Bu sitede bulunan yazılar memnuniyetsizliğiniz halınde olursa bizimle iletişime geçiniz ve o yazıyı biz siliriz. saygılarımızla

    kanıtın yokluğu yokluğun kanıtı değildir sözü kime ait

    1 ziyaretçi

    kanıtın yokluğu yokluğun kanıtı değildir sözü kime ait Ne90'dan bulabilirsiniz

    Argumentum ad nauseam

    Tanım:

    Argumentum ad nauseam/Argumentum ad Infinitum;

    bir iddianın-argümanın aksi ispatlanamadığı için o iddianın doğru olduğunun savunulmasıdır.

    (ya da sıklıkla sadece Ad nauseam) Bir safsatadır.[1][2] Bu terim Latincedir. Türkçe yaklaşık karşılığı "bunaltana kadar" dır. Argumentum ad infinitum ("sonsuza kadar argüman") ile aynı safsatayı belirtir.

    Bu tip safsatalar bir argümanın (genellikle farklı kişiler tarafından) çok defa tekrar edilmesi ile inandırıcılık oluşturulması şeklinde yapılır. İddia-argüman sahibi, her zaman iddiasını-argümanını ispatlama sorumluluğuna sahiptir. Aksi takdirde ortaya konulan argüman geçersiz sayılır. Hiç kimse, ispatı ortaya konmaksızın ileri sürülen bir argümanın yanlış olduğunu savunmak için, argümanın aksini ispatlamak yükümlülüğünde değildir. Carl Sagan' dan bir alıntı olarak “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.” Ancak kanıt noksanlığı bir şeyi reddetmek için “yeterli” olmasa da, doğal olarak “geçerli” bir sebeptir. Daha açıklayıcı olarak: “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir; ancak varlığın kanıtı hiç değildir!”

    Bu safsata diğer safsatalar ile birlikte politikacılar tarafından sıkça kullanılır. Israrlı bir şekilde yapıldığında beyin yıkama ya da kandır(ıl)ma olarak da tanımlanabilir.

    Örnek[değiştir | kaynağı değiştir]

    Eskiden bilimin olmadığı yahut yeterince gelişmediği zamanlarda dünya hakkında yapılan tartışmalardan biri olarak:

    Başka bir tartışma; Tanrı:

    “İspatlanmadan ileri sürülen bir argüman, ispatsız olarak çürütülebilir.”

    deyimi ile bu safsata kolayca tespit edilebilir.

    Genellikle bu mantık hatası bir "şey" in varlığının iddiası üzerine olan tartışmalarda çıkar ve çoğu zaman da fark edilmemesi, tartışmaların gereksiz uzamasına sebep olur. Örneğin en başta Tanrı olmak üzere, Koca ayak, Tuz Gölü Canavarı, Loch Ness Canavarı gibi bir sürü canavar, Çupakabra gibi çoğaltılabilecek efsaneler, psişik güçler, astral seyahat, UFOlar, astroloji, vb. bu mantık hatasının çok sık görüldüğü tartışma başlıklarıdır ve mantık hatası görülürse, aslında ortada tartışılacak hiçbir konunun olmadığı fark edilebilir.

    Bu durum, Matematikçi Bertrand Russell'ın şu meşhur örneği ile izah edilebilir: Eğer Dünya ve Mars arasında eliptik bir yörüngede Güneş’in etrafında dönen Çin seramiğinden bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün aksini kanıtlayamazdı...

    Burada gösterilmek istenilen; böyle bir çaydanlığın var olduğunu ispatlama yükünün argüman sahibinin kendisinde olduğudur. Zira bilimin boş hipotezi, bir argümana yönelik kanıt bulunana kadar o argümanı yok saymamız gerektiğini söylemektedir.

    Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

    Yazı kaynağı : tr.wikipedia.org

    Carl Sagan'in Karanlık Bir Dünya'da Bilimin Mum Işığı kitabında geçen "Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir" sözü ateizme ters değil midir?

