islam felsefesinin ortaya çıkışında etkili olan
islam felsefesinin ortaya çıkışında etkili olan Ne90'dan bulabilirsiniz
İslam felsefesi
İslam felsefesi, İslam dinine mensup kişilerce gerçekleştirilen felsefe etkinliğidir. Müslüman felsefesi ve Arapça felsefe olarak da adlandırılır. İslam felsefesi adlandırması sadece İslam'a dair bir felsefe olarak anlaşıldığından tartışmaya açıktır.[1]:13 İslam dünyası felsefeyle 8. yüzyıldan itibaren sistematik hale gelen Bağdat merkezli tercüme hareketiyle tanışmıştır. 3. yüzyılda Plotinos'un öncülük ettiği, Yeni Platonculuk adlı felsefi akımın Platon ve Aristoteles'i uzlaştırma çabaları İslam dünyasına aktarılan felsefenin temeli olmuştur. Müslüman filozoflar bu iki filozofun eserlerini şerh etme yoluna gitmişlerdir.[1]:17
İslam dünyasında felsefenin Orta çağ batı dünyasından çok daha müsamahalı karşılandığı düşünülür. Bunun nedeni hakim anlayışın İslam dininin temel esasları dışında ferdi düşünceye serbestlik tanıması, imani esasları alenen zedelememek şartıyla düşünceye verdiği özgürlük, diğer bir nedeni de akli ilimlerin gerek siyasi otoriteler gerekse dini otoriteler tarafından sürekli desteklenmiş olmasıdır. Bu sayede İslam coğrafyasında ve özellikle Arap dünyasında felsefe gelişmiş, gelişen felsefe de formel, doğa ve insani bilimlere katkılar sağlamıştır. İslam dünyasında felsefenin üstün konumu 14. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir.
Tarih[değiştir | kaynağı değiştir]
Müslümanlar, modern anlamdaki felsefeyi teşkil eden Yunan felsefesi ile ilk defa Emevî bilgini Halid bin Yezid ile Cafer Sâdık aracılığıyla temasa geçmişlerdir. O zamanlar uğraşı alanları "gizli bilgiler" denilen sihirli ve sırlı bilgilerdi. Yine de felsefî çalışmaların başlamasına ve bu sahadaki eserlerin tanınmasına sebep oldular. Emevîler zamanında bu şekilde başlayan felsefî çalışmalar ağır da olsa devam etti. Abbasîler zamanında ise Yunan felsefesini çeviri ve yakından tanıma işi hızlandı. 832 yılında Halife Me'mûn tarafından kurulan Dâru'l hikme (Felsefe Akademisi) bu sahada önemli görevler ve hizmetler ifa etti.[2][3]
5 ve 6. yüzyıllarda İskenderiye'de geliştirilmeye başlayan Aristoteles araştırmaları İslam'ın buraya yayılması ile Yeni Platoncu çalışmalara katılmış ve uzlaştırmacı bir felsefe anlayışı sürdürülmüştür. İlk aşamada Yunanca, Süryanice ve Arapça bilen Hristiyanlar felsefenin İslam dünyasına aktarılmasında önemli bir rol oynamış, Yahudi, Sabi ve Hristiyan mütercimler de buna destek vermiştir.[1]:20
İslamî Felsefe[değiştir | kaynağı değiştir]
Tarih boyunca felsefenin konusu olan insanın kendisi, başkaları ve kainatla olan ilişkisini, ve doğaüstü güçlerin varlığı/yokluğunu, İslamın temel esaslarını zedelemeden, yahut onlardan yola çıkarak akli delillerle sistemli bir şekilde yorumlama ve izah etme temelinde gelişmiş İslam düşünce akımlarına İslami felsefe denilebilir. İslami felsefe tarihi süreç içerisinde pek çok dal ve okullara ayrılmıştır.
İslam dininin itikadi esaslarının akıl temelinde ele alınarak incelenmesi, değerlendirilmesi ve izahı İslami felsefenin önemli bir rüknünü oluşturur ki bunun sistemli hale getirilmiş haline ilm-i kelam denilmektedir.
