misakı milli sınırları neye göre belirlenmiştir
misakı milli sınırları neye göre belirlenmiştir Ne90'dan bulabilirsiniz
Mîsâk-ı Millî
Mîsâk-ı Millî (Osmanlı Türkçesi: میثاق ملی) veya Millî Misak (Günümüz Türkçesi ile Millî Yemin veya Ulusal Ant), Türk Kurtuluş Savaşı'nın siyasi manifestosu olan altı maddelik bildiri.[1] İstanbul'da toplanan son Meclis-i Mebûsan tarafından 28 Ocak 1920'de oy birliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat'ta kamuoyuna açıklanmıştır. Bildiri, I. Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasında Türkiye'nin kabul ettiği asgari barış şartlarını içerir.
Bildiri mecliste Ahd-i Millî Beyannâmesi adıyla kabul edilmiş, ancak daha sonra "Mîsâk-ı Millî" olarak anılmıştır. Her iki deyim de Ulusal Yemin anlamına da gelir. Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları, büyük ölçüde, Mîsâk-ı Millî ilkeleri doğrultusunda oluşmuştur.
Genelgeler için yapılan görüşmeler[değiştir | kaynağı değiştir]
Misak-ı Millî'nin ana hatları Erzurum Kongresi (22 Temmuz - 7 Ağustos 1919) ve Sivas Kongresi'nde (4-11 Eylül 1919) biçimlendi.
Sivas Kongresi'nin talepleri doğrultusunda Osmanlı Hükûmeti 11 Eylül'de genel seçim kararı aldı. Kasım ayında yapılan seçimlerde, Anadolu'nun her ilinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin gösterdiği adaylar kazandı. Seçilen adaylar Aralık ayı ve 1920 Ocak ayının ilk günleri boyunca ikişer üçer kişilik gruplar halinde Ankara'ya gelerek Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye (Temsil Heyeti) üyeleriyle görüştüler. Bildiri metni bu görüşmelerde son halini aldı. Heyet-i Temsiliye üyelerince imzalanan metin, Trabzon mebusu Hüsrev Sami Bey (Gerede) aracılığıyla İstanbul'a gönderildi.[2]
12 Ocak 1920’de İstanbul’da çalışmalarına başlayan Meclis, yönetim organlarını seçtikten hemen sonra bildiri konusunu ele aldı. 28 Ocak'ta yapılan bir kapalı oturumda “Ahd-ı Millî Beyannamesi” kabul edildi. 12 Şubat'ta Edirne mebusu Şeref Bey’in önerisi üzerine, beyannamenin bütün dünya parlamentolarına ve basına açıklanması kararlaştırıldı.
Beyannamenin kabulü ve yayımlanma biçimiyle ilgili henüz açıklığa kavuşturulmamış bazı noktalar mevcuttur. Her şeyden önce beyannameye ilişkin görüşmeler ve özgün metin Meclis-i Mebusan zabıtlarında yoktur. Bu durumda beyannamenin resmi bir oturumda değil, (Meclis üyelerinin tümüne yakınını kapsayan) Felah-ı Vatan grubunda kabul edilmiş olduğu ihtimali dile getirilmiştir. Birleşik Krallık Büyükelçisi Sir Horace Rumbold, "yayınlanmış hiçbir imza listesi yoktur" diyerek, izlenen prosedürün “misakın geçerliliğini kuşkulu kıldığını” iddia eder.[3]
Bunun yanı sıra Ankara'da hazırlanan 8 maddelik metinle İstanbul'da kabul edilen 6 maddelik metin arasında da farklar vardır. Ankara metninde bulunan, savaş suçlularının cezalandırılmasına ilişkin madde son metinden çıkarılmıştır. Ankara metninde iki ayrı maddede yazılan “mütareke sınırı” ve “Müslüman halkın bölünmezliği” konuları İstanbul’da birleştirilmiştir. Son maddede Milletler Cemiyeti’ni savunan bir ibare İstanbul’da ilan edilen metinden çıkarılmıştır.
En önemli belirsizlik birinci maddededir. Ankara'da düzenlenen metinde, Mondros Mütarekesi’yle belirlenen sınırların “içinde” yaşayan Osmanlı İslam çoğunluğunun “bölünmez bir bütün” olduğu vurgulanırken, İstanbul’da bu ifade –bazı kaynaklara göre– “mütareke çizgisinin içinde ve dışında” yaşayan Osmanlı İslam çoğunluğu olarak değiştirilmiştir. Yayımlanmış olan Misak-ı Millî metinlerinin bir bölümünde "ve dışında" deyimi vardır, bir kısmında ise yoktur. Misak-ı Millî'nin can damarını oluşturan sınırlar meselesindeki bu belirsizlik dikkat çekicidir.[4]
Sınırlar[değiştir | kaynağı değiştir]
Ayrıca bakınız[değiştir | kaynağı değiştir]
Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]
Dış bağlantılar[değiştir | kaynağı değiştir]
Yazı kaynağı : tr.wikipedia.org
Misâk-ı Millî'nin Sınırları
Yrd. Doç. Dr. Erol KAYA
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde görüşülen ve kabul edilen ilkeler, kaynaklarda değişik tabirlerle isimlendirilmiştir. Bunlar arasında Misâk-ı Milli, Milli Ant, Peyman-ı Milli, Ulusal Ant tabirleri öne çıkmaktadır. Ancak bunlar arasında Misâk-ı Millî tabiri tutmuştur.
Misâk-ı Millî Beyannamesi, yeni milli ve bağımsız bir devlet kurmak üzere harekete geçmiş olan Türklerin akdettikleri, birlikte yaşamak üzere anlaştıkları şartları ihtiva eden bir sosyal mukaveledir. Misâk-ı Millî Beyannamesi’nin nasıl ortaya çıktığını anlayabilmek için milli mücadelenin başlangıcına dönmek gerekecektir.
