Bu sitede bulunan yazılar memnuniyetsizliğiniz halınde olursa bizimle iletişime geçiniz ve o yazıyı biz siliriz. saygılarımızla

    imanı diliyle ikrar etmeyen kimse kafir midir

    1 ziyaretçi

    imanı diliyle ikrar etmeyen kimse kafir midir Ne90'dan bulabilirsiniz

    Dil ile ikrar, imanın olmazsa olmaz bir şartı mıdır?

    Dil ile ikrar, imanın olmazsa olmaz bir şartı mıdır?

    Değerli kardeşimiz,

    İman Kalp ile Tasdiktir.

    İmam Maturîdî, İmam Eşarî , Bakıllanî, Cüveynî, Gazalî, Ebu’l-Muin en-Nesefî, Şehristanî, Fahruddin er-Razî gibi Ehl-i sünnet alimlerinin büyük çoğunluğuna göre imanda asl olan kalbin tasdikidir.

    İman, kelam ilminde üzerinde en çok durulan ve ayrıntılı bir şekilde incelenen konulardan biridir. Bunun sebebi, dinin merkezinde imanın bulunması ve dinî hayatın bütün yönlerinin bu merkeze göre anlam ve değer kazanmasıdır.

    İlâhî mesajın ana gayesi insanları “gerçek müminler” (Enfâl 8/2-4, 74) seviyesine çıkarmaktır.

    Ancak İslâm âlimleri iman olgusunun mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

    Ehl-i sünnet kelamcılarına göre imanın esası kalbin tasdikinden ibarettir, çünkü ayet ve hadislerde iman dilin ikrarına değil kalbin tasdikine bağlanmıştır (Mâide 5/41; Nahl 16/106; Hucurât 49/14; Müslim, Îmân, 41)

    Tasdikin mahiyeti de haberin ve haber verenin doğruluğunu kabul etmektir.

    Neye, nasıl ve niçin inanıldığının bilinmesi yönünden imanın oluşumunda bilgi unsuru da önemli olmakla birlikte, bilinen şeyin imana dönüşebilmesi için his ve kalp yoluyla benimsenmesi gerekmektedir.

    Mantıkta dış dünya ile ilgili önermeleri doğrulamak bir tasdikse de iman değildir. Çünkü imanın gayb, ahlak, derunî, ferdî ve içtimaî hayatla ilgili boyutları vardır. İmanın terim anlamı ise dinî manadaki tasdike açıklık kazandırmaktadır. (Teftâzânî, Şerḥu’l-Aḳaid, Beyrut 1411/1991, s. 189)

    Bazı Sünnî âlimlerine göre ikrar, kalbin tasdikine delalet etmesi açısından iman olarak isimlendirilebilir; ayrıca ikrar dünyevî hükümlerin uygulanabilmesi için de gereklidir.

    İmanı Dil ile İkrar Etmek Nedir?

    Kişi kalben tasdik ediyorsa, dil ile ikrar etmese bile hakiki anlamda mümindir.

    Zira dil ile ikrar, imanın aslî ya da zaid bir rüknü ve onun bir cüzü olmadığı gibi, sıhhatinin şartı da değildir.

    Ancak sadece kalp ile tasdik etmek, içsel bir olay olduğu için, üzerine hüküm bina edilmesi mümkün değildir.

    İşte dil ile ikrar etmek, kalp ile tasdik etmenin bir belirtisi ve dünyevi hükümlerin icrasının bir şartıdır.

    İkrar, imanın hakikati için şart olmasa da birisinden imanını ikrar etmesi istense, o da ısrarla ikrar etmese, bu tavrı gerçekte tasdik etmediğinin emaresi olduğu için, o kişi ittifakla kafir sayılmıştır. Örneğin Ebu Talib’in kafir oluşu hususunda ittifak edilmesinin gerekçesi de budur.