İtikada ait meselelerin akıl perspektifinde değerlendirilmesinde farklı okullar oluşmuştur. Bunlara itikadi mezhepler denilmektedir. Başlıcaları:
olarak sıralanabilir.
İslam felsefesinde daha çok tasavvufi konuların ele alındığı ve değerlendirildiği saha, yer yer tasavvuf felsefesi olarak isimlendirilmişse de, tasavvufun tanımı gereği bu tabirin genel kabul gördüğü söylenemez.
İslam Dünyasında Gelişen Felsefî Akımlar[değiştir | kaynağı değiştir]
İslamiyet'in Hicri 1. asırda hızla gelişmesi ve yayılması ile birlikte önceden müslümanların kendilerine yabancı olan kültürlerle etkileşimi artmıştır. İslamiyet'in akla verdiği önem ve serbesti, bu yeni kültürlerde mevcut felsefi birikimin tercümeler vasıtası ile hızla müslüman ilim adamları arasında yaygınlaşmasını da beraberinde getirmiştir. Henüz sistematik felsefe kültürü gelişmemiş olan Müslüman Arapların Yunan felsefesi ile bu ilk tanışıklıkları daha ziyade edilgen nitelikte ve etkilenme şeklinde olmuştur denebilir.
Her ne kadar, farklı bir kültürde yeni gelişen bu felsefenin içerdiği ekoller İslami temel esaslardan uzaklaşmamaya çalışmış olsalar da, Yunan felsefesi etkili olmuş ve itikadi esaslarla çelişen çeşitli ekoller de ortaya çıkmıştır. Fakat bu ekoller İslami esasları kabul eden ekollere göre azınlıktadırlar. İslam filozofları Yunan felsefesinde özellikle Platon ve Aristo gibi düşünürlerin görüşlerini benimsemişler ve bunu İslam düşüncesiyle birleştirmişlerdir. Geneli itibarıyla bu sistemi kuran 2. Öğretmen de denilen "Farabi" dir. Farabi'den sonra İslam'ın Tanrı anlayışıyla rasyonalizmi diğer İslam filozofları da birleştirmişlerdir.
İslami felsefe ile kelam bir süre birlikte yürümüş. Daha sonra genel olarak felsefe ekolü ile kelam ekolü arasında önemli görüş ayrılıkları çıkmış ve İslami ilimlerde felsefeden ayrı bir yere sahip olmuştur. İtikadi konularda felsefe ekolü ile kelam ekolü arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. Her ne kadar bu iki farklı grubun düşünceleri diğer grup ve mezheplere oranla daha akli bir bazda olsa da, kelam felsefeye oranla klasik dini itikada ve nakile daha yakındır. İslam filozofları ve felsefi ekoller ise itikadi konularda daha çok aklı baz alırlar ve akıl ile naklin çeliştiği yerlerde aklı tercih eder, çoğu kez nakli tevil ederler.
İslam dunyasında ortaya çıkan felsefi yaklaşımlar ve pek çok hususiyetleri ve özellikle dine bakışları açısından farklılık arzederler. Fakat Maddeciler hariç tüm ekoller İslam'ın tevhit anlayışı esaslarına çok yakınlardır. Bu ekoller geneli itibarıyla Tanrı, ruh, vahiy, peygamber, kutsal kitap vb. dinsel varlık ve kavramları kabul ederler.
Başlıcaları:
Ayrıca İslam felsefesi tarihinde ekol kurmamış ve bir ekole de bağlanmamış birçok önemli filozof ve felsefe vardır, buna İbn Haldun'un tarih felsefesini ve Râzî'nin felsefesini örnek olarak verebiliriz. Ayrıca Gazali ve Ebu'l-Berekât Bağdâdi de diğer bağımsız filozoflara örnek olarak gösterilebilir.
