mehmet akif ersoy allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın
mehmet akif ersoy allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın Ne90'dan bulabilirsiniz
"Allah bu millete bir daha 'İstiklal Marşı' yazdırmasın!.."
İstiklal Marşı tarihi bir belgedir
Devletlerin ve milletlerin hayatında millî marşlarının ayrı bir önemi vardır. Bu marşlar ait olduğu milletlerin karakterlerini yansıtır. Milli marşımızın adının 'İstiklal' olması oldukça manidardır.
İstiklal Marşı'nın yazımı; Akif'in bu millete en büyük hizmetlerinden birisidir, diyebiliriz. Bununla birlikte İstiklal Marşı'nın bir 'marş veya şiir' olmasının ötesinde derin anlamları vardır:
Bunların başında İstiklal Marşı'nın 'tarihi bir belge' olduğu hususu gelir. Bu yönüyle İstiklal Marşı bir dönemin vesikasıdır adeta.
Ayrıca dünya marşları arasında şiiriyeti en yüksek marştır. Fakat o sadece bir şiir, edebi metin olmayıp; muhtevasıyla beraber manası da son derece önemlidir.
Öyle ki İstiklal Marşı; tarihten silinmek istenen bir milletin nasıl ve hangi değerlerle ayağa kalktığının, küllerinden yeniden nasıl doğduğunun da açık bir nişanesidir.
Aynı şekilde İstiklal Marşı, tek dişi kalmış batı medeniyetine ve sömürgecilik düzenine karşı bir başkaldırı ve meydan okumadır.
En önemlisi ise; İstiklal Marşı, cumhuriyeti kuran iradenin ne olduğunu bize anlatan önemli bir metindir.
Bugün bu hususun yeniden hatırlanması ve hatırlatılması gerekiyor.
Özellikle bu durum, günümüzde çokça ihtiyaç hissettiğimiz 'milli birlik ve beraberlik' konusunda da çok elzem bir hal almıştır.
İstiklal Marşı'nın yazıldığı dönem
İstiklal Marşı'nın yazıldığı dönemi hatırlayacak olursak, onun hangi ruhla yazıldığını ve bugün nasıl anlaşılması gerektiğini daha iyi kavrarız aslında.
O sadece bir metin değil, bir dönemin ve de milletin derin ruhunu içinde barındıran önemli bir tutanaktır.
Hatırlayacak olursak; Anadolu'da tüm olumsuzluklara rağmen yeni bir devlet kuruluyordu. Tüm kuşatılmışlığa rağmen bir inanmışlık ve ümit vardı.
O nedenle hem yeni sürecin inşası hem de varlığını devam ettirebilmesi için millete birlik ve beraberlik duygusu aşılayacak, ortak heyecanı ifade edecek bir metne ihtiyaç duyuluyordu.
7 Kasım 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde:
'Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine, Maarif Vekâletinden bildirilmiştir.' başlıklı bir ilânda, 'Millî marşın, Maarif Vekâletince kurulan edebi bir heyet tarafından yarışmaya katılan eserler arasından 23 Aralık 1920'de seçileceği; yarışmayı kazanan eserin yazarına 500 lira, bestesi için de 1000 lira nakdi mükâfat verileceği' duyurulur.
Meclisin aldığı karar doğrultusunda İstiklal Marşı yarışması yurdun dört bir yanına ilan edilir. Anadolu'dan, İstanbul'dan birçok şair yarışmaya katılmak üzere ürünlerini gönderirler.
Böylece Millî Marş yarışmasına 724 şiir katılır, fakat hiçbiri Millî Marş olmaya layık görülmemiştir.
Ancak Rıza Nur'dan sonra Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi Bey de dahil olmak üzere herkes, neden Mehmet Akif Bey'in bu yarışmaya katılmadığını merak etmektedir.
O nedenle yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay'ı devreye sokarak, Akif'i bu yarışmaya katılması için ikna etmesini isterler.