    Özetle söylemek gerekirse, iman ile küfrü belirleyen başlıca ayıraç kalbin tasdikidir. Ancak kalbin tasdiki, insanlar tarafından bilinemediğinden dil ile ikrar kalpteki imanın varlığının göstergesi olarak kabul edilmiştir.

    Tasdik ile İkrar Uyuşmazsa Ne Olur?

    Gönülden inanmadığı halde, diliyle inandığını söyleyip ikrar eden kişi -kalpteki inanç ve ikrarı bilinemediği için- dünyada Müslüman gibi işlem görür. Fakat imanı bulunmadığı ve münafık olduğu için ahirette mümin sayılmaz.

    Kalplerde olanı bilen Allah, insanları kalplerindeki şeylerden dolayı, mümin ve kafir diye isimlendirmiştir.

    Biz de insanların, söyledikleri takrir, tasdik, tekzip ile mümin veya kafir olduğunu söyleyebiliriz.

    Diğer taraftan, kalbiyle gerçekten tasdik edip de bunu diliyle ikrar etmeyen, dünyada Müslüman sayılmadığı ve dini ahkam kendisine uygulanmadığı halde, Allah Teala katında mümin sayılır.

    İlave bilgi için tıklayınız:

    Mezhebler açısında imanı açıklar mısınız?
    Mezheplere göre ibadet ve amel, imandan bir cüz müdür? Amel ve ...

    Selam ve dua ile...
    Sorularla İslamiyet

    Yazı kaynağı : sorularlaislamiyet.com

    Amel imandan parça değildir - Dinimiz İslam

    Amel imandan parça değildir - Dinimiz İslam

    Sual: Amel imandan parça mıdır, yani bir farzı yapmayan veya bir haramı işleyen kâfir olur mu?
    CEVAP
    Hayır, kâfir olmaz. Amel imandan bir parça olsaydı, her günah işleyen kâfir olurdu. Hiç müslüman kalmazdı.

    Mutezile ile Vehhabiler ve diğer bazı bid’at fırkaları, (Amel, imandan parçadır) demişlerse de, amel, imanın parçası değildir. Küfrün zıddı iman, günahın zıddı ise ibadettir. İmanı bırakan kâfir olur, ibadeti terk eden günahkâr olur. Amelsiz iman makbuldür, imansız amel ise makbul değildir. Kadınların muayyen hallerinde olduğu gibi, namaz, oruç gibi ibadetleri bırakmak caiz ve gerekirken, imanı hiçbir zaman bırakmak caiz olmaz.

    Yalnız iman ile Cennete girilirse de, yalnız amel ile Cennete girilmez. Amelsiz iman makbul, imansız amel ise makbul değildir. İmanı olmayanların yaptığı ibadetler, ahirette hiçbir işe yaramaz. İman başkasına hediye edilmez, fakat amelin sevabı, başkalarına hediye edilir. İman vasiyet edilmez, fakat kendi için amel yapılması vasiyet edilir. Ameli terk eden kâfir olmaz ise de, imanı terk eden hemen kâfir olur. Özrü olan kimseden amel affolur ise de, iman kimseden affolunmaz.

    İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
    Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki (Rad) suresinin 29.âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır) dediler. Halbuki bu ve benzeri âyetler, amelin, imanın içinde değil, dışında olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı, (ve amilussalihat) sözü lüzumsuz tekrar edilmiş olurdu. Mutezile fırkasının [ve vehhabilerin], günah işleyenlerin ebedi Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır. Çünkü hadis-i şerifte, (İkrar ettiği şeyi, inkâr etmeyen, kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Ahirette yalnız imansızlara şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir. Hadis-i şerifte, (Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. Ebüdderda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet zina ve hırsızlık edene de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Şirk üzere ölmeyen her mümine şefaat edeceğim.) [Bezzar, Hakim, Beyheki]

    (Zina etmiş, hırsızlık yapmış, içki içmiş mümin de Cennete girer.) [Buhari]

    (Kalbinde zerre kadar imanı olan Cehennemde kalmaz.) [Buhari]