    Carl Sagan'in Karanlık Bir Dünya'da Bilimin Mum Işığı kitabında geçen

    Ateizm, tarihsel olarak birçok şekilde tanımlanmışsa da, en genel anlamıyla her türlü yaratıcı gücün varlığını reddetmeye verilen isimdir. Ateistler, dinlerin ve tanrıların gerçek olmadığını düşünmekte ve bunların insanın hayal gücü ile kültürel evriminin bir ürünü olduğunu ileri sürmektedirler. Bu, en azından bir adet yaratıcı gücün var olması gerektiğini iddia eden teizm ile zıt olan görüştür. Daha dar anlamıyla teizm, hem en az 1 tanrıya, hem de o tanrının gönderdiği belirli bir dini görüşe iman etme, inanç duyma demektir. Öte yandan deistler, yaratıcı bir gücün varlığını kabul etmelerine rağmen, dinlerin insan ürünü olduğunu ve yaratıcının insanlarla kitaplar veya dinler yoluyla irtibat kurmadığını ileri sürerler. Alternatif olarak, en genel anlamıyla, ateizm veya teizmin doğru olup olmadığını elimizdeki verilerle bilemeyeceğimizi söyleyen agnostisizm ve yaratıcının Evren'den ayrı bir varlık olmadığını, Evren'in ta kendisi olduğunu ileri süren panteizm gibi dini inanç veya inançsızlık pozisyonları da bulunmaktadır. Fakat tarihsel olarak, bilimle en yakından ilişkisi olanlar, ateizm ve agnostisizm gibi inançlardan tamamen veya kısmen uzak olan felsefi düşünüşler olmuştur. Hele ki Orta Çağ'da Hristiyanlık merkezli teizmin, modern çağda ise İslam merkezli teizmin bilim üzerindeki baskısı düşünülecek olursa, bilim ile anti-teizm arasında sıkı sıkıya bir ilişki varmış gibi gözükmektedir. Peki bu, gerçekten organik bir ilişki midir?

    Bu soruya farklı cevaplar vermek mümkün. Ancak dikkatli bir inceleme, söz konusu ilişkilendirmenin bir neden-sonuç ilişkisinden ziyade, bir korelasyondan ibaret olduğunu göstermektedir. Diğer yazımızda da izah ettiğimiz üzere, bilim insanları genel halka nazaran ateizme daha yatkın olsalar da; oranların halen %50 dolaylarında kalıyor olması, bilimin doğrudan teizme veya ateizme götürmediğini göstermektedir.

    Açıkçası, eğer ki sadece istatistiklerden yola çıkacak olursak, Evren'e dair daha fazla bilgi sahibi olmanın bireyi daha ziyade agnostik (bilinmezci) yaptığı iddia edilebilir. Gerçekten de agnosizmin dine bakışı, bilimin henüz bilinmez olan kavramlara yönelik tutumu ile fazlasıyla örtüşmektedir. İzah edelim:

    Bilimin Akışı

    Bilim; metodolojik, test ve tekrar edilebilir yöntemler kullanarak, bilinmeyeni bilinir kılma, gerçeğe ulaşma uğraşı olarak özetlenebilir. Bunun yapılabilmesini mümkün kılan, bilimin asırlar boyu elden geçirilmiş ve şahsi yargılardan arındırılmış metodolojisidir. Bu metodoloji, tekil bir yöntemden ibaret değilse de, genel olarak buradakive bu görseldeki gibi özetlenebilir.

    Boş Hipotez

    Bilim, her gün yeni bilinmezlerle karşılaştığı ve onları durmaksızın çözmeye çalıştığı için, bu bilinmezlere karşı son derece sistematik ve iyi çalışılmış bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşımın kalbinde boş hipotez kavramı yatmaktadır.

    Boş hipotez, eğer ki ortada henüz ispatlanmamış bir iddia varsa, bilimin ona nasıl yaklaşması gerektiğini dikte eden bir yöntemdir. En basit tanımıyla boş hipotez, bilimsel olarak ispatı henüz yapılmamış bir iddia ileri sürüldüğünde, bilimin o iddiayı otomatik olarak ("varsayılan tutum" olarak) yanlış varsaymasıdır.