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da Milli Mücadele’nin yönetimini eline aldığı zaman, milli hareketin belirli bir hedefe ulaştırılması mecburiyetini gayet iyi kavramıştı. Bu nedenle, hedefe ulaştıracak planın ana hatları Erzurum Kongresi’nden itibaren şekillenmeye başlamıştı.
Erzurum Kongresi’nin kararlarını açıklayan 7 Ağustos 1919 tarihli bildiri ile, ileride Misâk-ı Millî’nin temelini oluşturacak olan bazı önemli kararlar yayınlanıyordu. Bu kararlar içerisinde yer alan sınırlar ile ilgili bölümde, Türk ordusunun 30 Ekim 1918 tarihinde tuttuğu cephe hattının sınırları içinde kalan yeni Türkiye’nin tam bağımsızlığı istenmekte idi.[1]
Erzurum Kongresi’nde kararlaştırılan bu ilkeler, Türk milliyetçilerinin düzenlediği milli kongreler döneminin doruk noktasını teşkil eden Sivas Kongresi’nce de aynen benimseniyor ve şumulleştiriliyordu. Kongre, Türk milletinin kurtarılarak tam bağımsızlığa kavuşturulması yönündeki ana ilkelerin ve milli dış siyasanın temellerini atıyor; din, kültür ve ırk birliğine dayanan Müslüman Türk çoğunluğunun yaşadığı bölgelerde kurulacak, yeni bağdaşık bir Türk devletinin sınırlarını çiziyordu. Bazıları Erzurum Kongresi’nde öne sürülen ve milli direnişte milliyetçilerin hedef ve emellerinin sınırlarını çizen bu ilkeler, daha sonra Misâk-ı Milli adını alacak milli andın ilk ilkelerini oluşturuyordu.[2] Bir Türk yazarının, “Milli tarihin büyük rönesansı, ihtilâl ve kurtuluş kongresi”[3] olarak nitelediği Sivas Kongresi’nde sekiz gün süren çatışmalı ve hararetli tartışmalardan sonra, Erzurum bildirisi tüm ülkeyi kapsıyacak biçimde genişletiliyor; Ateşkesin imzalandığı gün nüfus çoğunluğu müslüman Türklerden oluşan bölgelerin milli sınırlar içinde olduğu açıklanıyordu.[4]
Görüldüğü gibi, Milli Mücadele’nin hedef ve planlarını çizen Misâk-ı Millî, Meclis-i Mebusan’da kabul edilip resmileşmeden çok daha önce bir tarihte, Erzurum Kongresi’nden itibaren şekillendirilmeye başlamış, Sivas Kongresi kararları ile de muhtevası büyük ölçüde belli olmuştu.[5] Artık bu muhteva çerçevesinde Misâk-ı Millî’nin yazılı hale getirilmesi gerekiyordu ki bu da, Ankara’da, Mustafa Kemal Paşa ile, İstanbul’a gitmek üzere Ankara’ya gelen mebuslar arasında yapılan görüşmeler sonucunda gerçekleşecekti.
Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya geldiğinin ertesi günü (28 Aralık 1919) şehrin ileri gelenlerine çok uzun bir konuşma yapmıştır. Geçmiş olayları özetleyerek gelecekte nasıl bir yol izleneceğinin dile getirildiği bu konuşmada; “Wilson’un 14 maddelik programının ve Osmanlı Devleti için önerilen 12. maddenin gerçekte Türkiye’nin durumu bakımından kabul edilebilir nitelikte olduğunu belirtir. Daha sonra, asıl mesele olan milli sınırların nasıl çizilmesi gerektiği meselesine temas ederek bu konuda, ateşkesin imzalanmasından beri görülen uygulamayla Wilson ilkelerinin nasıl çiğnenmiş olduğunu anlatır. Mustafa Kemal Paşa, benimsenmesi ve sağlanması gereken sınırların 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlar olduğunu ifade etmektedir. Ateşkesin uygulamaya konulduğu anda Türk ordusunun kontrolü altında bulunan sınır çizgisi içinde yaşayan halkın her bakımdan ortak niteliklere sahip milli bir toplum oluşturduğunu, bunun Erzurum ve Sivas Kongrelerinde de belirtilmiş bulunduğunu ve yeni Türkiye’nin güney sınırının “İskenderun Körfezi güneyinden Antakya’da Halep ve Katma istasyonu arasında Cerablus köprüsü güneyinde Fırat ırmağına kavuştuğu, oradan Deyrizor’a indiğini, sonra doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi ihtiva ettiğini” söyler. Bu sınır Türk ordusunca silahla savunulduğu gibi bir de Türk ve Kürt ögelerinin yaşadığı yurt kesimini sınırlar. Bu sınır içinde kalan ülke kesimlerimiz Osmanlı topluluğundan ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilmiştir.”.[6]
Damat Ferit, Paris Barış Konferansı’na verdiği muhtırada 1914, hatta 1912 hudutlarını muhafaza hülyasını beslerken Mustafa Kemal, daha mütarekeden önce, İmparatorluğun Arap kısımlarından vazgeçilmesi gerektiğini anlamıştı. Atatürk hatıralarında, güney hududunu 26 Ekim 1918’de Haleb’in kuzeybatısında, İngiliz süvari tümenine karşı kazandığı zaferle “Türk süngülerinin” tayin ve tespit etmiş olduğunu anlatır. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde “milli hududu” çizmek gerekince, O, Türk süngülerinin kanla çizmiş olduğu bu hududu seçmiştir. Mustafa Kemal’e göre, “süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin muhafaza edemediği hatlar, başka hiçbir prensiple müdafaa edilemez.”[7]