Ayrıca bakınız[değiştir | kaynağı değiştir]
Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]
Dış bağlantılar[değiştir | kaynağı değiştir]
Yazı kaynağı : tr.wikipedia.org
İslam Felsefesinin Ortaya Çıkış Koşulları
İslam felsefesinin gelişmesinde düşünsel birikimi koruyan ve farklılıkları bir arada tutan kentler ve yöneticilerin büyük etkisi görülür. Ötekiyle karşılaşma kendine dönük bir içe bakış ve çok sesliliği getirdiğinden, karmaşık yapılı kentler düşünsel birikimin gelişmesine katkı sağlar.
Ortadoğu İÖ. 5000’den beri böylesi kentleri barındırmaktadır. İslam düşüncesinin ortaya çıkışı ve yayılması bu kentlerin İslam’la tanışması ve İslam düşüncesini benimseyenlerin bu kentlerdeki birikimle buluşması felsefi birikimin zenginleşmesini sağlar. Söz konusu kentlerin düşünsel bağlamda gelişmesi buraların İslam’ın yükseliş dönemlerinde birer çekim merkezi olmasıyla yakında ilgilidir.
Avrupa’nın bu dönemde barbar akınları olarak bilinen göç hareketleriyle boğuşması, politik baskılar eski kentlerin önemli düşünürlerin Ortadoğu’ya göç etmesine yol açar. Sözgelimi Platon ve Aristoteles’ten sonra felsefi tartışmaların odağı durumuna gelen Atina, İS. 6. yüzyılda Bizans imparatoru I. Justinianos’un (482-565) Atina okulunu kapatmasının ardından felsefenin merkezi olmaktan çıkar.
Atina Okulun saygın hocaları sayılan yeni-Platoncular Damascius (458-538) ve Simplicius (490-560) felsefe, bilime destek veren şehir olarak bilinen Sasani şehri Cündişapur’a giderler. Burası önemli bir felsefe ve tıp merkezi durumuna gelir.
Cündişapur’un yanı sıra bir başka felsefe merkezi İskenderiye’dir. İskenderiye, Plotinus (204-270), Porfirius (204-305) ve Jamblikus’un (245-325), Platonculuk, Aristotelescilik ve Pythagorascılığı harmanlayarak oluşturduğu felsefi bakışın etkisi altındadır. İslam’ın ortaya çıkışıyla birlikte Hz. Muhammed Arap Yarımadasında daha önce dağınık hatta savaş durumunda olan aşiretlerin siyasi birliğini sağlayarak onları İslam devleti altında birleştirir. Hz. Muhammed’in ardından da yapılan fetihler sonrasında dünyanın kültürel ve düşünsel bakımdan önemli kentleri ele geçirilir. 641 yılında Mısır, Emeviler döneminde (661-750) Şam, daha sonra Abbasiler döneminde (750-1258) Bağdat elde edilir. Bu kentlerin yanı sıra İslam Devleti egemenliğine geçen Antakya, Harran, Urfa, Kinnesrin ve Nusaybin önemli düşünsel merkezler arasındadır.
Anılan kentlerde Süryanice bilen aydınlar Yunanca yazılmış eserleri Süryaniceye çevirirler. İslam felsefesinin hazırlayıcı koşullarından bir başkası olarak görülen çeviri hareketi Süryanice ve Yunancadan Arapçaya yapılan sistematik çeviriler ile VIII. yüzyılda başlar. Emevi hükümdarı Yezid tıp, kimya ve astrolojiye ilişkin eserlerini Arapçaya çevirtir.
Daha sonra Harun Reşid ardından da oğlu Me’mûn Bağdat’ta 830 yılında Felsefe Evi’ni (Beytü’l-Hikme) kurar. Çeviri hareketleri öylesine büyük bir çabadır ki Bizans ve Yakındoğu’da bulunabilen edebiyat ve tarih dışındaki hemen hemen bütün din dışı Yunanca kitapların, 8. yüzyılın ortasından 10. yüzyılın sonuna kadar Arapçaya çevrildiği öne sürülür. Yunanca-Arapça çeviri hareketi iki yüzyıldan daha uzun bir süre devam eder.