Bu arada Yunanlılar, İzmir ve Bursa'dan sonra Kütahya ve Eskişehir'i ele geçirerek, Sakarya vadisi boyunca mevzilenmiş, Ankara'yı tehdit etmeye başlar.
Bu durum karşısında Meclis'in Kayseri'ye hatta daha içeride bir yerlere, Sivas ve Malatya gibi şehirlere taşınması bile konuşulmaya başlanmıştır.
İşte İstiklal Marşı böyle bir dönemde gündemdedir. Halkı Millî Mücadeleye teşvik için Ankara'dan giden TBMM'nin seçtiği İrşad Encümeni üyeleri Anadolu'ya gitmeye başlamıştır.
Bu ortamda askerin moralini yükseltecek Vatan yahut İstiklal Marşı'nın yazılıp bestelenmesini istemişlerdir.
Böyle bir atmosferde Akif'e, İstiklal Marşı yazma teklifi gelmiştir.
Akif'in deyişiyle;
Evet, çok büyük imanları, azim ve kararlılıkları vardı onların. Kocaman yürekleri vardı… Bu dava uğruna sahip oldukları her şeyi feda etmeye hazırlardı.
Akif de bu kocaman yürekli inanmış dava adamlarından biriydi. Bu nedenle de Akif, kendi içinde fiili olarak İstiklal Marşı'nı yaşamakta ve yazmaktaydı. Fiili mücadelesiyle o bir İstiklal Marşı'ydı zaten.
Lakin bütün bir toplumun bu ruha ihtiyacı vardı. Zaten ona da; toplumun bu destansı mücadelesinin tarihe geçmesi, bu ruhun yurdun dört bir yanında diri tutulması ve yeşertilmesi gayesiyle İstiklal Marşı yazma teklifi gelmiştir.
İstiklal Marşı ruhu
İyi bilinmektedir ki; Mehmet Akif bu ülkenin İstiklal Marşı yazabilecek tek ruhudur. Böyle bir marşı ondan başkasının yazabilmesi mümkün değildir.
O nedenledir ki; Milli Marş için açılan yarışmaya yedi yüzden fazla eser müracaat etmiş olmasına rağmen, dereceye layık eser görülmemiştir.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Akif'ten bu marşı yazmasını rica etmiş fakat Akif; 'Para için şiir yazamam' diyerek geri çevirmiştir.
Birçok hatırı sayılır kişi Akif'in İstiklal Marşı'nı yazması için devreye girmiş ancak Akif bütün ısrarlara rağmen bu teklifi reddetmiştir.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi son çare olarak, Akif'in yakın dostlarından Hasan Basri Çantay ile görüşmüş ve Akif'i İstiklal marşı yazdırmaya ikna etme hususunda istişarelerde bulunmuştur.
Hasan Basri Çantay bu durumu şöyle anlatır Akifname adlı eserinde:
(5 Şubat 1337 (1921), Umur-u Maarif Vekili Hamdullah Suphi)
Neticede; Hamdulah Suphi Bey, Akif'e verilmek üzere yazdığı tezkireyi Hasan Basri Çantay'a verir.
Ancak Hasan Basri Çantay tatlı bir oyun kurgulamış ve hemen bu tezkireyi Akif'e vermemiştir. Meclis'te Akif'le yan yana geldikleri sırada kurguladığı oyunu usulüne uygun sergilemiş ve Akif'le arasında, onu İstiklal Marşı yazmaya ikna eden önemli bir diyalog geçmiştir.
Hasan Basri Çantay, Akif'in vefatından sonra yazdığı Akifname adlı eserinde bu diyalogu şöyle anlatır:
Evet, Akif kendisine kazansa bile para verilmeyeceği hususuna ikna olunca ancak yazmayı kabul etmiş ve Tacettin Dergâhı'na kapanarak İstiklal Marşı'nı yazmıştır.
Dergâh, Akif Ankara'ya geldiğinde mesken sorunu olduğundan dolayı bizzat Şeyh (Taceddin Mustafa) tarafından Akif'e tahsis edilmiştir.