Mustafa Kemal Paşa bu görüş ve düşüncelerini, 3 Ocak 1920 tarihinden itibaren Ankara’ya tek tek veya gruplar halinde gelip giden mebuslara da anlatır ve onları bir maksat veya gaye etrafında toplanabilmek için uzun münakaşa ve müzakereler yaptıktan sonra milletin emel ve maksatlarını da kısa bir programa esas olacak suretde ve toplu bir tarzda ifade edilmesi hususu da kararlaştırılır. Mebuslarla yapılan bu görüşmeler neticesinde “Misâk-ı Millî” adı verilen programın ilk müsveddeleri de bir fikir vermek amacıyla Ankara’da kaleme alınır.[8]
Mustafa Kemal Paşa’nın, kendisi tarafından kaleme alındığını ifade ettiği metin henüz bulunabilmiş değildir. Bu konuda, Hüsrev Gerede’nin 28 Ağustos 1958’de Tevfik Bıyıklıoğlu’na gönderdiği mektuptan anladığımıza göre, “Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi beyannamesine uygun bir metin hazırlamış ve bu metin bütün Heyet-i Temsiliye üyeleri tarafından imzalanarak heyette yazman ve sözcü durumunda bulunan Trabzon milletvekili Hüsrev Bey ile İstanbul’a gönderilmişti”.[9] Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanarak Hüsrev Bey ile İstanbul’a gönderilen metin de aynı sınırları ihtiva etmekte idi.[10]
Bu şekilde müsveddeleri hazırlanan Misâk-ı Millî metni, 12 Ocak 1920 tarihinde açılan Meclis-i Mebusan’da, çeşitli gayrıresmi ve gizli toplantılarda görüşülerek tartışılmaya başlanmıştır. Nitekim, 22 Ocak’ta Meclis binasında yapılan bir gizli özel toplantıda,[11] Hüsrev Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine verdiği Misâk-ı Millî metnini okumuştur.[12] Ancak anlaşıldığına göre, Hüsrev Bey tarafından okunan metnin bazı kısımları mebuslar arasında tartışmalara sebebiyet vermiş ve bunun üzerine konunun bir komisyonda ele alınmasına gerek görülerek bir komisyon teşkil edilmiştir. Üyeleri arasında, Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey ile,[13] Sinop Mebusu Rıza Nur Bey, Sivas Mebusu Rauf Bey ve Karesi Mebusu Abdülaziz Mecdi Efendi’nin de[14] bulunduğu bu komisyon, kendi aralarında yaptıkları tartışmalar sonucunda; Mustafa Kemal Paşa’nın hazırladığı metinde bazı değişiklikler yapmıştır.
Rıza Nur, bu komisyonun çalışmaları esnasında, Suriye’yi de Misâk-ı Millî hududu içine sokmak isteyen bir grubun olduğunu belirterek bu görüşün ekseriyetle kabul edilmediğini ifade etmektedir.[15] Komisyon tarafından hazırlanarak mebusların görüşüne sunulan Misâk-ı Millî metni, özellikle Müdafaa-i Hukuk yanlısı mebusların ısrarı üzerine, yeniden gözden geçirmek zorunda kalmış ve sonunda her görüşteki üyenin benimseyeceği biçimde bir formül oluşturmuştur.[16]
Meydana getirilen Misak-ı Millî metni ile Mustafa Kemal Paşa’nın hazırladığı Misak-ı Millî metnini -orjinal metin elimizde olmadığından dolayı- tam anlamıyla karşılaştırma imkanından mahrumuz. Ancak, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da 28 Aralık’ta yapmış olduğu konuşmada üzerinde durulan belli başlı noktaların asıl Misâk-ı Millî metnine de büyük ölçüde yansıdığı muhakkaktır. Misâk-ı Millî’nin Elviye-i Selâse ve Batı Trakya’ya ilişkin maddeleri için bu konuşmada özel bir açıklama bulunmamakla birlikte, bunların Mustafa Kemal’in görüşlerine uygun olduğu kuşkusuzdur.[17] Nitekim Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta “İstanbul Meclisi’nde bu ilkeler toplu olarak yazılmış ve tespit olunmuştur” demek suretiyle, Ankara’da kendi kaleme aldığı metinden fazla uzaklaşılmadığını belirtmektedir.[18] Hüsrev Gerede’nin hatırladığına göre de komisyon, Mustafa Kemal Paşa’nın metnini pek az bir değişiklikle kabul etmiştir. Metin, İstanbul Meclisi’nin basılacağı haberinin alınması üzerine, Hüseyin Rauf Bey’in kararıyla Ankara’ya gönderilmiştir.[19]
Ancak her iki metin arasındaki farklılığın başlıcasını, mütareke hattının nereleri içerisine aldığı hususu oluşturmakta idi. Nitekim bu husus, Rauf Bey ile Mustafa Kemal Paşa arasında bir müddet devam eden yazışmalara sebebiyet verecektir.