    Günahkâr mümin, cezasını çektikten sonra, Cennete girer. (Zina edenden, içki içenden iman çıkar) hadis-i şerifi, günahkârların kâmil mümin olmadığını bildirmektedir. (İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla ameldir) sözünün manası şudur: İnsanda iman, vücuttaki baş gibidir. El kol gibi uzuvlar da ameller gibidir. Elsiz, kolsuz insan olursa da, başsız insan olmaz. Normal bir insan tarif edilirken, bütün azaları ile tarif edilir. Yani bazı azaları eksik olsa bile insan yine insandır. Bunun gibi, kâmil mümin tarif edilirken, amel de dahil edilmiştir. Eli ayağı kesik kimseye (yaşayan ölü) dendiği gibi, büyük günah işleyene de, kâmil mümin değil manasına "mümin değildir" buyurulmuştur. (İhya)

    Şarap içeri, iman dışarı mı?
    Sual: İslam Ahlakı kitabında, Hazret-i Osman’ın, "Allahü teâlâya yemin ederim ki, bir kimse, şarap içerken, iman o şaraba der ki, ey melun dur, ben çıkayım da ondan sonra sen gir" dediği bildiriliyor. Bir de bu anlamda hadis-i şerifler de var:
    (İnsan, mümin olduğu halde içki içemez.) [Nesai]
    (Şarap içenin imanı, gömleğin sırttan çıktığı gibi çıkar.) [Hakim]
    (İçki ile iman, bir arada bulunmaz, biri, diğerini uzaklaştırır.) [Beyheki]
    (İçki içenin kalbinden iman nuru çıkar.) [Taberani]
    Sualim, şarap içenin imanı çıkıyor mu, yani kâfir mi oluyor?
    CEVAP
    Hayır. Dinimizde amel imandan parça değildir, yani şarap içen veya başka günah işleyene kâfir denmez. Amel imandan bir parça olsaydı, her günah işleyen kâfir olur, hiç müslüman kalmazdı. Hatta (amel imandan parçadır, günah işleyen kâfir olur) diyen sapıklar da, müslüman olamazdı. Çünkü masum yani günahsız olmak Peygamberlere mahsustur.

    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    İmam-ı a’zam hazretleri, "Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz” buyurdu. Günahı çok olan bir mümin, tevbesiz ölmüş ise, Allahü teâlâ dilerse, günahlarının hepsini affeder, dilerse günahları kadar azap eder; fakat sonunda yine Cennete koyar. Ahirette kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa erer. (2/67)

    İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
    Günah işleyene kâfir denmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Cebrail aleyhisselam, “Allah’a şirk koşmadan ölen her Müslüman Cennete girer” dedi. Zina ve hırsızlık eden de Cennete girer mi dedim. “Evet” dedi. Aynı suali üç defa sordum. Üçüncüsünde ise “Evet zina ve hırsızlık eden mümin de [Affa veya şefaate kavuştuktan sonra yahut sevabları günahlarından çoksa veyahut günahının cezasını çektikten sonra] Cennete girer” dedi.) [Buhari, Müslim, Bezzar]

    Amel imanın parçası mı?
    Sual:
    Amelin, imandan bir parça olmadığını biliyoruz, fakat (İman, dille ikrar, kalple tasdik ve uzuvlarla amel etmektir) hadis-i şerifinin mânâsı nedir? Günah işleyene kâfir denebilir mi?
    CEVAP
    Asla denemez. İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
    Bir hadis-i şerifte, (İkrar ettiği şeyi, inkâr etmeyen, kâfir olmaz) buyuruldu. Bir Müslüman günah işleyince, tasdik ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmuyor. Âhirette, yalnız imansızlara şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir. (İman, kalple tasdik, dille ikrar ve uzuvlarla ameldir) ifadesinin mânâsı şudur:
    İnsanda iman, vücuttaki baş gibidir. El, kol gibi uzuvlar da, ameller gibidir. Elsiz, kolsuz insan olursa da, başsız insan olmaz. Normal bir insan tarif edilirken, bütün uzuvlarıyla tarif edilir. Yani bazı uzuvları eksik olsa bile insan yine insandır. Bunun gibi, kâmil mümin tarif edilirken, amel de dâhil edilerek bildirilmiştir. Elsiz ayaksız kimse, yaşayan ölüye benzetildiği gibi, büyük günah işleyene de, (Kâmil mümin değildir) mânâsında (Mümin değildir) buyurulmuştur. (İhya)

