varlığı zorunlu olan yokluğu aklen imkansız varlığa ne denir
varlığı zorunlu olan yokluğu aklen imkansız varlığa ne denir Ne90'dan bulabilirsiniz
Allah, varlığı mümkün olmayan/mümteni şeyleri de yaratabilir mi?
Değerli kardeşimiz,
Mümteni; yokluğu zatının gereği olan veya konunun özü itibariyle yokluğunu gerektiren anlamında kelam ve mantık terimidir.
Akıl, bir şeyin var oluş (vücud) kavramıyla münasebeti hakkında üç türlü hüküm verebilir: Vücub, imkan, imtina.
“Dört sayısı çifttir.” örneğinde olduğu gibi ya vacip veya“İnsan vardır, yazı yazar.” örneğinde olduğu gibi mümkin (caiz), yahut da “Dört sayısı tektir.” örneğinde olduğu gibi mümteni (muhal) olur. Bu hükümlere konu teşkil eden varlık ve kavramlara vacip, mümkin ve mümteni‘ denir.
“Muhal” veya “müstahil” diye de ifade edilen mümteni‘, yokluğu zatının gereği olan veya varlığı mümkün olmayandır. Allah’ın -haşa- yokluğu, dört sayısının tekliği mümteni’ye örnek olarak zikredilebilir. Mümteniin temel özelliği, hiçbir şekilde var olmamaktır. Mantıkta ise “konunun özü itibariyle yokluğunu gerektirmesi” anlamında kullanılır. (Geniş bilgi için bk: TDV İslam Ansiklopedisi, “Hüküm” md.)
Sorunuza gelince; Allah Teala'nın gücü elbette her şeye yeter. Ancak bu güç, muhal (meydana gelmesi düşünülemeyen, imkansız) olan şey üzerinde cereyan etmez.
Mümteni olarak vasfedilen konulara bakıldığında, bütün bunları Cenab-ı Hakk'ın sıfatları çerçevesinde ele almak mümkündür. Mesela, Hak Teala'nın sıfatlarından biri "kudret"tir. Bu sıfat açından bakıldığında, mümteni olarak düşünülen "Kudreti sonsuz olan Cenab-ı Hak, kendinden daha kudretli birisini yaratabilir mi?" sorusu, sonsuzluk kavramını bilmemek demektir.
Sonsuz kudretten daha büyük bir kudret olamaz ki, böyle bir soru sorulabilsin.
Şu büyüklüğü anlaşılamayn uzay, şu uçsuz bucaksız sistemler, hep O Kadir-i Zülcelal'in kudretinin sonucudur. Haşmetli bir dağın aynadaki yansıması bir çakıl taşı ağırlığında dahi olamaz.
Hadsiz yıldızlar, uçsuz bucaksız galaksiler hep Cenab-ı Hakk’ın Halık isminin tecellileridir. Bu tecellilerin O Kadir-i Mutlak'ı yorması, aciz bırakması düşünülemez. Her an böyle milyarlarca kainatı yaratsa, bunların tümü o kudret nazarında yine bir zerre kadar da olamaz.
Benzer soruların bir diğerinde “Cenab-ı Hak kendinden daha büyük bir taşı yaratabilir mi?” denmektedir ki, Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü yarattıklarına oranla takdir edilemez. Yani, O, zatında büyüktür, büyüklüğü mahlukat ile kıyasa girmez. O'nun Zatı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi, büyüklüğü de mahlukatın büyüklüğüne benzemez, takdirle bilinmez. Mahlukatın büyüklüğü nisbidir, birbirine göredir.
Bu örnek gibi, ilmi, kudreti, azamet ve kibriyası sonsuz olan Allah Teala' nın büyüklüğü de mahlukatın büyüklüğü ile hiçbir cihetle kıyasa giremez. Zira bütün mahlukat hep O'nun sıfatlarının ve isimlerinin tecellileridir. Varlıkları O'nun var etmesiyle, hayatları O'nun hayat vermesiyle, nurları O'nun nurlandırmasıyladır. Onların büyüklükleri ancak birbirilerine göredir. O'nun bir mahluku olan insan aklı büyüklüğü ne kadar büyüklük tasavvur ederse etsin ve yine insan hayali büyüklüğü nasıl hayal ederse etsin bunların hepsi mahluk büyüklüğüdür.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Allah kendisinden büyük bir (taş) varlık yaratabilir mi?