Mustafa Kemal Paşa, Misâk-ı Millî’nin tanzim edildiği haberini, Rauf Bey’in 4 Şubat tarihli telinden öğrenmiştir. Rauf Bey bu telde; kararlaştırılan ilkelerin ruhunu taşıyan ayrı bir madde halinde yazılmak üzere, mebusların büyük bir çoğunluğu ile bir Aht ve Misâk-ı Millî’nin yapılabildiği belirtiliyordu. Ayrıca, yayınlanmasının kararlaştırılmasına kadar, metnin son derece gizli tutulmasına karar verildiği de ilave ediliyordu.[20] Bu yazıdan iki gün sonra, 6 Şubat’ta da Rauf Bey tarafından, gizli kaydıyla, 28 Ocak’ta yapılan toplantıda kabul edilen Misâk-ı Millî metni gönderilmişti.[21] Mustafa Kemal Paşa tarafından, her iki yazıya birden 7 Şubat’ta verilen cevapta; “Aht ve Misak-ı Milli’de, hattı mütarekenin dahil ve haricinde kalan memalikin gayri kabili infikâk olduğundan bahsediliyor. Eğer böyle ise hudut hakkındaki prensiplerimizle esaslı bir fark yapılmıştır” deniliyordu.[22] Rauf Bey’in cevabı 11 Şubat’ta geldi. Bunda; “Ahitte esasın milliyet olduğu ve mütareke hududunun, bu milliyetler hududunu genel olarak göstermek fırsatıyla sözü edildiği, bu suretle Türk olan Süleymaniye ve Kerkük’ün de iddiaya dahil olduğu ifade ediliyordu. Metnin bu şekilde değiştirilmesine gerekçe olarak da, umumi heyetin bu fikirde olmasından dolayı ısrar edilmediği gösteriliyordu. Ayrıca, İstanbul’a gelmeden önce hazırlanan formülde mütareke hududuna dair bir kayıt olmadığı da” teyit ediliyordu.[23]
Bu yazışmalardan da anlaşıldığı üzere, Mustafa Kemal Paşa tarafından, Ankara’da mebuslarla yapılan görüşmeler sırasında hazırlanan ve İstanbul’a gönderilen Misak-ı Millî metninde, “mütarekenin haricinde kalan memalikin gayri kabili infikâk olduğu” hükmü yer almamaktaydı. Bu hükmün Misak-ı Millî metni içerisine konulmuş olması, Mustafa Kemal Paşa tarafından, hudut hakkındaki prensiplerde esaslı bir fark yapıldığı şeklinde telakki edilmiştir.
Misâk-ı Millî metni, 28 Ocak 1920 tarihinde, Meclis-i Mebusan’ın gizli özel bir toplantısında,[24] katılan mebuslar tarafından oybirliği ile kabul edilmiş ve düzenlenen belge 121 mebus tarafından imzalanmıştır.[25] Buna göre Misâk-ı Milli metni şöyle düzenlenmişti:
“Zirde vaziülimza Osmanlı Meclis-i Mebusan azaları istiklâl-i devlet ve istikbal-i milletin, haklı ve devamlı bir sulha nailiyyet için ihtiyar edebileceği fedakârlığın hadd-i âzamisini mutazammın olan esasat-ı atiyeye tamami-i riayetle mümkün-üt-temin olduğunu ve esasat-ı mezkure haricinde payidar bir Osmanlı Saltanat ve Cemiyetinin devam-ı vücudu gayrı mümkün bulunduğunu kabul ve tasdik eylemişlerdir.
Birinci Madde: Devlet-i Osmaniye’nin münhasıran Arap ekseriyyetiyle meskûn olup 30 Teşrinievvel 1918 tarihli mütarekenin hin-i aktinde muhasım orduların işgali altında kalan aksamının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri âraya tevfikan tayin edilmek lazım geleceğinden, mezkûr hatt-ı mütareke dahil ve haricinde dinen, ırkan, emelen[26] müttehit ve yekdiğerine karşı hürmet-i mütakabile ve fedakârlık hissiyatıyla meşhun ve hukuk-u ırkiyye ve içtimaiyyeleriyle şerait-i muhitiyyelerine tamamiyle riayetkâr, Osmanlı İslâm ekseriyetiyle meskûn bulunan aksamın heyet-i mecmuası hakikaten veya hükmen hiçbir sebeple tefrik kabul etmez bir küldür.
İkinci Madde: Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda âray-ı âmmeleriyle anavatana iltihak etmiş olan Elviye-i Selâse için ledel-icap tekrar serbestçe âray-ı âmmeye müracaat edilmesini kabul ederiz.
Üçüncü Madde: Türkiye sulhuna talik edilen Garbi Trakya vaziyyet-i hukukiyesinin tespiti de sekenesinin kemal-i hürriyetle beyan edecekleri âraya tebaan vaki olmalıdır.
Dördüncü Madde: Makarr-ı Hilâfet-i İslâmiye ve Payıtaht-ı Saltanat-ı Seniyye ve Merkez-i Hükümet-i Osmaniye olan İstanbul şehriyle Marmara Denizi’nin emniyeti her türlü halelden masun olmalıdır. Bu esas mahfuz kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının ticaret ve münakalât-ı âleme küşadı hakkında bizimle sair bilûmum alâkadar devletlerin müttefikan verecekleri karar muteberdir. 28 Kanunusani 1336.”[27]
Bu şekilde hazırlanan Misak-ı Millî metni, Edirne Mebusu Şeref Bey’in verdiği bir takrir ile 17 Şubat 1920 toplantısının ikinci celsesinde, Meclis-i Mebusan huzuruna gelmiştir. Şeref Bey’in takririnde, “Ahd-i Milli’nin parlamentolara ve umum matbuata tebliğ edilmesi ve tercihan müzakeresi” teklif ediliyor ve arıza-i cevabiye müzakereleri ertelenerek bu teklif kabul ediliyordu.[28]
Daha sonra Şeref Bey tarafından Misak-ı Milli metni okunarak oya sunulmuş ve Meclis-i Mebusan’ın aynı gün, 17 Şubat 1920 tarihinde yapılan içtimasında Misak-ı Millî “umumen ve müttefikan kabul” sedaları arasında oybirliği ile kabul edilmiştir.[29]
Misâk-ı Millî Beyannamesi’nde yer alan ve daha sonra tartışmalara sebebiyet veren husus, “mütareke hattı… haricinde” ibaresinden neresinin anlaşılması gerektiğidir. Kürt davası yüzünden “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan kısımları” mefhumunu terk ederek onun yerine yarınki Türkiye için daha sade olan hudut tayini yoluna gitmek daha münasip görülmüştü ki, bu durum, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde kabul edilen “30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dahilinde kalan. memaliki Osmaniye” formülünde yerini buldu.”[30] Buna karşılık, 28 Ocak 1920 tarihli Misâk-ı Millî’deki hatt-ı mütareke dahil ve haricinde. Osmanlı İslâm ekseriyetiyle meskûn bulunan aksam formülü daha az açıktır. “Hariç” kaydıyla ne gibi bir gaye güdülmüştür? İskenderun sancağı bu hattın içinde idi. Batı Trakya’ya ve Doğu’daki üç sancağa da Misâk-ı Milli’de ayrı maddeler konulmuştu. Misâk-ı Millî’de yer alan “Mütareke hattı haricinde” kaydı, Mustafa Kemal Paşa’nın düşünceleri ile Misâk-ı Milli arasında belirli bir farklılık olduğunu göstermektedir.