Fetihler sonrası ele geçirilen yeni coğrafyada Araplar, Yunan, Mısır, İran, Yahudi, Hıristiyan ve mistik geleneklerin sürdürüldüğü bir ortamla karşılaşır. Buralarda yaşayan çeşitli topluluklar karşısında İslam’ı savunma çabası düşünsel bir canlılığa neden olur. Dünya tarihinin merkezi olan bölgede yer alan köklü gelenekleri ve inançları benimsemiş kimselere karşı İslam’ı diri tutma ve onlara egemen kılmak ancak bu eski kültürlerin birikimini tanımakla ve birikimlerini sindirmekle olanaklıdır. Böylece İslam teolojisini derinleştirme ve diğer inanç topluluklarına karşı savunma çabası felsefenin İslam egemenliğindeki topraklarda gündeme gelmesini sağlar.
Söz konusu teolojik çalışmalar Kelamın ortaya çıkmasına yol açar. Kelam, İslam’ın temel kaynağı olan Kuran’ı Kerim hakkında yapılan kavramsal çalışmaların adıdır. Kuran’da dile getirilen düşüncelerin açık kılınması Kelam’ın temel amacıdır. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra baş gösteren iktidar kavgaları, Müslümanların birbirlerini öldürmeleri, Fitne olayları gibi kargaşalar Kelam’ın ortaya çıkışına ön ayak olur. Bu tür sorunlara yönelik çözümlerin doğrudan Kuran yoluyla değil, Kuran’da dile getirilenlerin yorumlanmasıyla çözüme kavuşturulabilimesi Kelamın kapsamındadır.
Örneğin Müslüman olmayanların ahirete ilişkin durumlarını konu eden Bakara suresi 62. ayette yer alan “Şüphesiz iman edenler; Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sabilerden de Allah’a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir” ile Ali İmran suresi 85. ayette yer alan “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır” ifadelerin karşılaştırılması, yorumlanması ve nasıl anlaşılması gerektiği Kelamın konusuna girer. Bu yüzden Kelam aynı zamanda bir yorumlama ve tartışma geleneğidir. Böylece Kelam, felsefenin vazgeçilmez alanı olan adalet, hak, hukuk gibi konuların soyut ve kavramsal bir düzeyde tartışılmasına zemin hazırlar.
İslam’ın daha önce kabile düzeninde yaşayan Arap toplulukların devletleşmesine aracılık etmesi, toplumsal düzenin İslam uyarınca düzenlenmesine yol açar. İşte Kelam, İslam öğretisinin toplumsal yaşamın türlü aşamalarına yönelik yorumlanmasını sağlar. Bu bakımdan Kelam kanıtlamalı akıl yürütmelerin yapılmasını gerektirir. Gündelik yaşamın sorunlarının Kuran öğretisi çerçevesinde yorumlanması çabası, mantıksal, dilsel ve düşünsel zeminin gelişmesine olanak sağlar.
İslam felsefesinin gelişmesinde payı olan bir başka neden refahtır. Refah, bir başka deyişle toplumsal emek yoluyla üretilen artı değerin belli kişilerin kullanımına sunulmasıyla sağlanan rahatlık, felsefenin gelişimi için önemli koşullardan biridir. Bu dönemde filozofları ve bilginleri himayesi altına hükümdarlara rastlanır. Bu himaye filozof ve bilginlere maaş bağlanması, kaynak toplanması, yazım araçlarının sağlanması türünde destekleri içerir.