İki gün gibi kısa bir sürede yazılan bu Milli Marşı, Akif'ten başkası yazamazdı hiç şüphesiz. İstanbul'da bazı gazeteler manda isterken, Akif'in göğsü Ankara'da yazacağı İstiklal Marşı ile zaten dolu idi.
Büyük sancılar içerisinde o mısralar yazıldı. Adeta yüreğinden kamışla kan çekercesine o mısralar tarihe not düşüldü.
Arkadaşlarının ifadesine göre; sabahleyin uyandıklarında Akif'in kaldığı odasının duvarlarında İstiklal Marşı'nın bir kıtasının yazıldığını görürler:
Bu durum bize her şeyi anlatıyor aslında. Kuşkusuz tırnaklarıyla duvara kazınarak yazılan bir marş ancak bu kadar yürekten olabilirdi.
İşte o, böyle bir halet-i ruhiye içerisinde bir milletin şahlanış destanını yazmıştır. Bütün bir milletin duygularına tercüman olmuştur böylece.
Akif'in yazdığı İstiklal Marşı ilk defa 17 Şubat 1921 tarihinde Sebilürreşad ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde yayınlanmıştır.
İstiklal Marşı'nın kabulü: 12 Mart 1921
İstiklal Marşı, Meclis kürsüsünde ilk defa 1 Mart 1921 günü Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından okunur; Çantay o günleri anlatırken şöyle der:
Marşın resmi kabulü ise Meclis'in 12 Mart 1337 (1921) tarihli oturumunda gerçekleşmiştir. Akif'in şiirinin İstiklal Marşı olarak kabulüne dair birçok önerge verilmiştir.
En sonunda; 'bütün meclisin ve halkın beğenisini kazanan Mehmet Akif'in şiirinin tercihen kabulünü teklif eden' Karesi (Balıkesir) Milletvekili Hasan Basri Bey'in önergesi oylanarak kabul edilmiştir.
Diğer milletvekilleri tarafından 'milletin ruhuna tercüman olan ve meclisin kabulü ile resmî bir mahiyet kazanan İstiklâl Marşı'nın ayakta dinlenmek üzere, Maarif Vekili tarafından bir defa daha meclis kürsüsünden okunması' teklif edilmiştir.
Bütün üyeler ayağa kalkarak Hamdullah Suphi Bey'in okuduğu İstiklal Marşı'nı bir kere daha büyük bir coşku ve heyecan içinde dinlemiştir.
Mustafa Kemal Paşa da marş okunurken sıraların önünde onu ayakta dinlemiş ve mütemadiyen alkışlamıştır. Daha sonraları ise İstiklal Marşı ile ilgili duygu ve düşüncelerini şöyle dile getirecektir:
Mecliste bütün bu olaylar yaşanırken Akif ise heyecan ve mahcubiyetinden Meclis'te duramamış, salondan ayrılmıştır.
İstememesine rağmen muhasebeden çıkışı yapıldığı için ödül olarak verilen beş yüz (500) lirayı, fakir Müslüman kadın ve çocuklarına meslek öğreterek fakirliklerine son verme gayesi ile faaliyet gösteren 'Daru'l-Mesai' adlı hayır kuruluşuna bağışlamıştır.
Hâlbuki Akif, İstiklal Marşı'nı kaleme aldığı Ankara günlerinde, oldukça büyük maddî sıkıntılar içindedir.
Öyle ki, İstiklal Marşı'nın okunacağı gün, Meclis'e giderken yakın arkadaşı Hasan Basri Çantay'ın paltosunu ödünç almıştır. Öyle ki palto alacak parası yoktur.
Böyle olmasına rağmen o, asil duruşunu sürdürmeye devam etmiştir.
Allah bu millete bir daha 'İstiklal Marşı' yazdırmasın!
Böylece bir milletin yeniden diriliş ve kendine geliş marşını tarihe mal eden Akif; 'Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın' duasında bulunmuştur.