Bu durumda, bu ibareden neyin kastedildiğini anlamak için öncelikle, 30 Ekim 1918 tarihinde, Osmanlı sınırlarının durumunu bakmak gerekecektir. Bu sınırlar, Türk İstiklâl Harbi Tarihi’nin ilk cildini meydana getiren Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı adlı eserde yer alan bir haritadan izlenebilir. Buna göre; Batum’u içine alacak şekilde başlayan sınırın, Musul-Miyadin hattını izleyerek İskenderun’a ulaştığı görülmektedir. Bu haritaya göre Kerkük, 30 Ekim 1918 tarihihdeki sınırlarımız dışında kalmaktadır.[31] Aynı kaynak Kerkük’ü, 31 Ekim’de ateşkesin uygulamaya konduğu sırada İngiliz kuvvetlerinin eline geçmiş yerler arasında göstermektedir.[32] Bu nedenle, Misâk-ı Millî metninde yer alan “haricinde” kelimesinden Kerkük’ün anlaşılması gerektiği ileri sürülebilir. Nitekim bunu, Misâk-ı Millî hususunda Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey arasında yapılan yazışmalarda da görmek mümkündür. Mustafa Kemal Paşa’nın, Misâk-ı Millî’de mütareke hattının haricinde kalan memleketlerin ayrılmaz bir bütün olduğu şeklinde yer alan ibarenin açıklanmasını istediği telyazısına[33] Rauf Bey tarafından verilen cevapta şöyle denilmektedir: “Ahitte esas milliyettir. Mütareke hududu, bu milliyetler hududunu sureti umumiyede irae etmek vesilesiyle zikrolunmuştur. Bu suretle Türk olan Süleymaniye ve Kerkük’te iddiamıza dahil oluyor. Heyeti Umumiye’nin fikri bu merkezde olduğundan, fazla ısrarı münasip görmedik. Biz gelmeden evvel hazırlanan formülde, mütareke hududuna dair bir kayıt yoktu.”[34]
Bu cevap aynı zamanda, Misâk-ı Millî metni hazırlanırken Mustafa Kemal Paşa’nın göndermiş olduğu metnin dışına çıkılarak, birinci maddenin “hatt-ı mütareke dahil ve haricinde” şeklinde düzenlenmiş olmasının gerekçesini de izah etmektedir. Buna göre, Misâk-ı Millî hazırlanırken temel alınan unsur “Milliyet” idi. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, “Milliyet” kelimesi ile kastedilenin, sadece bir milletin ismi olmayıp, “Anasır-ı İslâmiye” adı altında çok daha geniş ve şümullü bir varlık olmasıdır.
Mustafa Kemal Paşa’da, “Milliyet” unsuruna -bilhassa o dönem için-[35] bu anlamda geniş bir mana yüklüyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış nutkunda; en büyük değişmenin güney sınırında olduğunu vurgulayarak, bunun yalnızca askerî mülahazalarla çizilmediğini, bir “hudud-ı millî” olduğunu ve bu sınır içinde çeşitli İslâm unsurlarından oluşan “yalnız bir cins milletin” varolduğunu belirtir. Bu, “kardeş milletlerin hudud-ı millîsi”dir, içindeki siyasi rejim millî hakimiyet esasına dayanacaktır. Mustafa Kemal Paşa açış konuşmasının devamında şöyle demektedir: “… Fakat bu hudud-ı millî dahilinde tasavvur edilmesin ki anasır-ı İslâmiyeden yalnız bir cins millet vardır. Çerkes vardır ve anasır-ı İslâmiye-i saire vardır. İşte bu hudut memzuç (karışmış) bir halde yaşayan, bütün maksatlarını, bütün manasıyla tevhit etmiş olan kardeş milletlerin hudud-ı millîsidir. Bu hudut meselesini tespit eden madde içerisinde büyük bir esas vardır.”[36]
Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1 Mayıs’ta yaptığı konuşmada, gerek Misâk-ı Millî sınırları içerisinde kalan ahali hakkındaki ve gerekse millî sınırlardan kast edilenin nereleri olduğu hususundaki düşüncelerini daha geniş bir şekilde açıklamakta ve şöyle demektedir:
“… Burada maksut olan ve Meclisi âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Lâz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiye’dir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyeti âliyenin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiğimiz emeller, yalnız bir unsur-u islâma münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiye’den mürekkep bir kütleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan, hudut meselesi tâyin ve tespit edilirken, hudut-u millîmiz İskenderun’un cenubundan geçer, Şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudut-u millîmiz budur dedik! Halbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaasıyla iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurlardan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiyeden mürekkeptir.”[37]
Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Paşa “vatan” kavramının kıstası olarak, Batı siyasi düşüncesinde egemen olmaya başlayan “self-determinasyon” ilkesinin dayandığı “kültürel” temelleri seçmiş, bu aşamada da belki çevre şartlarının gereği ile söz konusu temeller içinde din unsuruna ağırlık vermiştir. Misâk-ı Millî, bu sebeple Osmanlı-İslâm unsuruyla meskûn yörelerin istiklâline kavuşturulmasından ve yeni devletin vatan sathını oluşturacağından bahsetmektedir. Burada “Türk” milletinden ise söz edilmemektedir. “Türk” yerine “İslâm” unsuruna yer vererek, İngiltere başta olmak üzere Büyük Güçlerin Anadolu’daki müslümanlar arasında bir ayrılık yaratıp, parçalama teşebbüslerine karşı emniyet sübabı koymak istemişti.”[38] Coğrafi sınır hususunda ise; düşünce olarak “Osmanlı İslâm ekseriyetiyle meskûn bulunan” bölgelerin elde edilmesi arzulanmış iken, 30 Ekim 1918 tarihinde sınırlarımız içinde kalan yerler istendiği ve Kerkük’te bu sınırın dışında kaldığından dolayı Misâk-ı Millî metni, “mezkûr mütareke. haricinde” şeklinde düzenlenerek bunun telafisi yoluna gidilmişti. Böylece Kerkük’te millî sınırlar içerisine alınmış olmaktaydı. Nitekim Rauf Bey’e, mütareke hattı haricinde tabirinin konulma gerekçesini soran Mustafa Kemal Paşa, verilen cevaptan tatmin olmuş olmalı ki, TBMM açıldıktan sonra yaptığı konuşmada Kerkük’ü de millî sınırlar içerisinde saymaktadır.