Kelam’dan felsefeye geçişte İslam düşüncesini etkileyen önde gelen akım Plotinus ve öğrencisi Porfirius başını çektiği Yeni-Platonculuktur. Güçlü bir gelenek olan Plotinus tekçi bir felsefeden yanadır. Mutlak varlık ilkin Nous (Akıl) biçimindedir daha sonra südûr (türüm, taşma) yolu ile tüm var olanlar ortaya çıkar. Bu bakımdan İslam’ın Tanrısı ve evren tasarımı ile Yeni-Platonculuk arasında bağ kurulur. Arapçaya çevrilen ilk temel metin Plotinus’un En-nead’lar eserinin bir çeviri yorumdur. Benzer biçimde felsefe hakkında Arapça yazan ilk düşünür olan Kindi (801-873) İslam felsefesinin ilk dönemlerinin bu Yeni-Platoncu eğilimlerinden sonra gelen Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi filozoflar ise Platon, Aristoteles ve Plotinos’un düşünceleriyle İslam dininin temel ilkelerinin sentezini yapma arayışında olur.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Yazı kaynağı : www.felsefe.gen.tr
İslam Felsefesi
1. İSLAM FELSEFESİ ANABİLİM DALI
I-İslâm Felsefesi’nin Tanımı, Önemi ve Özgünlüğü
İslâm felsefesi, Müslüman filozofların ortaya koydukları felsefî düşüncenin genel adıdır. Felsefî bir düşünce olma bakımından İslâm felsefesinin, diğer felsefelerden hiçbir farkı yoktur. İslâm felsefesi tabirindeki “felsefe” ifadesi, Yunan felsefesi, Hind felsefesi, Modern çağ felsefesi derken felsefe neyi ifade ederse onu ifade eder; konu ve metod yönünden farklı değildir.
İslâm kültüründe “İslâm felsefesi” adı verilen geleneksel felsefî düşünce, hiç şüphesiz İslâm kültür mirasının en zengin ve en geniş bir parçasıdır. Bu felsefî düşüncenin ana hatlarını ve özelliklerini bilmeden, genel İslâm kültürünün bir değerlendirmesini yapmak oldukça zor bir iştir. Bu felsefî düşünceyi bilmeden, onunla sıkı ilişkisi olan bazı kelamî, felsefî ve fıkhî meseleleri ve onların yapısını tam olarak anlamak mümkün değildir. Bununla ilgili olarak tamamen dinî ilimlerden sayılan özellikle rey’e dayanan tefsir meselelerini bile hakkıyla anlamak mümkün değildir.
İslâm felsefesi, Batı kültür tarihi içinde de büyük bir önemi haizdir. Nasıl Klasik Yunan ve Helenistik felsefe bilinmeden İslâm felsefesini iyi bilmek ve genel kültür tarihi içinde değerlendirmesini yapmak mümkün değilse, İslâm felsefesini bilmeden de, Hıristiyan ve Yahudi felsefesini, Ortaçağ felsefesini ve XVIII. yüzyıla kadar olan Modern felsefeyi hakkıyla tanımak ve değerlendirmek aynı şekilde mümkün değildir. Çünkü İslâm felsefesinin Batı felsefesine etki sanıldığından daha büyüktür. Mesela, Gazzâlîci konumunda olan Clarke ile İbn Rüşdçü konumunda olan Leibniz arasındaki tartışmaları, bu tartışmaların şeklini ve yapısını, Gazzâlî ve İbn Rüşd arasındaki tartışmaları bilmeden, hakkıyla anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir. Hristiyanlık, dinî sebeplerle felsefeye karşıydı. Bu olumsuz tutumu özellikle Klasik Yunan felsefesine yöneltmişlerdi. Bu yüzden Batı âlemi Yunan felsefesini unutmuştu. İslâm felsefesi XI. yüzyıldan itibaren Batı dünyasına bu felsefeyi hatırlatmak ve öğretmek rolünü üstlenmiştir. Bundan dolayıdır ki, İslâm felsefesinin Batı düşüncesinin gelişimine yaptığı bu katkı, onun önemini bir kat daha artırmaktadır. Ortaçağ Hıristiyanlığı, özellikle Skolâstik devirde, Aristo’yu sınırlı anlamda bir mantıkçı olarak tanıyordu; çünkü o devirlerde Batı’da ilim ve araştırmayı inhisarına almış olan kilise, dinî akidelere ters düştüğü gerekçesiyle Aristo’nun başta Metafizik ve Fizik olmak üzere diğer kitaplarının tanınmasına ve okutulmasına müsaade etmiyordu. Batı, gerçek Aristo’yu, onun eserlerinden Arapçaya tercüme yaparak eserler veren Müslüman filozofların çalışmalarıyla tanıdı. Bu eserleri Latince ve diğer yerel dillere çevirmeye başladıkları X. yüzyıldan itibaren Batı, Aristo’yu ve Yunan felsefesini tanımaya başlamıştır.