Öyle ki; milletine armağan ettiği bu marşı, yedi eserinden oluşan Safahat adlı külliyatına bile almamıştır.
Bu durumu Eşref Edip'e şöyle anlatır:
Akif, hasta yatağında verdiği bir röportajında da İstiklal Marşı'nı nasıl yazdığı ile alakalı şunları söyler;
İstiklal Marşı milli mutabakat metnimizdir
İstiklal Marşı'nın Türk topraklarının elden gitmemesi ve Misak-ı Milli'nin gerçekleşmesi için yazıldığının altını çizen İsmet Özel de; 'İstiklal Marşı bizim milli mutabakat metnimizdir' ifadesi ile taşı gediğine koyar.
Gerçekten de o bir milli mutabakat metnidir. Öyle ki; Sakarya Meydan Muharebesi; 'verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı' duygularıyla kazanıldı ve İstiklal Marşı'nın yazılış gayesi de tahakkuk etti böylece.
Akif, İstiklal Marşı ile ilgili yine şunları söyler;
Ancak İstiklal Marşı'nın o yüce ruhu hala yaşıyor ve ebediyen de yaşayacaktır.
Unutmamak gerekir ki; İstiklal Marşı'ndaki o ruh, Akif'in bütün hayatını vakfettiği yüce İslam'dır. Onun kavi imanının tezahürüdür.
Zaten dün de bugün de Akif'e karşı duranların, onu karalamaya çalışanların bilinçaltında da bu durum vardır.
Akifçe bitirelim:
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazı kaynağı : www.indyturk.com
"Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın"
"Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın"
İSTİKLAL MARŞININ KABULÜ
İstiklal Marşı, 12 Mart 1921 tarihinde kabul edildi.Osmanlı Devleti, bir milli marşa sahip değildi. Ancak 1.Dünya Savaşı sonucunda Anadolu'nun işgal altında bulunduğu günlerde, halkın heyecanını sürekli tutmak ve vatan millet sevgisini vurgulamak için bir milli marş yazılması fikri ortaya atıldı. Bu fikir, diğer ülkelerin marşları olduğu ve bu nedenle Türk milletinin de bir marşı olması gerektiği düşüncesiyle de destek buldu. Bunun üzerine "memleketin ve milletin genel durumu" nu yansıtacak bir milli marş belirlenmesi için Milli Eğitim Bakanlığınca ödüllü bir yarışma düzenlendi. Ödül 500 liraydı.
Yarışmaya katılanlardan istenen, Kurtuluş Savaşı'nın anlamını ve milletin bağımsızlık isteğini dile getirecek bir marş yazmalarıydı. Yarışmaya 724 şiir katıldı. Ancak hiçbir şiir milli duyguları ifade etmek için yeterli bulunmamıştı.Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver), yakın arkadaşı ve dönemin ünlü şairi, Burdur milletvekili Mehmet Akif ERSOY'dan İstiklal Marşı'nı yazması için mektup aracılığıyla özel bir talepte bulundu. Çünkü Hamdullah Suphi Bey'e göre böyle bir şiiri ancak Mehmet Akif yazabilirdi. Çünkü Akif'in Çanakkale Savaşı'nda hayatını kaybeden Çanakkale Şehitlerine yazdığı şiir, bunun en net göstergesiydi.
Mehmet Akif, böylesi bir marşı para için yazmayı kabul etmediğinden söz konusu yarışmaya katılmamıştı. Ona göre böyle bir hizmete maddi bedel karıştırılmamalıydı.Nihayetinde Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif'in çekincelerini gidermeyi başardı ve onu bir şiir yazmak konusunda ikna etti.
Mehmet Akif'in "kahraman ordumuza" ithafıyla başlayan şiiri, Büyük Millet Meclisinin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda yani 2.İnönü Savaşı'nın hemen öncesinde, oy çokluğuyla milli marş olarak kabul edildi.