Misâk-ı Millî sınırları hususunda verebileceğimiz bir belge de, Genelkurmay Askeri Tarih Başkanlığı Arşivi’nde bulunan Misâk-ı Millî haritasıdır. Hariciye Vekaleti tarafından, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne gönderilen bir yazıda, Amerikan ticaret mümessili Gillespie’ye[39] verilmek üzere, tespit edilmiş olan güney ve doğu hudutlarıyla Misâk-ı Millî’ye göre diğer hudutları gösterir bir haritanın hazırlanarak gönderilmesi istenmişti.[40] Bu isteğe binaen, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti tarafından hazırlanan harita, Hariciye Vekaletine gönderilmiştir. Harita hakkında yapılan açıklamada ise şöyle denilmekteydi:
1- Moskova Antlaşması ile tespit edilen ve öteden beri İran’la sınır olan Doğu hududumuzla güney hududumuzun Ankara Antlaşması’yla tespit edilen kısmı ilişikteki haritada gösterilmiştir.
2- Misâk-ı Millî hudutlarına gelince; bu hususta tespit edilmiş belirli bir hudut hattı yoktur. Bununla birlikte, Misâk-ı Millî esaslarına göre arzu edilen sınır, ilişikteki haritada kesik çizgiyle gösterilmiştir.[41]
Haritadaki doğu sınırı Batum’dan başlayarak Bayezid ve Şemdinan’ı içine alacak şekilde uzanmakta, daha aşağıda Kerkük ve Musul’u da içine alarak güney sınırımıza çıkmaktadır. Açıklamada da bahsedildiği üzere, haritanın doğu sınırı Moskova Antlaşması ile çizilen sınırı, güney sınırı ise Ankara Antlaşması ile çizilen sınırı ihtiva etmektedir.
Kesik çizgiyle gösterilen sınır ise, Misâk-ı Millî’ye göre düşünülen sınırları göstermektedir. Misâk-ı Millî’ye göre istenilen sınır içerisinde ise Kerkük ve Musul bölgeleri yer almaktadır. Biz bunu, Misâk-ı Milli’de yer alan “mütareke hattı haricinde” ibaresinin haritaya çevrilmiş hali olarak kabul edebiliriz. Zira bu harita, Milli Mücadele’nin en sıcak günlerinde yapılmıştı. Dolayısıyla o günlerde, milli mücadeleyi yürütenlerin sınır konusundaki istek ve düşüncelerini en belirgin bir şekilde göstermesi bakımından bu harita önemlidir.
Haritada Misâk-ı Millî sınırları batı ve kuzeybatı bölgelerinde ise, Batı Trakya ile Ege Denizi’nin bir kısmını içine alacak şekilde gösterilmektedir. Ancak, Batı Trakya bölgesi farklı bir işaretleme ile gösterilmiştir. Bunun sebebi ise, Misâk-ı Millî hükümleri içerisinde Batı Trakya için ayrı bir madde konulmuş olmasıdır. Buna göre, Türkiye barışına bağlı olan Batı Trakya’nın hukuki durumunun tespiti, bölge halkının serbestçe beyan edecekleri oya göre belli olacaktı. Bu durumu göstermek için haritada Batı Trakya bölgesi, Misâk-ı Millî sınırları içinde, ancak durumu tam netleşmemiş bir yer olarak gösterilmiştir.
Antakya’nın haritada yer almamış olması, o bölgenin Misâk-ı Millî sınınrları içerisinde olmadığı anlamına gelmemektedir. Zira, Antakya, Misâk-ı Millî’nin hudutlarına temel teşkil eden, 30 Ekim 1918 tarihi itibariyle Osmanlı sınırları içerisinde bulunan topraklar arasında yer almaktadır. Bunu, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı isimli eserde yer alan 3 nolu haritadan tespit etmek mümkündür. Bu haritaya göre Antakya, Ateşkes esnasında Türk kontrolünde olan yerler arasında gösterilmektedir. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa tarafından Başkumandanlık Erkân-ı Harbiye Riyaseti’ne yazılan 6 Kasım 1918 tarihli telgrafta da, İngilizlerin İskenderun’u işgal etmek istemelerinin sebebini, “İskenderun-Kırıkhan-Katma yolu ile hareket ederek Antakya-Dircemal-Ahterin hattında bulunan 7. ordunun hattı ricatini kesmek” olarak göstermektedir ki, bu belge, Antakya’nın mütareke esnasında Osmanlı hakimiyetinde bulunduğunu tereddüte yer bırakmayacak şekilde açıklamaktadır.[42]
Sonuç olarak, “mütareke hattı haricinde” ifadesiyle kastedilen bölgenin, Müslümanların yaşadıkları Kerkük olduğu ve bu hususun, bütün mebusların katılımıyla gerçekleşen 28 Ocak 1920 tarihinde yapılan toplantıda mebusların hepsi tarafından da desteklendiği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Misâk-ı Milli metnine dahil olan bölgelerin, Osmanlı Devleti çözülüp yeni bir devletin kurulması mücadelelerinin verildiği dönemde, Türk milletinin taviz veremeyeceği ve geri adım atamayacağı sınırlar olduğuna da dikkat çekmek gerekir. Artık Türkler, tarihin kendilerine dayattığı bu yeni dönemde üzerinde yaşayacakları son toprak parçalarının sınırlarını tayin ve ilan etmişlerdi.