    Amel imandan bir parça olsaydı…
    Sual: İşlenen bir günah sebebi ile, bir kimse dinden çıkar mı?
    Cevap:
    Müslümanlığa inanan ve seven bir kimseyi, kusurlarından dolayı Müslümanlıktan çıkarmak doğru değildir. İman, Müslümanlık esaslarını kabul etmek ve bütün ahkamına, hükümlerine uymakta kusur etse bile, saygı göstermek olduğundan, Müslümanlığın temelidir. Amel imandan bir parça olsaydı, her günah işleyen, kâfir olurdu. Dünyada Müslüman kalmazdı. Hadîs-i şeriflerde bazı iyilikler imana, bazı kötülükler küfre bağlı olarak bildirilmiş ise de, böyle buyurulması, bu iyilik ve kötülüklerin şiddetini, derecesinin çokluğunu bildirmek içindir. Başka âyet-i kerimelerin ve hadîs-i şeriflerin yardımı ile, bunların, imandan veya küfürden parça olmadıkları anlaşılmaktadır. (Hayâ imandan bir şubedir), (Temizlik imanın yarısıdır), (İman namazdır), (Mümin, insanların emin olduğu kimsedir), (Mümin, mümin iken zina etmez), (Müminde her huy, her tabiat bulunabilir. Yalnız hainlik ve yalancılık bulunmaz) hadîs-i şerifleri böyledir. Bu hadîs-i şerifler, hayâ, taharet, namaz, emanet, iffet, doğruluk gibi iyiliklerin olmaması ve yalan, hainlik ve zina gibi kötülüklerin bulunması imanın olmaması gibidir diyerek, bunların ehemmiyetlerini bildirmektedir. Bazı amellere iman kadar kıymet verilmekle, bunların ehemmiyetleri bildirilmiştir. Dinde reformcular, buna karşılık olarak, Peygamberlerin imana dâhil ettiği şeyleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin imandan ayırmaya ne hakları olabilir derlerse, (Mümin olarak ölen kimse, zina etmiş ve hırsızlık etmiş ise de, sonunda Cennete girer) hadîs-i şerifi, bunlara cevap vermektedir. Ankebût sûresinin 2. âyet-i kerimesinde; (İnsanların, iman ettik demekle bırakılmayarak, din yolunda karşılaşacakları sıkıntılara katlanmalarına göre, iman ettik sözlerinin doğru veya yalan olduğu anlaşılacağı) meâl-i şerifi ile bildirilmektedir. Bu âyet-i kerimede, sıkıntılara dayanmanın çok mühim olduğu anlatılmaktadır.

    Sual: İbadetleri yapmak lazım olduğu gibi, bunların emir olduğuna inanmak da lazım mıdır?
    Cevap:
    İslâmiyetin emrettiği ibadetleri yerine getirmek lazım olduğu gibi, her birinin vazife, emir olduğuna inanmak da ayrıca lazımdır. Böyle inanan bir Müslüman, bu vazifeleri elbette severek yapacaktır.

    İman etmek esas ise de…
    Sual: Din kitaplarında Cennete iman ile girilir ve iman esastır deniyor. İman esas ise, o zaman, emirleri yapmaya, haramlardan sakınmaya gerek yok mudur?
    Cevap:
    Kalp ile inanmak, Müslümanlığın temeli olduğu gibi, amellerin de en üstünü budur. Resûlullah efendimize işlerin en üstünü hangisidir diye soruldukta;
    (Allaha ve Resûlüne inanmaktır) buyurduktan sonra, amentüyü okumuştur. Bu hadîs-i şerif Buhârîde yazılıdır.