Gerçekten İslâm felsefesi, tarihî ve doktrinal gelişimi içinde, hele tasavvufî ve kelâmî düşünce çeşitlerini de içine alacak şekilde bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yepyeni meseleler ortaya atan, bu meselelerle birlikte Eski Yunan felsefesinin meselelerine yeni çözümler sunan, İslâmî karakteriyle de özgün bir felsefedir. Onun eklektik bir felsefe olması, özgün olmasına mani değildir, yukarıda da belirtildiği üzere, aslında eklektik olmayan hiçbir felsefe ve insan düşüncesi yoktur.
II- İslâm Felsefesi Anabilim Dalı’nın Tarihçesi
İslâm felsefesi dersi, ilk olarak 1924-1933 yılları arasında Dâru’l-Fünûn’a bağlı İlâhiyat Fakültesi’nde İzmirli İsmail Hakkı tarafından okutulmuştu. Dâru’l-Fünûn’da İlahiyat Fakültesi’nin kapatılmasından sonra, İstanbul Üniversitesi bünyesinde oluşturulan İslâm İlimleri Enstitüsü’nde tekrar ders olarak yer alan İslâm Felsefesi Tarihi, ondan sonra da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde “İslâm Felsefesi ve Filozofları Dersi” adıyla Hilmi Ziya Ülken tarafından, “Esas İslâmî İlimler” arasında, birinci gruba ait dersler arasında olmak üzere fakülte programı içinde yer almıştır.
Başlangıçtan günümüze uzanan, İslâm düşüncesine ışık tutmayı, yeni doğan ve gelişen fikir hareketleriyle, bu hareketlerin arka planlarını ilmî metodlara dayanarak araştırmayı amaçlayan İslâm Felsefesi Tarihi’ni ilk olarak, Faslı Prof. Muhammed Tavit et-Tancî vermiş ve bu dersleri 1960 yılına kadar sürdürmüştür. Tasavvuf Tarihi dersinin de içinde yer aldığı İslâm Felsefesi, 1961-1962 yıllarında Prof. Hilmi ziya Ülken tarafından verilirken; 1963’ten itibaren Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu ve Prof. Cavit Sunar tarafından birlikte verilmeye başlanmıştır.
1970’li yıllardaki bir değişiklikle İslâm Felsefesi ve Kelâm dersleri, Kelâm ve İslâm Felsefesi adı altında toplanmıştır. 1991-1992 öğretim yılında, Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu’nun Türk Tarih Kurumu başkanı olduğu dönemde İslâm Felsefesi, Prof. Dr. Hüseyin Atay tarafından okutulmuştur.
Bologna Bilgi Sistemi-İslam Felsefesi (Yüksek Lisans)
Bologna Bilgi Sistemi-İslam Felsefesi (Doktora)
2. İSLAM FELSEFESİ ANABİLİM DALI AKADEMİK PERSONELİ
Prof. Dr. Müfit Selim SARUHAN(Anabilim Dalı Başkanı)
Prof. Dr. Fehrullah TERKAN
Prof. Dr. İbrahim MARAŞ
Prof. Dr. Gürbüz DENİZ
Doç. Dr. Eyüp ŞAHİN
Ar. Gör. Armağan ATAR
Ar. Gör. Dr. Hüseyin YÜCEL
Ar. Gör. Ayşenur ERKEN (35. Madde)
Ar. Gör. Bahar ÖZDEMİR (35. Madde)
Yazı kaynağı : www.divinity.ankara.edu.tr
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.