Yrd. Doç. Dr. Erol KAYA
Atatürk Üniversitesi Erzincan Eğitim Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 71-77
Yazı kaynağı : www.altayli.net
Misak-ı Milli sınırları nasıl belirlenmişti ?
Tarih Dosyası / Dünya Bülteni
28 Ocak 1920 son Osmanlı Mebusan Meclisinin kabul ettiği Misak-ı Milli beyannamesi (asıl adı Ahd-ı Milli ) Erzurum Kongresi ile şekillenmeye başlamıştı. Ülkenin yer yer işgal edilmeye başlandığı günlerde Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Cemiyeti ile Vilayeti Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti işgallere karşı silahlı direnişi ve Doğudaki Ermeni tehlikesine karşı alınacak önlemleri görüşmek üzere Erzurum’da bir kongre toplamayı kararlaştırdılar.
Geniş bir temsili sağlayacak böyle bir kongreden önce ise Vilayeti Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 17 Haziranda Vilayet kongresini topladı. Kongrede Ermeni iddialarına ilmi delillerle cevap verilmeye çalışıldı ve bir rapor okundu. Okunan raporda Ermenilerin iddia ettiği gibi, Ermeniler ile Kürtlerin aynı ırktan olmadıkları aksine Türkler ile Kürtlerin tarihi,dini,siyasi ve kültürel yönlerden birbirlerine daha yakın oldukları ifade ediliyordu. “Vilayeti Şarkiye’de Türk Kürtsüz, Kürt Türksüz yaşayamaz. Musul’un cenubundan başlayarak Urfa’ya, Haleb’e ve Bahr-i Hazer’den Asy-ayı Suğra’ya kadar imtidat eyleyen arazide Türkler ekseriyeti teşkil etmekte ve Kürt mecmuaları bu iki hat arasında ve aynı zamanda Türklerle mahlut bir halde bulunuyorlar’ denilerek Türk,Kürt ayrılığı reddedilmekteydi. Ermeni iddialarının nedeni ise doğu vilayetlerinde siyasi hakimiyet kurmak için Türkler ile Kürtleri ayırmak istemeleriydi.
Erzurum’daki bu vilayet kongresinde ifade edilen sınırlar adeta Misak-ı Milli’de kabul edilen Türkler ve Kürtlerin çoğunlukta yaşadıkları yerlerin sınırlarını çizmekteydi. Beş gün süren kongrenin aldığı “ Memleketimizin ne suretle olursa olsun bir Ermeni tecavüzüne maruz kalmasına tahammül edilemeyeceği ve bu yolda her türlü fedakarlığı ihtiyar etmekte tereddüt edilmeyeceği ve herhangi vaziyete karşı mevcudiyeti milliyenin ve hukuki İslamiyetinin muhafazası uğrunda her türlü müşkülatın ihtiyar olunacağı müttehiden tekarrür ederek camia-i Osmaniye ve İslamiyeden ayrılmamak ve bu yolda her türlü ihtimali derpiş ve ona göre fedakarlık etmek ibraz olunmak” kararı ilke olarak kabul edildi.
Yaklaşık bir ay sonra 23 Temmuzda Erzurum, Bitlis, Van, Sivas ve Trabzon vilayetlerinden gelen temsilciler Erzurum’da toplandılar. Kongre 14 günlük bir çalışmanın ardından 10 maddelik bir beyanname ilan etti. Beyannamenin ilk maddesi kongrenin amacını belirtmekteydi: Bölge Osmanlı camiasının bir parçasıdır ve ayrılması tasavvur dahi edilemez. Beyannamenin 6. maddesi ise Osmanlı devletinin sınırlarını belirtmekteydi: Mondros Ateşkes antlaşmasının imzalandığı gün itibariyle işgal edilmemiş topraklar Osmanlı toprağıdır.
11 Eylülde Sivas’ta ilan edilen 10 maddelik beyannamede ise sınır tespiti Erzurum kongresinde olduğu gibi ancak daha açık ifadelerle şu haliyle kabul edildi: Devlet-i Aliye-i Osmaniye ile Düvel-i İtilafiye arasında mün’akid mütarekenamenin imza olunduğu 30 Teşrinievvel sene 334 tarihindeki hudut dahilinde kalan ve her noktasında ekseriyeti İslamlar teşkil eden aksam-ı memalik-i Osmaniye yekdiğerinden ve camia-i Osmaniye’den gayr-i kabil-i tecezzi ve infikak bir küldür. Bilcümle anasır-ı İslamiye yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ve hiss-i fedakari ile meşhun ve vaziyet-i ırkiye ve içtimaiye ve şerait-i muhitiyetlerine riayetkar öz kardeştirler.”