41 mısra ve 12 kıtadan oluşan İstiklal Marşı; bağımsızlık, savaş, medeniyet, inanç, maneviyat, cesaret, kahramanlık ve umut gibi temalar üzerine örülmüştü.
Mehmet Akif o gün kendisini tebrik edenlere "Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın" diyerek cevap verecekti.
İstiklal Marşının ilk bestesi, Ali Rıfat ÇAĞATAY'a ait olan ve 12 Mart 1924'te kabul edilen besteydi.
Günümüzde kullanılmakta olan beste ise, 1930 yılında, dönemin Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi Osman Zeki ÜNGÖR tarafından yapıldı.
İSTİKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Mehmet Akif ERSOY
Yazı kaynağı : yunusemreilkokuluvan.meb.k12.tr
Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!
1920’nin sonlarında, Batı Anadolu’daki Türk kuvvetlerinin Çerkez Ethem meselesiyle meşgul olmasından yararlanmak isteyen Yunan ordusu büyük bir taarruza hazırlanıyordu. Durum gerçekten son derece kritikti ve Türk ordusunun sadece silaha ve cephaneye değil, gelecekle ilgili ümitlerini canlı tutacak manevi desteğe de ihtiyacı vardı. Garp Cephesi kuzey kısmının kumandanı olarak bu ihtiyacı derinliğine hisseden Miralay İsmet Bey, Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u bu şartlarda ziyaret etmişti.
İsmet Bey’in ziyaretinden kısa bir süre sonra, devrin şairleri Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine. Maarif Vekâleti’nden” başlıklı bir yarışma duyurusu gördüler. Bu bir millî marş yarışmasıydı; şiirlerin Maarif Vekaleti’nce teşkil edilecek bir edebi kurul tarafından değerlendirileceği ve kazanan şaire beş yüz lira ödül verileceği bildiriliyordu.
Yarışmanın tek şartı, gönderilecek şiirlerin Millî Mücadele ruhunu ifade etmesiydi. Beste yarışması daha sonra açılacak ve bu yarışmayı kazanan besteciye de beş yüz lira verilecekti.
O sıralarda Dr. Rıza Nur’un yerine Maarif Vekilliği’ne getirilen Hamdullah Suphi’nin verdiği bilgiye göre, yarışma, millî marş yazabileceği tahmin edilen şairlere ayrıca birer mektupla bildirildi. Çok sayıda şair hemen kaleme sarılarak yazdıkları şiirleri Maarif Vekâleti’ne göndermeye başladılar. Kısa sürede 724 şiir geldi. Ne var ki Hamdullah Suphi Bey sonuçtan hiç memnun değildi, çünkü devrin tanınmış şairleri yarışmaya katılmamıştı ve gelen şiirlerin hiçbiri Millî Mücadele’nin ruhunu ifade edecek güçte değildi. Bu kupkuru manzumelerin hiçbiri millî marş olamazdı!
BAŞVURULAR BEĞENİLMEDİ, TEK ÇARE: MEHMET ÂKİF
Hamdullah Suphi Bey’e göre, millî marş olacak şiiri tek şair yazabilirdi: Âkif! Çünkü gerek Balkan Harbi’nde, gerekse Birinci Dünya Harbi’nde yaşananlar, en güçlü ifadesini onun mısralarında bulmuştu. Ne var ki, yarışmaya gönderilen eserler arasında onun imzasını taşıyan bir şiir yoktu.
Çanakkale’de muharebe alanlarını gezen edipler arasında yer alan ve bu geziden sonra yazılan şiirlerin seviyesini bilen Hamdullah Suphi, Âkif’in yarışmaya katılmaması halinde netice alınamayacağından emindi. Türk Ocakları’nın önderliğini yapmış Türk milliyetçisi bir şahsiyetin Mehmet Âkif gibi yakın zamanlara kadar ‘İslâm Birliği’ni savunmuş, üstelik ırken Arnavut olduğu bilinen bir şairden millî marş yazmasını istemesi hiç şüphesiz anlamlı ve kurucu kadronun müspetler hanesine kaydedilmesi gereken bir jesttir.
