çiftlik sahipleri, zengin halk ve eşraf genelde Milli Mücadeleyi desteklemek konusunda tereddüt göstermediler. İmkânları dâhilinde ayni ve nakdi yardım yapmamanın vatana ihanet sayılacağı görüşü bu kesimler arasında yaygın olduğundan yurt savunmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. Aynı zamanda zengin kişiler çiftliklerini Kuvayımilliye birliklerine açmışlar ve onların bakımlarını üstlenmişlerdir.[41]

             

            Bu noktada Karakol Cemiyeti’nin de Kuvayımilliye’ye sağladığı silah ve cephaneyi unutmamak lazım. Karakol Cemiyeti’nin kurulmasının ilk adımı, Ekim 1918’in son haftasında Enver Paşa’nın Kuruçeşme’deki yalısında yapılan bir toplantıda Talat Paşa tarafından atılmıştır. Fiili kurucuları, Talat paşa’nın sağ kolu Kara Kemal, Miralay Kara Vasıf, Miralay Baha Sait, Enver Paşa’nın amcası Mirliva Halil’den oluşuyordu.[42] Karakol Cemiyeti Kasım 1918 ile Mart 1920 arasında çoğu aranan ciddi oranda İttihatçı subayları Anadolu’ya kaçırdı. Ayrıca Anadolu’da yeşermeye başlayan silahlı direnişe katkı için İtilaf denetimi altındaki Osmanlı askeri depolarından çalınmış büyük miktarda silah, araç gereç ve cephanelik elde etti. 26 Ocak 1920’de Gelibolu’da Fransızların kontrolündeki Türk cephaneliğine baskın düzenleyen Karakol Cemiyeti’nin ardılı olan Mim Mim Grubu da buradan 8.500 tüfek, 33 makineli tüfek ve 500.000 atımlıktan fazla cephaneyi alarak Anadolu’ya gönderdi. Yine Nisan 1920’den sonra İstanbul’dan 56 bin süngü, 320 makineli tüfek, 1.500 tüfek, bir batarya, 3.000 sandık cephane, 10 bin üniforma, 100 bin nal, 15 bin matara ve bin ton çeşitli askeri teçhizat Anadolu’ya kaçırıldı.[43] Ayrıca silah ve mühimmatın dışında Karakol Cemiyeti, Hükûmet kurumlarındaki Anadolu’daki direnişe sıcak bakan kişilerden ve özellikle hamal ve kayıkçı esnafından edindiği istihbaratı da Anadolu’ya iletiyordu.[44]

             

             

             

            Merkezi Yapıya Doğru

            

            Şüphesiz Kuvayımilliye birlikleri dünya kamuoyu önünde Türk halkının haksızlık ve zulme karşı isyanını temsil etmek, Yunan işgal kuvvetlerinin ilerlemelerini engellemek ve durdurmak, ordunun teşkilatlanmasına vakit ve imkân kazandırmak gibi çok hayati işlev görmüşlerdir. Ancak neticede bu birlikler merkezi bir kontrolden yoksun, çoğu zaman başına buyruk hareket edebiliyordu. İlk bakışta, düşman işgaline karşı direnen silahlı halk kuvvetlerinden başka bir şey olmayan milis teşkilatı, bir bakıma bu görünüşü ile çelişir. Başka bir deyişle Kuvayımilliye silahlı halk kuvvetleri kuruluşundan olduğu halde zamanla halkla karşı karşıya da gelmeye başladılar. Zira bu birlikler birçok defa halkı korkutmuş ve yıldırmıştır. Zaman zaman eşraf da Kuvayımilliye’yi bölgelerinde şahsi nüfuz ve itibarını artırmak gibi kişisel amaçlar için kullanmışlardır. Bazı bölgelerde Kuvayımilliye’nin halk tarafından sevilmeyişinin nedeni de budur.[45]

             

            Belli bir safhadan sonra artık Kuvayımilliye ile yola devam etme imkânı kalmadı. Herhangi bir Kuvayımilliyeci’nin birliğini bırakıp köyüne gitmesi firar sayılmıyordu. Büyük çoğunluk gönüllü olduğundan fırsatını bulan gidiyordu. Halk baştan beri milli duygulardan yoksun olduğundan başarıyla sonuçlanan küçük çarpışmalardan sonra “zafer kazanıldı iş bitti” diye dağılacak kadar bilinçsizdi.[46] Kuvayımilliye’nin önemli bir kısmı eşraf ve efelerin denetimindeydi. Bunlar da daha ziyade bölgesel endişeler taşıyan kesimlerdi. Bunları daha ulusal hedeflere yönlendirmek gerekiyordu.[47] Netice itibarıyla Kuvayımilliye hareketinin bir ideolojisi yoktu. Başındaki subay ve şehirdeki aydınları saymazsak işgale uğramaya başlayan Anadolu’da halkın yorgun ve bilinçsiz olması, eşrafın ve seçkinlerin milli bir hareket başlatabilecek kapasitede olmayışı yerel direniş hareketinin bütün ülkeyi kapsayacak bir biçimde ortaya çıkmasının zor olduğunu gösteriyordu.[48] Gerçi Kuvayımilliye’yi destekleyerek malını ve canını kurtarma derdine düşen eşraf ve bölgesel seçkinler, Cemiyetler aracılığıyla kongreler topladılar. Direnişi kendi bölgelerinde güçlü bir biçimde örgütlemeye giriştiler. Bunda da önemli başarılar elde ettiler. Ancak istilaya karşı bölgesel direniş hareketi olmaktan öteye götürecek fikri ve maddi altyapıdan yoksundular.