    İslâmiyette imanın esas olması, amellerin, ibadetlerin ehemmiyetini, önemini azaltmaz. Çünkü, amellerin yapılmasına sebep, imandır. Sebebin kuvvetli olması, neticeyi emniyet altına alır. İmanı kuvvetli olan bir Müslüman, amellere daha çok ehemmiyet verir. Müslümanların her farza, harama, her amele, her vazifeye de ayrı ayrı iman etmesi lazım olduğu için, günah işleyenler, imanlarının sarsılacağını, hatta gideceğini düşünerek titrerler. Hatta bir günahı işlemeyen kimse bile, o günaha ehemmiyet vermese, ne olurmuş dese, imanı gider kâfir olur. Bazı işleri imana katmak isteyen dinde reformcular, amellerin ehemmiyetini acaba bu kadar anlayabilmişler midir? Yalnız kalp ile inanmakla Müslümanlık olmayacağını, amellere, işlere bakmak lazım olduğunu söyleyenler, bu amellerin Allah için ve ahireti kazanmak için değil de, dünya için ve dünya saadeti için olmasını düşünüyorlar.

    Dinin emirlerini, yasaklarını kabul et, iman eyle de, bunları ister yap, ister yapma, artık bundan rahat bir şey olamaz demeleri de yanlıştır. Çünkü, bu emir ve yasaklara ehemmiyet vermeyen kâfir olur.

    İman, kalbin inanması demektir. Bunun hasıl olması için, önce ilim lazımdır. İlim ile amel başka başka şeydir. Amel, ilme pek lazım ise de, ikisi aynı şey olamaz. Fransızların; “Bon penser et bien dire ne sert rien sans bien faire” atasözleri de, ilim ile ameli birbirinden ayırmaktadır. Yani, iyi düşünmek, iyi söylemek, iyi iş yapmadıkça, bir şeye yaramaz demişlerdir. Fakat, dinimiz, bu atasözüne karşı olarak iyilik yapmaksızın iyi düşünmek, yani, yalnız iman etmek fayda verir demektedir.

    Yazı kaynağı : dinimizislam.com

    İman, soyut bir kavram olduğu için göremiyoruz; peki imanımızın varlığından nasıl emin olabiliriz, bunun göstergeleri var mıdır? İbadetler bunun göstergeleri olarak yeterli midir?

    Değerli Kardeşimiz;

    EVVELA, Ehl-i sünnet inancında, bir Müslümanın imanından şüphe etmesi caiz değildir. Yani, "Acaba ben şu anda iman üzere miyim?" demek, şek ifade ettiği için imanın sıhhatine zarar verir. Bu yüzden kesinlikle "iman ehliyim" dememiz gerekir ve bundan da emin olmamız da bir sakınca yoktur. Zaten "emin değilim" dersek imanımız zedelenir.

    Öyle ise iman ehli olduğumuzdan asla ve kata şüphe etmemeliyiz. İman, İslam’ın emir ve yasaklarını kalben tasdik, dil ile ikrar etmekten ibarettir. Her insan da kendi kalbi halinin ne durumda olduğunu gayet iyi bilir. Öyle ise vehim ve vesveselere aldanıp, "Acaba imanım şu an mevcut mu?" şüphesine düşmemeliyiz.

    Hatta birisinin "Ben inşallah müminim" demesi bile caiz değildir. Kati olarak ben şu an Müminim demesi gerekir. Ama "İnşallah mümin olarak ölürüm" demesinde bir sakınca yoktur. Zira ne zaman ve nasıl öleceğimizi bilmediğimiz için, kati bir ifade kullanamayız. Ama halihazırdaki kalbi durumumuzu kati bildiğimiz için, kati konuşmakla mükellefiz.