ÂKİF PARA ÖDÜLÜNDEN RAHATSIZ OLUNCA...
Ve bir gün Meclis’te Âkif’in yakın dostlarından Balıkesir Mebusu Hasan Basri Bey’le karşılaşan Hamdullah Suphi, hoşbeşten sonra söz yarışmadan açılınca, gönderilen şiirlerden hiçbirinin kendisini tatmin etmediğini söyledi ve Âkif’i marş yazma konusunda ikna edip edemeyeceğini sordu. Hasan Basri (Çantay), Âkif’in ödülden rahatsızlık duyduğunu, böyle bir millî görev için ödül konulmuş olmasını bir türlü kabul edemediğini söyleyince, Hamdullah Suphi “Bu kolayca halledilebilecek bir meseledir” dedi ve hemen orada Âkif’e hitâben kısa bir mektup yazdı. Bu mektupta, şaire istenen şiiri yazmasının ‘maksadın husulü için son çare’ olduğunu ve endişelerinin giderilmesi için ne gerekirse yapılacağını söylüyordu.
Hasan Basri Bey, Âkif’i İstiklal Marşı’nı yazmaya kendisinin ikna ettiğini, Hamdullah Suphi’nin mektubunu ise şaire marş yazılıp bittikten sonra gösterdiğini söyler.
Mehmed Âkif, beş yüz liralık ödül konusunda gerçekten çok duyarlıydı; en büyük korkusu para için yazdığının zannedilmesiydi. Hâlbuki İstiklal Marşı’nı yazdığı günlerde maddî bakımdan bir hayli sıkıntı çekiyordu.
İSTİKLAL MARŞI İÇİN DUVARI DEFTER YAPTI
Mehmed Âkif, Hasan Basri Bey tarafından ikna edildikten sonra Tâceddin Dergâhı’na kapanıp İstiklal Marşı’nı yazmaya başladı. Dostları onun evde, sokakta, camide, Meclis’te, uyurken, yürürken, yemek yerken âdeta bütün hücreleriyle İstiklal Marşı’nı düşündüğünü ve yazıp bitirinceye kadar tam bir istiğrak halini yaşadığını söylüyorlar. Hatta bir gece Tâceddin Dergâhı’nda uyanmış, kâğıt aramış, bulamayınca kurşun kalemiyle yer yatağının sağındaki duvara marşın “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım” mısrasını yazmıştı. Meclis’te bile, hararetli müzakereler yapılırken, o bütün dikkatini bitirmeye çalıştığı marşın mısralarına vererek çevresinde olup bitenlerden habersiz bir halde sürekli yazıyor, müzakereler bitince daldığı âlemden uyanıyordu.
Mehmed Âkif’in ‘kahraman ordumuza’ ithaf ettiği marş nihayet son şeklini aldı ve 7 Şubat 1921 tarihinde imzasız olarak Maarif Vekâleti’ne teslim edildi. Bu, yarışmaya katılan 725. şiirdi. Hamdullah Suphi’nin mektubundaki tarihle marşın teslim tarihinin birbirine yakınlığı, Âkif’in İstiklal Marşı’nı çoktan yazmaya başladığını ve o günlerde büyük ölçüde tamamladığını göstermektedir.
İstiklal Marşı 17 Şubat’ta Sebilürreşad ve Hâkimiyet-i Milliye’de, 21 Şubat’ta da Kastamonu’da çıkan Açık Söz gazetesinde yayımlandı. Âkif, Kastamonululara duyduğu sevgi ve saygı dolayısıyla İstiklal Marşı’nın kendi el yazısıyla bir nüshasını da oraya göndermişti.