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Yazı kaynağı : sorularlaislamiyet.com
Bizzat varlığı mümkün olan şey ve bizzat yokluğu mümkün olan şey ile bizzat mümkün olan şey arasındaki ilişki nedir? - Cevaplar Arşivi - İslami alanla alakalı soruları yanıtlamak için bir kaynak konumuna gelmektir
Zorunluluk, İmkân Ve İmkânsızlık
“Mantıkçılar şöyle demektedir: Eğer bir yüklemi bir özneye nispet edersek, mesela A B’dir diye söyleyecek olursak, B’nin A ile olan ilişkisi üç nitelikten (zorunluluk, imkân ve imkânsızlık) birini taşıyacaktır. Bu ilişki ya zorunlu bir ilişkidir; yani kesin, kaçınılmaz ve elzemdir ve başka bir tabirle akıl onun aksini kabul etmekten kaçınır. Ya da bunun tersidir; yani ilişki imkânsız bir ilişkidir ve yüklemin özneyle ilişkilendirilmesi muhaldir. Başka bir tabirle akıl bunu kabul etmekten kaçınır. Veya bu ilişki müspet veya menfi olacak tarzdadır; yani hem ispat edilir ve hem de inkâr edilir şekildedir. Başka bir ifadeyle akıl ne onu kabul etmekten ve ne de onun aksini kabul etmekten sakınır. Örneğin dört sayısını çift olarak göz önünde bulundurursak, bu ilişki zorunlu ve kesindir. Akıl onun tersini kabul etmekten kaçınır. Akıl dört sayısı zorunlu ve gerekli olarak çifttir der. O halde bu ilişkiye hâkim olan şey gereklilik ve zorunluluktur. Ama beş sayısı çifttir diye söyleyecek olursak, bu ilişki imkânsız bir ilişkidir. Beş sayısı çift olmaktan kaçınır ve bunun manasını idrak eden aklımız da bunu kabul etmekten kaçınır. O halde beş sayısı ve çift olma arasındaki ilişki imkânsız ve muhal bir ilişkidir. Bugün hava güneşlidir dememiz durumunda ise, ilişki mümkün bir ilişkidir; yani günün doğası ne güneşli olmayı ve ne de kesin olarak bulutlu olmayı gerektirir. Burada gün ile güneşli olma arasındaki ilişki, mümkün bir ilişkidir. O halde her özne ile her yüklem arasındaki ilişkiyi göz önünde bulunduracak olursak, gerçekte bazen özel bir mülahazayla “madde” olarak adlandırılan bu üç niteliğin birinden yoksun olmayacaktır. Bizim burada belirttiklerimiz mantıkçıların sözleriydi. Konuları varlık olan filozoflar ise şöyle demektedir: Her “mana” ve “mefhumu” göz önünde bulunduracak ve mevzu karar kılacak ve de varlığı yüklem sıfatıyla ona yükleyecek olursak, şu üç kısmın biri dışında olmayacaktır: Ya varlığın söz konusu mana ve mefhum ile ilişkisi zorunlu olacaktır; yani zorunlu ve gerekli olarak o şey mevcut olacaktır. Biz bunu zorunlu varlık olarak adlandırmaktayız. Eğer varlığın onun ile ilişkisi menfi ve imkânsız olacak olursa ve mevcut olması muhal olursa ve de zorunlu ve gerekli olarak olmaması icap ederse, bu şeyi imkânsız varlık olarak adlandırırız. Bir cismin aynı zamanda hem yuvarlak ve hem de dört köşeli olması bu kabildendir. Eğer varlığın o manayla ilişkisi imkâna dayalı bir ilişki olursa ve başka bir ifadeyle söz konusu mana ne varlıktan ve ne de yokluktan kaçınmıyorsa, biz bu şeyi mümkün varlık olarak adlandırırız. Bir dizi neden hükmünce var olan ve sonra yok olan insan, hayvan, ağaç ve su gibi bu evrende bulunan tüm eşyalar, mümkün varlıklardandır.[1] İmkân için yedi mana yedi mana sayılmıştır ve onlar sırasıyla şunlardan ibarettir: 1. Özel imkân, 2. Genel imkân, 3. En özel imkân, 4. İstikbal eksenli imkân, 5. İstidat eksenli imkân, 6. Vuku eksenli imkân, 7. Yoksulluk ve varlık eksenli imkân. İmkânın manalarından birisi, iki zorunluluğu reddetme manasında olan özel imkândır (yani şey varlığa yönelik ne zorunluluk taşır ve ne de imkânsızlık).[2]
Üç Maddenin Kısımları (İmkân, İmkânsızlık Ve Zorunluluk)
Üç maddenin her biri üç kısma ayrılır.