Anadolu’da cemiyetler ülkenin geleceği ve sınırları ile ilgili karalar alırken İstanbul hükümeti ile itilaf devletleri arasında barış görüşmeleri devam etmekteydi. Ayrıca cemiyetler Sivas Kongresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla tek bir çatı altında toplanmış ve Milli Harekete dönüşmeye başlamıştı. Cemiyetin birinci amacı ise ülkede seçim yapılarak kapalı bulunan Meclisin açılmasını sağlamaktı. Bu amaçla İstanbul hükümeti temsilcisi Salih Paşa ile Amasya’da görüşmeler yapıldı.Ardından da Ali Rıza Paşa hükümeti seçimlerin yapılmasını kabul etti.
Erzurum ve Sivas kongrelerinde ifade edilen sınırların tam olarak nereleri ifade ettiği ise 28 Aralık günü Mustafa Kemal Paşa tarafından açıklığa kavuşturulacaktı. Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya gelişinin ertesi günü kendisini ziyarete gelen şehrin ileri gelenlerine yaptığı konuşmada ülkenin durumunu ifade ettikten sonra Osmanlı sınırları üzerinde durmuştu. Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edilen Misak-ı Milli’deki sınır maddelerini anlamamıza yardımcı olacak cümleleri şunlardı: Mütarake akdolunduğu gün ordularımız fiilen bu hatta hakim bulunuyoırdu. Bu hudut, İskenderun körfezi cenubundan ( güneyinden) Antakya’dan Halep ile Katma istasyonu arasında Cerabulus Köprüsü cenubunda Fırat nehrine mülaki olur, oradan Deyrzor’a iner, badehu şarkta temdit ederek, Musul, Kerkük, Süleymaniyeyi ihtiva eder. Bu hudut, ordumuz tarafından silahla müdafaa olunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt anasıriyle meskun aksam-ı vatanımızı tahdit eder.”
Heyet-i Temsiliye ve Başkanı Mustafa Kemal Ankara’da bulundukları sürede Meclis-i Mebusan’a seçilen milletvekilleri ile görüşmeler yaptılar. Bu görüşmelerin en önemli sonucu Misakı Milli beyannamesinin ilk taslaklarının oluşturulması oldu.
Ocak 1920’de Ankara’da yapılan bu toplantılar Misak-ı Milli beyannamesinin hazırlık sürecinde önemli bir dönüm noktasıydı. 12 Ocak 1920’de Son Osmanlı Mebusan Meclisi açıldı. Açılan meclisin birinci amacı vatanın kurtuluşu için milli birliği sağlamaktı. Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanan ve Milli Mücadelenin esaslarını ortaya koyan Misak-ı Milli taslağı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti mensubu milletvekillerinin bir dizi gizli ve özel toplantılarının ardından mecliste görüşüldü. Bu görüşmelerin ardından Mecliste Ahd-ı Milli komisyonu kuruldu ve taslak metin oraya havale edildi. Komisyonunun çalışmalarını tamamlanmasının ardından Ahd-ı Milli çokça bilinen adıyla Misak-ı Milli 28 Ocak 1920’de Meclisi Mebusan’da resmi olmayan bir toplantıda ve hazır bulunan tüm milletvekillerinin oybirliği ile kabul edildi. Kabul edilen Misak-ı Milli beyannamesi daha sonra 17 Şubat 1920’de Meclisi Mebusan’da tekrar kabul edilerek ilan edildi.
Misak-ı Milli beyannamesi günümüz Türkçesiyle şöyleydi :
Birinci Madde
Osmanlı Devleti'nin yalnızca Arap çoğunluğuyla yurt edinilmiş olup, 30 Teşrinievvel 1918 tarihli Mütareke'nin yapıldığı sırada düşman orduların işgali altında kalan kısımlarının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri oylara göre tayin edilmek lazım geleceğinden, belirtilen Mütareke hattı dahil ve haricindedinen, ırken, emelen birleşmiş ve yekdiğerine karşılıklı hürmet ve fedakârlık hissiyatıyla dolu ve ırki ve toplumsal hakları ile çevre şartlarına tamamıyla riayetkâr Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskûn bulunan kısımlarının tamamı hakikaten veya hükmen hiçbir ayrılma kabul etmez bir bütündür.
İkinci Madde
Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda genel oylarıyla anavatana iltihak etmiş olan Elviye-i Selase ( Kars, Ardahan, Batum ) için icap ederse tekrar serbestçe genel oya müracaat edilmesini kabul ederiz.
Üçüncü Madde
Türkiye barışına bağlanan Batı Trakya hukuki vaziyetinin tespiti de, sakinlerinin tam bir hürriyetle beyan edecekleri oylara tabi olarak vaki olmalıdır.
Dördüncü Madde
İslam hilafetinin merkezi ve saltanatın payitahtı ve Osmanlı hükûmet merkezi olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi'nin emniyeti her türlü halelden masun olmalıdır.
Bu esas saklı kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz Boğazları'nın dünya ticaretine ve nakliyatına açılması hakkında, bizimle diğer bütün alakadar devletlerin birlikte verecekleri karar geçerlidir.
Beşinci Madde
İtilaf devletleri ile muhasımları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan sözleşme esasları dairesinde azınlıkların hakları, civar memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifade etmeleri güvencesiyle, tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.
Altıncı Madde
Milli ve iktisadi gelişmelerimiz imkân dairesine girmek ve daha asri bir muntazam idare şeklinde işleri yürütmeye muvaffak olabilmek için, her devlet gibi bizim de gelişme vasıtalarımızın temininde tam bağımsızlık ve serbestiye mazhar olmamız, hayat ve bekamızın esas temelidir.Bu sebeple siyasi, milli, adli, mali ve diğer gelişmelerimizi engelleyici kayıtlara muhalifiz.Tahakkuk edecek borçlarımızın ödenme şartları da bu esaslara aykırı olmayacaktır.
Kaynaklar:
Mustafa Budak; İdealden Gerçeğe,Misak-ı Milli’den Lozan’a Dış Politika
Mustafa Kemal Atatürk,Nutuk
Yazı kaynağı : www.dunyabulteni.net
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.