Yarışmaya katılan şairler arasında Kâzım Karabekir Paşa, Muhiddin Baha (Pars), Kemaleddin Kâmi (Kamu), Hüseyin Suad (Yalçın) ve İshak Refet (Işıtman) gibi tanınmış isimler de vardı. Yedi yüz yirmi beş şiir arasından Âkif’inki de dâhil olmak üzere yedi şiir seçildi. Diğer altı şiir Hüseyin Suad, A.S., Kemaleddin Kâmi, İskender Hâki, M. ve Mehmet Muhsin imzalarını taşıyordu. Bu zayıf manzumeler, elenen yedi yüz civarında şiirin nitelikleri hakkında da açık bir fikir verebilir.
ÂKİF, MAHCUBİYETİNDEN İSTİKLAL MARŞI’NI DİNLEYEMEDİ
Ve 1 Mart 1921. Meclis’in ikinci toplantı dönemi. Bütün mebuslar yerlerini almış, localar da dinleyicilerle dolmuştu. Bu, bağımsızlık mücadelesinin tarihî günlerinden biriydi. Başkanlık kürsüsünde oturan Mustafa Kemal’in açış konuşmasından sonra, ikinci celsede, Ocak 1921’de İnönü’de kazandığı zaferle Yunan ileri harekâtını durduran ve bu başarısı dolayısıyla mirlivalığa terfi eden, yani artık ‘paşa’ olan İsmet Bey de bir konuşma yapmıştı. Bu, onun yeni unvanıyla Meclis’e ilk gelişiydi.
Ardından Karesi mebusu Hasan Basri Bey’le Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in İstiklal Marşı’yla ilgili olarak verdikleri önergeye geçildi. Görüşmeler sonunda encümen tarafından seçilen yedi şiirin bastırılarak mebuslara dağıtılması kararlaştırıldı.
Hamdullah Suphi Bey, bu görüşmeler sırasında kendisinin Mehmed Âkif Bey’in şiirini tercih ettiğini söylemiş ve büyük bir heyecanla okumuştu. İstiklal Marşı’nın mısraları Maarif Vekili’nin gür ve etkili sesinden yükselirken Meclis alkıştan çınlıyordu.
İstiklal Marşı’nın resmen kabulü 12 Mart 1921 tarihli oturumda gerçekleşti. Başkanlık kürsüsünde Dr. Abdülhak Adnan (Adıvar) Bey oturuyordu. Epeyce hararetli geçen tartışmalardan sonra, Kastamonu Mebusu Dr. Suad, Ertuğrul Mebusu Necib, Karesi Mebusu Hasan Basri, Ankara Mebusu Şemseddin, Bursa Mebusu Operatör Emin, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, Isparta Mebusu İbrahim ve Kırşehir Mebusu Yahya Galib Bey’lerin, Mehmed Âkif’in yazdığı marşın kabul edilmesi yolundaki önergeleri oya sunularak büyük çoğunlukla kabul edildi. Görüşmeler bundan sonra şöyle cereyan etti:
Müfid Efendi (Kırşehir): Reis Bey, yalnız bir şey arz edeceğim. Hamdullah Suphi Bey’in bu marşı kürsüden bir daha okumasını rica ediyorum.
Refik Bey (Konya): Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklal Marşı’nın ayakta okunmasını teklif ediyorum.
Reis Bey: Müsaade buyurunuz efendim. Hey’et-i muhtereme bu marşı kabul ettiğinden tabii resmî bir İstiklal Marşı olarak tanımıştır. Binâenaleyh ayakta dinlememiz icap eder. Buyurunuz efendiler.
Bütün mebuslar, Hamdullah Suphi’nin kürsüye gelerek heyecanla tekrar okuduğu İstiklal Marşı’nı derin ürpertiler içinde ve sürekli alkışlarla dinlediler.
Bu, Milli Mücadele’nin ruhunu eşsiz bir belâgatle ifade eden İstiklal Marşı’nın milli marş olarak ilk okunuşuydu. Fakat Âkif o sırada Meclis’te yoktu, çünkü görüşmeler başladığında mahcubiyetinden fazla kalamamış, bir gölge gibi çıkıp gitmişti.