    Bu durum, bu yazının en başındaki ana görselde gösterilmiştir. Eğer ki çoraplarınızın kaybolduğunu tespit ettikten sonra, açıklama olarak ispatsız bir şekilde uzaylıları suçluyorsanız, bir bilim insanının varsayılan tutumu, bu tip bir iddianın gerçek olmadığı yönünde olacaktır. Bilimsel şüphecilik, bunu gerektirir.

    Ancak bu, içi boş bir umursamazlık veya "ben bilirimcilik" değildir. Boş hipotez belirlendikten, yani ispatsız olarak ileri sürülen iddia reddedildikten sonra, bu boş hipotez çürütülmeye çalışılır. Bunu anlamanın en kolay yolu, ünlü filozof Bertnard Russell'ın bu konudaki meşhur "çaydanlık" örneğinin bir çeşidini incelemektir:

    Size bir arkadaşınızın heyecanla geldiğini ve şunu iddia ettiğini düşünün: "Bütün gökkuşaklarının var olma nedeni, gezegenimiz etrafında durmaksızın dönen ve tamamen görünmez olan bir teflon tavadır!"

    Bu iddia doğru olabilir mi? Kulağa ne kadar inanılmaz gelirse gelsin, elbette, olabilir! Olası bütün evrenler düşünülecek olursa, bize oldukça yabancı olan bir evrende, gökkuşakları yaratan unsur bir gezegen etrafında dönen teflon tavalar olabilir! Ancak bu iddiayı sorgulamaksızın kabul etmek ve "A ha! Evet evet! Bu söylediğin kesinlikle doğru! Gökkuşaklarının sırrını şimdi çözdük. Daha fazla sorgulamamıza ve araştırmamıza gerek yok." demek son derece kötü bir yaklaşımdır. Bu iddia, kulağa oldukça olası gelen bir örnekle değiştirilecek olsa bile (örneğin, gökkuşaklarının nedeninin insanların uçaklarının yaydığı su buharı olduğunun iddia edildiğini düşünün), sorgulamaksızın açıklamayı kabul etmek hatalı, kötü ve zararlı bir tutum olacaktır.

    Sağlıklı ve iyi bir yaklaşım ise şöyledir: "Hayır, böyle bir teflon tavanın olduğunu düşünmüyorum. Şimdi gözlem yaparak, varsayımımı çürütmeye çalışacağım." Konuya bu şekilde yaklaşan biri, hem gerçek olmayan iddialara saf bir şekilde atlayıp kanmamış olur, hem de hayata çok daha gerçekçi ve güvenilir bir perspektiften bakabilir.

    Yanlışlanabilirlik ve Boş Hipotezin Avantajı

    Bilimde yanlışlanabilirlik ilkesi de aslında boş hipotez kavramından kaynaklanmaktadır. Bir bilinmezi açıklamaya yönelik hipotezimiz, yani bilimsel bir iddiamız, öyle bir doğaya sahip olmalıdır ki, onun ilk etaptaki otomatik reddiyesinden doğan "boş hipotez" (yani iddianın tersi) çürütülebilir (yanlışlanabilir) olsun. Çünkü eğer ki boş hipotez yanlışlanabilir değilse, bilimsel olarak test etmenin bir yolu yoktur. Bu durumda hipotezimizin kendisi de bilimsel olamaz. Halbuki boş hipotezin çürütülebilir olması müthiş önemlidir; çünkü unutmayın: Eğer ki boş hipotez çürütülebilirse; orijinal iddia ispatlanmış olur. Yine bir örnek verelim:

    Eğer ki ortada, "Kanserin ilacı, kemoterapiden 10.000 kat güçlü olan limondur." diye bir iddia varsa, bir bilim insanına düşen, kanserin ilacının limon olmadığını varsaymaktır. Bu varsayım, kanserin tedavisiyle ilgili boş hipotezimizdir. Daha sonra, bu boş hipotez çürütülmeye çalışılır.

    Şimdi durup bir düşünün. Bu bilgi bizi nereye götürüyor? Boş hipotezi çürütme çabası, zaten bilimin ta kendisidir! Eğer ki amaç, limonun kanser tedavisi olmadığı varsayımını çürütmek ise, kanseri tedavi edebilecek yöntemleri çalışmamız, limon gibi besinlerin gerçekten de kansere faydalı olup olmadığını sorgulayıp, test etmemiz gerekir. Bu çalışmaların tamamı, zaten bilimin metodolojisinin ve günlük olarak yaptığı her şeyin ta kendisidir!