    İmana dair bazı konuları kısaca izah edersek mesele inşallah daha iyi anlaşılır:

    İmanın biri asli diğeri tali olmak üzere iki rüknü vardır. İmanın asli rüknü kalp ile tasdik etmektir; tali rüknü ise dil ile ikrar etmektir. Bu temel rükünler ışığında bazı hükümleri ve sınıflandırmaları İslam alimleri yapmışlardır. Bu rükünler hüküm bakımından dünya ve ahiret olmak üzere iki ana dala ayrılır.

    Biz bu temel rükünlerin ve hükümlerin çerçevesinde bu sınıflandırmaları tek tek inceleyelim o zaman konu daha iyi anlaşılır.

    Kalbi ile tasdik edip, dili ile ikrar etmeyenler: Bunlar Allah katında ve ahirette mümin olup ebedi cehennemde kalmayacaklar. Ama dünya hükmü açısından kafir sayılırlar, zira insanlar kalpte olan imanı bilemeyecekleri için ağza ve dildeki ifadeye bakarlar. Özet olarak bu tip insanlar ahirette mümin, dünyada kafir muamelesi görürler.

    Ama dili ile ikrar etmemesinde ciddi bir gerekçesi yoksa ,hayati bir tehlike gibi, bu durumda Allah katında mümin olsa bile büyük bir günaha da girmiş olur. Zira mümin hayati bir tehlike gibi mazereti yok ise kalbindeki imanı dili ile ikrar eder. Dil ile ikrar etmek dünya hukuku açısından çok önemli ve gerekli bir rükündür. Ama imanın asıl bir rüknü değil tali bir rüknüdür. Bazı İslam alimleri mazereti olmadan dil ile ikrar etmemeyi küfrün bir alemeti saymışlar. Ama cumhuru ulema bu görüşe itimat etmemiştir.

    Kalbi ile tasdik etmeyip, dili ile ikrar edenler: Bunlar dünya hükmü açısından mümin, Allah katında ve ahiret açısından kafir insanlardır. Zira sahih ve geçerli bir imanın tek ana rüknü kalp ile tasdiktir. Kalp ile tasdik etmenin hiçbir mazereti ve istisnası yoktur. Zira insanın kalbi bütün baskı ve istibdatlardan beridir, hatta bu kalbe Allah bile müdahale etmiyor. Böyle olunca insan kendi irade ve arzusu ile kalbini şekillendirir, Allah da buna bakar.

    Dil ile ikrar ise, bazı arızlardan dolayı gerçekleşmeyebilir. Mesela Hazret-i Ammar’ın baskı ve zulüm karşısında dili ile "Hubel" demesi gibi. Bazen kalbe zıt şeyler dilden çıkabilir. Onun için dil ile ikrar etmek imanın asıl değil, tali bir rüknüdür. İslam literatüründe kalbi ile inanmadığı halde dili ile inandım diyenlere münafık denir, bunların da sonu ebedi ateştir. Ama dünya hukuku açısından Müslüman muamelesine tabidirler.

    Hem kalbi ile hem de dili ile ikrar etmeyenler: Bunlar hem dünya da hem de ahrette kafirdirler ve sonları ebedi bir ateştir. İnsanların çoğunluğu bu sınıfa girerler.Bunların durumu çok açık oldukları için dünya ve ahret hayatında hükümleri bellidir.

    Hem kalbi hem de dili ile ikrar edenler: Bunlar hem dünya da hem de ahrette mümin ve Müslüman insanlardır. Ama bir takım günah ve hatalar içinde hayatlarını geçirebilirler bu yüzden kamil bir mümin demek doğru olmaz. Ama hüküm bakımından imanları sahih oldukları için ebedi ateşte kalmazlar. Allah dilerse günahlarını affeder dilerse temizleninceye kadar cezalandırabilir.