İstiklal Marşı resmen kabul edildikten sonra, Tâceddin Dergâhı, Âkif’in dostlarıyla ve tebriğe gelenlerle dolup taştı. Koyu çaylar içildi ve koyu sohbetler yapıldı.
Mehmed Âkif, yarışma birincisine verilecek olan beş yüz lirayı almış fakat fakir Müslüman kadınlara ve çocuklara çeşitli işler öğreterek yoksulluklarına son vermek amacıyla kurulan Darülmesâî adlı derneğe bağışlamıştı. Onun ahlâkı bu parayı kendi ihtiyaçları için harcamaya izin veremezdi. Sadece ödülü değil, İstiklal Marşı’nı da Türk milletine armağan etti ve bunun için Safahat’ına almadı.
Kimse bir daha İstiklal Marşı yazamaz!
Birkaç gazeteci, ölümünden kısa bir süre önce Mehmed Âkif’i ziyarete gitti. Sohbet sırasında söz bir ara İstiklal Marşı’ndan açıldı ve bir vesile ile değiştirilip değiştirilemeyeceği konuşuldu. Âkif hasta yatağından heyecanla doğruldu, yanından hiç ayrılmayan genç dostu Âsım Şakir’in arkasına koyduğu yastığa yaslanmadan önce, Meclis’te kabul edildiği gün Tunalı Hilmi hariç herkesin ayakta dinlediği İstiklal Marşı’nı değiştirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini söyledi. Bitkin bir halde yastığa yaslanırken “İstiklal Marşı bir daha yazılamaz” dedi. “Kimse bir daha İstiklal Marşı yazamaz, ben de yazamam!” Sonra derinden gelen bir sesle: “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!” dedi, sustu.
İSTİKLAL MARŞI’NA İTİRAZLAR
İstiklal Marşı’nın milli marş olarak kabul edildiği oturumda Kütahya mebusu Besim (Atalay) Bey tarafından gerçek bir milli marşın Fransızların Marseyez’i gibi kendiliğinden birdenbire doğması gerektiği, ısmarlama şiirlere memleketin verecek parası olmadığı ifade edildi. Besim Bey’i destekleyen Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey’e göre de bu marş, “Milletin ruhundan doğma bir marş” değildi. Hamdullah Suphi Bey, cevabî konuşmalarında Besim ve Tunalı Hilmi Beylerin fikirlerini katılmadığını ifade etmiş, ‘senelerden beri en yüksek ve ilahi bir belâgatle yazan’ Mehmed Âkif Bey’in bu konudaki hassasiyetini dile getirerek “Yazmaktan çekinmesi bazılarının hatırına para gelir diye korkmasındandır ve ona binaen yazmamıştır. Şu sözleri dikkat çekiciydi:“Bahusus ki arkadaşlar, ısmarlama sözü ve halkın tercüman olmaz sözü yanlıştır. Çünkü halkın mümessilleri olan sizlerin huzurunda okunan şiirin hey’et-i aliyyeniz üzerindeki azami tesirini kendimiz anlayacak olursak halkın kalbini de anlamış oluruz!”
HAMDULLAH SUPHİ’NİN AKİF’E MEKTUBU
5 Şubat 1337 (1921) Umûr-ı Maarif Vekili Hamdullah Suphi
ÖDÜNÇ PALTO
Mehmed Âkif’, Ankara’ya gittiğinde bir paltosu yoktu. Çok soğuk günlerde Meclis’e giderken paltosunu ödünç aldığı yakın dostu ve Neyzen Tevfik’in kardeşi Baytar Şefik Bey bir gün “Âkif Bey, şu ödülü reddetmeyip de bir palto alsaydınız daha iyi olmaz mıydı?” diyecek oldu. Eşref Edip diyor ki: “Hiddetinden ne hallere girdiğini görmeliydiniz. Böyle söylediği için tam iki ay Şefik’le konuşmadı.”
Yazı kaynağı : www.hurriyet.com.tr
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.