    Burada aynı zamanda ilginç bir özellik karşımıza çıkmaktadır: Boş hipotez, örneğin kanser gibi karmakarışık ve zorlu bir hastalık ile ilgili olarak uçuk kaçık iddialara atlayıp, kanser araştırmalarının önünü kesmemize neden olmamaktadır! Çünkü eğer ki limonun gerçekten de çözüm olduğuna inanıp, hiçbir teste tabi tutmadan bu yargıya tamamen inanacak olursak, kanser tedavisi için çalışmamıza gerek kalmazdı. Halbuki limon, gerçekten de kanserin tedavisi ise, zaten boş hipotezi çürütmeye çalışacağımız için, er ya da geç limonun kanserin nihai tedavisi olduğu sonucuna varır, gerçeğe ulaşırdık. Zira gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.

    Yani boş hipotezin bilime sağladığı avantaj, olası olmayan açıklamalara amiyane tabirle "sazan gibi" atlamamıza engel olurken; bir yandan da gerçek olan açıklamaları görmezlikten gelmeye sebebiyet vermemesidir. Gerçek, er ya da geç ortaya çıkacaktır. Boş hipotez, bu gerçeğe ulaşırken hedeften sapmamıza ve yanlış iddiaların peşine takılmamıza engel olmaktadır. Gerçekten de, sistemli ve bilimsel olarak yapılan hiçbir araştırma, limonun kanserin tedavisi olduğunu gösterememiştir. Zira limon, kemoterapiden 10.000 kat güçlü değildir. Boş hipotezi ve bilimin genel metodolojisini takip etmeyen biri, bu basit ama tamamen hatalı çözüme saplanıp kalacaktı.

    Bilim ve Ateizmin Ortak Paydası

    İşte bilimin bu "negatif varsayıma dayalı" doğası, ister istemez onu ateizm ile ortak bir zemine/paydaya taşımaktadır. Ateizm, az önce de izah ettiğimiz gibi, tanrısal ve dinî iddiaları reddettiği için "a-teizm" (teizmin zıttı) olarak bilinmektedir. Bilim ise, "Tanrı vardır ve her şeyin yaratıcısıdır." açıklamasının boş hipotezi "Tanrı yoktur ve/veya her şeyin yaratıcısı değildir." olduğu için bilimdir. Bir diğer deyişle, bilimin tanrısal, doğaüstü, metafizik, inançlara dayalı açıklamaları reddediyor olmasının nedeni, ateistik doğası veya dine karşı bir başkaldırı içinde olması değildir. Günlük yaşantıda bilim insanlarının kullanmak zorunda olduğu, objektiviteyi ve araştırmayı el üstünde tutan bilimsel yöntemin doğasının bunu gerektiriyor olmasıdır.

    Bilim insanları, tanrısal bir açıklamayı boş hipotez yoluyla reddettikten sonra, bu boş hipotezi çürütmeye çalışırlar. Zaten bir düşünün: Bilimin var oluş amacı, Evren'in nihai olarak nasıl var olduğunu anlamaktır! Yani Evren'in var oluşuna yönelik ilahî açıklamaların boş hipotez çerçevesindeki reddi, bilimin Evren'in var oluşunu araştırmasına neden olmaktadır. Zira bir yaratıcının varlığıyla ilgili boş hipotezi çürütmenin tek yolu budur. Yani bilim insanlarının, boş hipotezi çürütmeye çalışırken, inançlı kişilerin iddiası olan "Tanrı'yı arama" işini yaptıkları bile iddia edilebilir.