1. Zatı itibariyle şey.
2. Başkasının itibariyle şey.
3. Başkasıyla kıyaslanması itibariyle şey.
(Elbette imkânda, başkasının itibariyle varlık adında bir kısım bulunamaz.[3]) Üç maddedeki zatı itibariyle varlık kaydından maksat, bizim mevzuu olduğu şekliyle ve başka her şeyden sarf-ı nazar ederek varlıkla ölçmemiz ve hangi hüküm taşıdığını görmemizdir. O mefhumu varlık ile ölçme esnasında, dikkatimizin sadece onun zatına matuf olmasına ve zat dışında başka bir şeye bakmamaya özen göstermeliyiz. Bu esasla, zatı itibariyle mümkün olan şey, kendi başına ve her şeyden sarf-ı nazar etmeyle ne varlığın ve ne de yokluğun kendisi için zorunlu olduğu zata denir.[4] O halde yukarıdaki sorunun cevabında şöyle denilebilir: Gerçekte zatı itibariyle mümkün olan şey, bir şeyin varlık ve yokluğa yönelik zorunluluk taşımamasıdır. Netice itibariyle zatı itibariyle mümkün olan her şey varlıkla mukayese edildiğinde imkân taşır ve aynı halde yoklukla mukayese edildiğinde de imkân hali taşır. Başka bir ifadeyle zatı itibariyle mümkün olan her şey, zatı itibariyle yokluk imkânı ve yine zatı itibariyle varlık imkânı taşır. Yani zatı itibariyle varlığı ve yokluğu mümkün olan şey, bizzat mümkün olan şey için bir sikkenin iki yüzü gibidir. Yukarıdaki açıklamalarla ikinci ve üçüncü soruların yanıtı da aydınlanmaktadır. Dünyanın güneş etrafındaki hareketi (elbette bu husus soruda yanlış belirtilmiş ve güneşin dünya etrafında hareketi olarak dile getirilmiştir), zatı itibariyle varlığı mümkün olan şeylerden sayılır; zira dünyanın hareketi kendisine yönelik ne varlığın (böyle bir durumda zorunlu varlık olur) ve ne de imkânsızlığın (böyle bir durumda imkânsız varlık olur) zorunluluk taşıdığı bir şeydir. O halde dünyanın güneş etrafındaki bu hareketi zatı itibariyle mümkündür. Bu mesele, yok olmuş fenomenler için de bu şekildedir. Zira varlık bu fenomenler için zorunluluk addetseydi, yok olmamaları gerekirdi (oysaki yok olmuşlardır). Eğer varlık onlar için imkânsız olsaydı, var olmamaları gerekirdi (oysaki bir zamanda bunlar var olmuşlardır). Netice olarak bu fenomenlerin varlıkla olan ilişkisi de zati imkândır. Yani var olması (tam nedenin olması durumunda) mümkündür ve yok olması da (tam nedenin kâmil olmaması durumunda)mümkündür.
Yazı kaynağı : www.islamquest.net
Page 16 - Kelam 2. Ünite
Yazı kaynağı : dogm.eba.gov.tr
Zorunlu varlık nedir? Tanrı zorunlu varlık mıdır? Nasıl?
merhabalar Mansour Bonsour
bu zorunlu- zorunsuz varlık tanımlarını ibn-i sina yapmıştır, kendisi metafiziğe kafa yormuş ve birkaç felsefi düşünce ortaya atmıştır. ibn-i sina’ya göre zorunlu varlık, yokluğunu düşünmenin imkânsız olduğu varlıktır ve özü itibariyle zorunlu ile başkasına nisbetle zorunlu şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Özü itibariyle zorunlu varlık (vâcibü’l-vücûd bi-zâtihî), var olmak için herhangi bir sebebe muhtaç olmayan varlığı ifade etmektedir. ibn-i sina tanrının zorunlu varlık olduğunu savunmuştur, tanrısız hiç bir şey olamayacağını ileri sürer.
(bundan sonraki yazacaklarım kaynaktan bağımsız kendi düşüncelerimdir.)
maddenin yaratılmasının zorunluluğu argumanını açıkcası kendi içinde çelişkili buluyorum. o zaman tanrıyı kim yarattı sorusu aklıma geliyor neden tanrı yaratılmamıştır? cevap olarak yaratıcının yaratıcısı olmaz o ebediyen vardır deniliyor ama çelişki şura ki, madde de ebediyen var olabilir o zaman, neden bir varlık yaratılamıyor da madde yaratılmak zorunda kılınıyor? zorunlu varlık argumanı çelişkilidir. aksine tanrının insanlar tarafından yaratıldığına inanıyorum.
kendi düşüncemi söyliyim, insanların belli bir yaştan sonra olgunlaşmayı ve kendini geliştirmeyi bıraktığını düşünüyorum, ve bu kendini geliştirme yaşı geçmiş dönemlerde daha küçüktü, çünkü bilgi ve bilgiye ulaşmak daha zordu. taa ortaçağ zamanlarına gidersek eğer, ordaki insanların bir çocuktan çok da olgun ve akıllı olduklarını düşünmüyorum açıkcası. bu yüzden çevresindeki olayları anlamak için çocukça hikayelere başvurduklarına inanıyorum. şimşek çakınca bunun Zeus olduğuna, fırtınalarda Poseidon'un öfkelendiğini, olimpos dağının yukarısında tanrıların evi olduğuna inanılıyordu. çocuksu bir inanç ne sorgulama istiyor ne kanıt. gel zaman, git zaman bu hikayeler efsaneleşti ve bazı dinler için güzel malzeme oldu. yeni çıkan dinlerin hepsi antik hikayelerin bir farklı modelidir.
Yazı kaynağı : evrimagaci.org
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.