            

            Ancak önder boyutunun ortaya çıkması bu tablonun değişmesine sebep olacaktır. Mustafa Kemal bölgesel direnişlerle ülkenin milli bir hedefe yönelemeyeceğini düşünerek işgale karşı direnişi topyekûn millete mal etmeden Anadolu’da Türk siyasi varlığının devamının mümkün olamayacağının farkındaydı. Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti’nin Erzurum şubesinin bu kentte topladığı kongre, bireyselden bölgesele, Sivas Kongresi’nin ise bölgeselden ulusal bir harekete geçiş oluşturulduğunun ifadesiydi. Bu, artık yavaş yavaş liderliği kabul görmeye başlayan ve bir ulus devlet kurma ideolojisini benimseyen Mustafa Kemal’in etkisinin bir göstergesiydi. Erzurum ve Sivas kongreleriyle bağımsız bir milli devlete giden kurumsal yol açılmıştı. Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılması bu adımların en anlamlı uygulamasıydı.[49]

             

            Mustafa Kemal Kuvayımilliye oluşumunu başından beri takip ettiği ve Sivas Kongresi öncesi de birçok noktada etkili olduğu muhakkaktır. Bu konuda Jaeschke, Genel Kurmay Başkanlığı’nda, 15 Mayıs 1919 sabahında Mustafa Kemal, Cevat (Çobanlı) ve Fevzi (Çakmak) Paşalar ile birlikte “üç ordu müfettişliği teşkili, silahların teslim edilmemesi, Anadolu’da bir milli irade vücuda getirilmesi, Kuvayımilliye teşkili ve mukabil taarruza geçilmesi hakkında beş maddelik bir program hazırlandığını belirtmektedir. Mustafa Kemal bu beş madde hakkında görüşlerini beyan ederken “zaten bu yüzden Anadolu’ya gidiyorum” dedikten sonra birlikte çalışmak üzere yemin ederek vedalaştılar.[50]

             

            Mustafa Kemal İzmir’in işgali ile birlikte gelişen süreci takip edip, işgale karşı Türk milletinin tek vücut olması noktasında gayret göstermiştir. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa daha başlangıçtan itibaren Batı Anadolu Kuvayımilliye faaliyetleri hakkında Albay Bekir Sami ve Albay Kazım Özalp tarafından sürekli bilgilendirilmiştir. Mustafa Kemal Kuvayımilliye hareketini yakından takip ediyor; Anadolu’ya geçmesindeki amacına uygun olarak onlarla temasını sürdürüyordu. Bu anlamda, 9 Haziran 1919’da Albay Bekir Sami Bey’e gönderdiği telgraf anlamlıdır.

             

            “Yakın istikbalde zuhuru pek kati olan umumi bir vaziyette kuvvetli ve kudretli bulunmak için memleketin muntazam bir teşkilat altına alınmasına çalışmalıyız… gayemiz bir olmalıdır… vaziyetinizde ve o taraf milli teşekküllerinden sık malumata ita buyurmanızı rica ederim.” [51]

             

            Kısa zaman içerisinde bahsettiği teşkilatlanmayı sağlayan Mustafa Kemal, Kuvayımilliye’nin başlattığı işgale karşı yerel direniş hareketini milli bir karaktere büründürmüş ve hedefi sadece işgalden kurtulmak değil, Misak’-ı Milli ile belirlenen sınırlar içerisinde bir ulus-devlet kurma projesine dönüştürmüştür.

             

            Sonuç olarak Kuvayımilliye hareketi daha ziyade bölgesel nitelikteydi. Her şeyden önce vatanı değil kendi bölgesini kurtarmayı hedef alıyordu. İşgalin ilk yılında önemli başarılara imza atan, büyük fedakârlıklarla ulusal direnişe zemin hazırlayan Kuvayımilliye hareketi kendi içinde bir kurumsal yapı oluşturmasına rağmen Erzurum ve Sivas kongreleri ile oluşturulan ve Büyük Millet Meclisi’nin ilanı ile de Hükûmet statüsüne ulaşan merkezi otoritenin emri altına girme noktasında gönülsüz davranması olumsuz sonuçlar doğurmaya başladı. Halka uyguladıkları baskının Milli Mücadeleye olan desteği zaafa uğratma riskinin yanında merkezi komutadan yoksun planlama ile işgalci güce karşı başarı sansı çok azdı. Belki işgalci gücün ilerleyişi durdurulabilirdi, ama işgal ettiği Batı bölgesinden çıkarılması Kuvayımilliye’nin stratejisi ile gerçekleştirilme şansı yoktu. Böylelikle Kuvayımilliye bu anlamda Milli Mücadeledeki fonksiyonunu icra etmiş ve 1920’lerin sonunda düzenli ordularla yola devam edilmiştir. Ancak Kuvayımilliye hareketi olmadan Anadolu’da geniş çaplı bir direnme hareketinin olması zordu. Bu anlamda Kuvayımilliye Milli Mücadele’yi başlatan ve ona ruh veren bir hareketin adıdır. Kuvayımilliye birlikleri dağıtıldı ya da düzenli orduya dâhil edildi, ama Milli Mücadele boyunca Kuvayımilliye ruhu hem cephelerde hem de Millet Meclisi’nde ülkenin işgaline karşı direnenlere ilham kaynağı oldu.

             

             

    Yazı kaynağı : www.turkyurdu.com.tr

    Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında

    Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.

    Yazının devamını okumak istermisiniz?
    Yorum yap