    Hem kalbi ile tasdik hem dili ile ikrar hem de azası ile amel edenler: Bu insanlar hem dünyada hem ahirette hem de Allah katında makam ve derece sahibi salih insanlardır. Aza ile amel etmek belki imanın bir rüknü bir aslı parçası değildir; ama imanın cilalanıp kuvvet kazanmasında önemli bir faktördür.

    İmanın devam edip, kabre iman ile girmek ancak amel ve ibadetlerle mümkündür. Ameli, imanın bir aslı ve parçası görmek Ehl-i sünnet inancına uygun bir görüş değildir. Zira insan fıtraten günahlara ve hatalara müsaittir. Şayet amel imanın bir cüzü bir parçası olmuş olsa idi peygamberler bile imana güç yetiremezdi, bu da "teklifi mala yutak" bir teklif olurdu. Onun için amel imanın bitişik bir parçası değil, etkileşimli bir parçasıdır, yani biribirlerini etkileyen iki farklı şeylerdir.

    Bazı batıl mezhepler ameli imanın bir parçası olarak kabul ettiklerinden, büyük günahları işleyen hatta küçük günahları bile işleyenlere kafir deme safsatasına düşmüşlerdir.

    Özet olarak aza ile amel imanın bir rüknü değil kamil bir imanın gereğidir.

    Şahısların hal ve davranışları kalbin bir yansımasıdır. Kalpte ne varsa dışarıya o sızar, insanlar da bu sızıntılardan yola çıkarak o şahıs hakkında bir fikir sahibi olur. İşte mümin feraseti ile kimin ne olduğunu bilecek, ama muameleyi de şahsın sözüne göre yapacak. Yani münafık bir adam "Ben müminim" diyorsa, biz de ona mümin gibi muamele etmek zorundayız. Peygamber Efendimiz (asv) Medine döneminde bine yakın münafığı bu şekil idare ve tedbir etmiştir. Ama onların şerlerine karşı da bazı tedbirleri almıştır.

    Açıktan küfrünü ilan eden insanlara karşı da zorla onları mümin yapmak ya da öyle görmeye çalışmak İslam’a aykırıdır. İslam küfrün ve imanın sınırlarını çizmiştir; insanların imanı ve küfrü de bu çizgiye göre tespit edilir. Hiç kimse kendi hevası ile bir insanı kafir de yapamaz, mümin de yapamaz. Bunun kıstas ve ölçüleri İslam dinidir.

    Kişi İslam’ın çizgilerini aşıp inkarını açıktan ilan ediyorsa, bunun kafirliği su götürmez. Ama hiçbir açık küfür alameti olmadığı halde bazı yoruma açık sapkın halleri olan şahısları tekfir etmek İslam’a aykırı bir davranıştır. Yani kişinin kafir ve mümin olma halini insanlar değil İslam belirler.

    Ehl-i sünnet bu hususta şu kaideyi söyler: Bir kişinin yüz tane kabili tevil küfür alameti bulunsa, bunun yanında bir tane mümin alameti olsa, bu kişinin mümin olduğuna hükmedilir. Ama yoruma açık olmayan küfür alametleri bir kişide varsa artık onun kafirliği tartışılmaz.

    İnsanları imani açıdan değerlendirirken çok dikkatli olmak gerekir, zira vebali çok büyüktür. Hatta Peygamber Efendimiz (asv)'in "Bir mümini küfür ile itham edersen, şayet o küfür onda yoksa, aynen sana döner." şeklinde ki ikazı çok manidardır. Bu yüzden delilsiz ve mesnetsiz insanlara "kafir" demek çok tehlikeli bir davranıştır. Kişilerin ne şekilde öleceğini ancak Allah bilir, bu yüzden "filanca adam yüzde yüz cehennemlik" demek, dalaletten başka bir şey değildir.

    Selam ve dua ile...
    Sorularla Risale Editörü

    Yazı kaynağı : sorularlarisale.com

    Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında

    Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.

    Yazının devamını okumak istermisiniz?
    Yorum yap