    Sonuç ne olur, şu anda bilmek mümkün değil. Ancak her şeyin kökenine dair arayış, durmaksızın devam etmektedir. Bu tip bir süpergücü; bilimsel ve tartışmaya yer bırakmayan somut kanıtlar ışığında bulmaksızın, böyle bir açıklamanın geçerliliğini kabul etmek mümkün değildir. Bu, bilimin temel metodolojisine ters düşmek olacaktır. Öte yandan, boş hipotez katı yargıya dayalı olmadığı için, böyle bir açıklamanın kesinlikle doğru olmadığını bilimsel olarak iddia etmenin de bir yolu yoktur. Bu nedenle bilim, aslında ateizmden ziyade agnostisizm ile ortak bir paydaya sahip gibi gözükmektedir.

    Somut kanıtlara ulaşana kadar, yaratıcı bir gücün varlığı veya Evren üzerindeki etkisi ve etkileşimi ile ilgili olarak bilimsel anlamda değerli veya geçerli herhangi bir argümanda bulunmak mümkün değildir.

    Yazı kaynağı : evrimagaci.org

    Bir şeyin kanıtlanmamış olması, insanlar tarafından görünmeyen bilinmeyen olması onun yokluğunu ispatlar mı?

    Bir şeyin kanıtlanmamış olması, insanlar tarafından görünmeyen bilinmeyen olması onun yokluğunu ispatlar mı?

    Carl Sagan’ın meşhur “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.” sözünü duymuşsunuzdur. Ancak “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.” argümanı, çoğu zaman eksik kullanılır, anlaşılır, anlatılır ve aktarılır. Bir şeye dair kanıtlarımızın olmayışı, onları tamamen reddetmemiz için yeterli değildir; evet. Ancak kanıt noksanlığı bir şeyi reddetmek için “yeterli” olmasa da, “geçerli” bir sebeptir. Dahası, sözün aslı, genellikle kullanılandan fazlasıdır. Argüman, aslen şöyle olmalıdır veya anlaşılmalıdır: “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir; ancak varlığın kanıtı hiç değildir!”

    Yani eğer ki bir şeylerin varlığına dair kanıt bulamıyorsanız, evet, onların var olmadığını iddia etmek için kanıt yetersizliğinden fazlasına ihtiyacınız olabilir (kimi durumda). Ancak bu size, onların var olduğunu iddia etme yetkisini kesinlikle ama kesinlikle vermez.

    Ayrıca Hitchens'ın usturası da anlamayı kolaylaştırabilir: Delil olmadan iddia edilen şey, delil olmadan reddedilebilir.

    Örneğin birisi size dişinizin ağrıma sebebinin diş perisi olduğunu söylediğinde bu olabilir mi? Neden olmasın, kanıtımız yok ama yine de olabilir. Sonuçta bizim algımız, kanıt toplama yeteneğimiz kısıtlı. Ama buna dair bir kanıt olmadığı için inanmak veya inanmamak kişiye kalmıştır.

    Başka bir örnek ise garajımdaki bilimsel gözlem ile gözlemlenmeyen bir ejder.

    Zekamız ve algımız kısıtlı diye böyle böyle her şeye inanmamız gerekir. O yüzden kişi ispat yükü çerçevesinde, "Isısız alev püskürten, görünmez, cisimsiz, havada uçan bir ejder ile aslında hiç var olmayan bir ejder arasında ne fark var? Orada onun var olduğunu düşünmeme bir sebep yok o yüzden inanmıyorum." diyebilir.

    Yani kısaca Garajdaki ejder, diş perisi vs gibi konular veya bu konunun daha çok tartışıldığı Tanrı inancına sahip olan kişinin "Ben bu alevin ejderin alevi olduğuna inanıyorum." (Diğer konular için de geçerli.)

    Bu inanca sahip olmayan kişinin ise "Bu alevin ejderin alevi olduğunu düşünmeme sebep olacak bir kanıt yok, bunun ejderin alevi olduğunu düşünmem için bir sebep de yok zaten, o yüzden bu alevin ejderin alevi olduğuna inanmıyorum." (Diğer konular için de geçerli.) demesinin en mantıklısı olduğunu düşünüyorum.

    Başta söyleneni tekrar vurgularsak: Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı da değildir. Varlığın kanıtı da değildir.

    Yazı kaynağı : evrimagaci.org

    Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında

    Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.

    Yazının devamını okumak istermisiniz?
    Yorum yap